Ada’da  Gerçek Devlet Olarak Sadece Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Vardır

Ahmet Zeki Bulunç

Emekli Büyükelçi / Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı

Bayrak: Öncelikle Bayrak dergisi ile görüşmeyi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bu sayımız Kıbrıs özel sayısı olacak. 1974 Barış Harekatını görememiş, harekat öncesinde yaşanan acıları bilmeyen kardeşlerimiz için Milli Kıbrıs Davası’nın geçmişini özetleyebilir misiniz?

Bu Türkiye’nin milli davasıdır. Ve adı da “Milli Kıbrıs Davası” olarak anılmaktadır. Kıbrıs’ta Batı kaynaklı ve Rus kaynaklı hedefler vardır. İngiltere’nin başlarda öncülüğünü yaptığı, Yunanistan’ın İngiltere açısından stratejik ortak olduğu bir süreci yaşadık. Yunanların ütopyası ve milli hedefleri olan “Megali İdea” yani Büyük Yunanistan projesi bulunmaktadır. Megali İdea, Büyük Yunanistan, İstanbul’un, onlara göre Konstantinopolis’in başkent olduğu, kabaca İstanbul’dan Antalya’ya dek çizilen bir çizgi ile Batı Anadolu’yu ve Ege’yi Yunan toprağı haline getirmektir. Onunla da yetinmeyip, Pontus Devleti’ni yeniden kurmak istemektedirler. Bu hedef çerçevesinde önemli yerlerden biri de Kıbrıs’tır. Onların ifadesi ile on üçüncü ada olan Kıbrıs, 1947’deki Ege Adalarının ardından gelen hedefleriydi. Yunanlıların aşamalı yayılma politikası 1950’lerde Enosis hareketi giderek hızlanmıştır.    

Aslında Yunanistan’ın Kıbrıs’ı kendilerine bağlama isteği 1921’lerde hedef olarak ilan edilmiştir. 1921 de Ada’nın yönetiminde olan İngiltere’den diplomasi ile Kıbrıs’ı elde edemeyeceğini gördüklerinden 1931’deki büyük isyanlarını İngiltere’ye karşı başlatmışlardır. O dönemde vali konağı yakılmıştır. İngiltere isyanı sert tedbirlerle önlemiştir.

1954 yılında, Türkiye ile Balkan Paktı’nı imzaladıktan bir hafta sonra, BM’ye İngiltere hükümetini şikâyet edercesine, BM’nin 1945’den sonra sömürgelerin, bağımsızlıklarını almaları sürecinde, self determinasyon, yani kendi gelecek haklarını belirleme, prensibini kabul ettikten sonra, İngiltere Kıbrıs halkına –onlara göre sadece Kıbrıs halkı vardır, Türkler onlara göre azınlık halkıdır- self determinasyon hakkı vermediği gerekçesi ile İngiltere’ye BM’den girişimde bulunuştur.

Türkiye o dönemde “Kıbrıs eski sahibine verilmesi gerekir eğer statüsü değişecekse” demiştir. Çok özet olarak geçiyorum tabii bunu… Dolayısıyla o süreçten itibaren mesele giderek bir Kıbrıs Milli Davası’na dönüştü ve süreç içinde bir Türk Yunan meselesi haline gelmiştir.

Yunanistan 1955 yılında girişimlerinin sonuçlarını alamayınca, daha önceden yer altı teşkilatı olarak örgütledikleri, faşist EOKA örgütünü, 1 Nisan 1955 yılında İngiliz hükümetinin resmi kuruluşlarına yönelik olarak düzenledikleri bombalı saldırılarla başlattı. EOKA hareketini, 1956’nın başlarından itibaren giderek Türklere yönelik şiddet hareketlerine başlamışlardır. Bu 1958 yılına dek sürdü. Bu süreç sonunda 1959 Zürih ve 1960 Lefkoşa anlaşması imzalandı.

Londra ve Zürih Antlaşmalarının Kıbrıs Davası’nda Etkisi Ne Olmuştur?

Zürih Anlaşması 27 maddeden oluşmuştur. Ve bu maddeler, kurulacak olan Kıbrıs bağımsız devletinin, anayasasının değiştirilemeyen maddeleridir. Ortaklık yapısını öngören bir anlaşmaydı. Daha sonra, 11 Şubat 1959 da ve 19 Şubat 1959 da İngiltere Ada’daki egemenliğe sömürgeci olarak sahip, o egemenliği kurulacak olan, bağımsız bir devlete devredecekse, onunla da ayrıca bir anlaşma yapılması gereği var. İngiltere’nin Ada üzerindeki haklarının ve üstlerinin korunabilmesi için Londra anlaşması imzalanmıştır.

Londra Anlaşması’nda bizim için en önemli hususlardan biri, beş hukuki süjedir. Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Kıbrıs Türk Toplumu lideri ve Kıbrıs Rum Toplumu lideri adı altında beş taraf vardır. Yani ortaklık devletinin kuruluşunda Kıbrıs Rum devleti ve Kıbrıs Rum halkı kurucu ortaklar olarak yer almışlardır. Bu çerçevede kurulan Kıbrıs cumhuriyeti devleti, önemli unsurlar taşımaktadır. Bu yapıyı Zürih ve Londra anlaşmalarının bir ürünü olarak ortaya çıkacak olan Kıbrıs Cumhuriyeti devleti, 16 Ağustos 1960 da kuruluş anlaşması ile birlikte ve bağımsızlık bildirisi ile birlikte kurulmuştur. İşte bu çerçevede de bu anlaşmalar grubu içinde bizim için en önemi olan iki anlaşma vardır. Biri garanti anlaşması diğeri de ittifak anlaşmasıdır.

Etkin ve Fiili Garantörlük Ne Anlama Gelmektedir?

Biz Zürih anlaşması ile kurulacak olan devletin anayasal ve hukuksal yapısını oluşturduk, anayasal düzeyde ve hukuk açısından, uluslararası antlaşmalar niteliğindeki bu antlaşma ile, hakları elde ettik. Garanti ve ittifak antlaşmaları ile birlikte de, elde edilen bu hakların güvencesini sağladık. Bu iki anlaşmaya biz etkin ve fiili garantörlük hakkı diyoruz.

Etkinlik şundan kaynaklanıyor; taraflar eğer Kıbrıs devletinin beklenen düzeni sarsılırsa o zaman garantör devletlere birlikte yada tek başına adaya müdahale etme hakkını tanıyor. İşte biz 1974 Barış Harekatını bu anlaşmanın ilgili maddesi gereğince yaptık. 15 Temmuz da darbe 20 Temmuz da barış harekatı olmuştur. Bülent Ecevit’in Londra’ya gidip garantör ülke olarak birlikte bu işi çözümleyelim diye yaptığı müracaatın reddedilmesi üzerine, bir hafta içinde kararını vermiş, ve Kıbrıs’a müdahale etmiştir. Bu çok hızlı ve etkin bir yapı getiriyordu ve etkinliğin nedeni de budur.

İttifak anlaşması ile Türkiye Ve Yunanistan’a belirlenmiş bir kontenjan dahilinde , Kıbrıs’ta Türk ve Yunan askerlerinin bulunma hakkı verilmektedir. 650 kişilik bir Türk alayı 950 kişilik de bir Yunan alayı Kıbrıs’ta konuşlandırılacaktır. İttifak anlaşması gereğince bu alaylar, uluslararası hukuk açısından yasal ve meşru alaylar ve üstelik süresiz alaylardır. Türk askerinin burada Türk askerinin fiilen bulunması da, Kıbrıs Türk halkı için ve kurulmuş olan devlet için bir fiili garanti hakkıydı. Nitekim  21 Aralık 1963 yılında Rumlar “Kanlı Noel”i gerçekleştirdiklerinde, 24 Aralık’ta Türk askeri bulunduğu kamptan çıkıp araziye yayılıp konuşlanmamış olsaydı, Türklerin katliamı devam edecekti. Küçük Kaymaklı’da , Yılmazköy’de, buralarda başlamış olan katliamlar devam edecekti. Asker sahaya yayılınca Türkiye harekete geçmiş oldu.

1974 Barış Harekatının Gerçekleşmesi Neden Vazgeçilmezdi? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Bugünkü Statüsüne Nasıl Kavuşmuştur?

Sürecin sonunda Makarios ile anlaşma noktasına gelindi. Bu anlaşma sadece bir ateşkes şeklinde oldu. Çatışmalar 1974 yılına kadar devam etti. 1974 yılına geldiğimizde, Kıbrıs’ta, bir Kıbrıs federe Türk devleti düzeyine gelmiş bir yapı ortaya çıktı. Bu başlangıçta 21 Aralık’tan sonra, 24 Aralıkta Genel Komite adında bir bakanlar kurulu oluşturulmuştur. Daha sonra Rumların bu hareketlerinden dolayı 1974 yılında, Geçitköy ve Boğaziçi kalelerine saldırıp katliam yapmaları, Türkiye’nin Ada’ya müdahale etme girişimi ile birlikte, ABD’nin devreye girerek, bir uzlaşma sağlanması, Türklere yönelik barikatların gevşetilmesi ve görüşmelerin başlatılması, sürecinde biz yeni bir siyasal statünün yaratılması için Genel Komite dediğimiz, komiteyi biz, Geçici Kıbrıs Türk yönetimine çevirdik.

Sonra ileri süreçlerde, beklenen uzlaşmalar olmayınca o geçici kelimesini kaldırdık, Kıbrıs Türk Yönetimi kavramına döndük. Barış Harekatı olduktan hemen sonra ise, 31 Temmuz 1974 yılında, BM gözetiminde yapılan görüşmelerde, Kıbrıs’ta ayrı iki otoritenin bulunduğunu, Doktor Fazıl Küçük ve Makarios’un bir araya gelerek, Kıbrıs’ta yeni bir düzenin kurulması yönünde bir anlaşma yapılmıştır. Bu anlaşma yapıldığı anda, madem iki otonom yönetim var, otonom Kıbrıs Yönetimi kararını ilan ettik. Ve bir aşama daha ilerledik.

1974 e kadar olan süreçte, Makaryos’un adaya dönmek istemesi nedeniyle, Türkiye bir aşama daha ileri giderek 13 Şubat 1975’de Kıbrıs federe devletini ilan ederek, bir devlet, kavramını da gündeme getirdi. Bu süreç 1974 yılına kadar devam etti.

15 Temmuz 1974 Yunan cuntasının Makarios’a Enosisi bir an önce devirmek üzere yaptığı darbede Türkiye Barış harekatını gerçekleştirmek suretiyle bugünkü siyasi, coğrafyayı oluşturmuştur.

Bu süreçten itibaren 15 Kasım 1983 yılında ilan ederek iki devletli defakto yapıyı fiilen kurmuş oldu. Hem Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki hak ve statülerinin korunması, hem adanın Türkiye’ye karşı düşmanca olacak bir ülke konumuna getirilmemesi, hem Kıbrıs’ta Türk halkının özgür bağımsız ve egemen ve can güvenliği sağlanmış, geleceği garantiye alınmış kendi devlet içinde yaşayabilmesini sağlayacak ve Türkiye’ye karşı, girişimlerin önlenmesinde önemli bir , stratejik nokta olarak, muhafaza edilecek olan ve bu adanın bir gün bir başka siyasi coğrafyaya taşınmaması, için belirlenen temel ilkeler çerçevesinde Kıbrıs bugün, Jeo Politiği açısından, adanın ve bölgenin Türkiye’nin hayati çıkarları ve uluslararası antlaşmalarla elde edilen  hak ve statülerin korunması , Türkiye’nin güvenliğinin Türkiye’nin ekonomik sosyal ve diğer alanlardaki gelişmesinde önemli bir konumda bulunan adanın pozisyonu, bugün için yeniden gündeme gelen deniz yetki alanları, Türkiye’nin jeostratejik, jeopolitik, çıkarları, jeostratejik güç alanları, gibi bir takım, çıkarlarımızın korunmasında ve Türk varlığının Kıbrıs’ta, sürdürülmesinde Kıbrıs son derece önemlidir. Bundan dolayı Kıbrıs adası Türk ulusunun, bir milli davasıdır. Milli Davası’nın temelinde bunlar yatmaktadır.

Bayrak: Son bir sonu olarak, Türk milletinin özellikle, Kıbrıs Türk halkının, bahsettiğiniz bu aşamalardan sonraki menfaatlerine en uygun olan milli hedefi sizce ne olmalıdır. Megali İdea’yı devam ettiren, Rum kesiminim, karşısında tezi ve hedefi nedir?

Bugünkü koşullarda ve konjonktürde milli çıkarlarımız açısından çözüm ancak KKTC’nin, Türk Cumhuriyeti temeli varlığında, iki devletin yan yana yaşayabileceği bir Kıbrıs Adası düşünülebilir. Yani iki egemen halkın, Kıbrıs Rum halkının ve Kıbrıs Türk halkının, kurdukları iki egemen devletin yan yana yaşayacakları, Kıbrıs üzerindeki dengelerin korunacağı, Türkiye’nin etkin ve fiili garanti haklarının devam edeceği bir devlet olarak Türk devletinin orada varlığı ile ancak var olabilir.

Hiçbir federasyon tezi altında Türk halkının çıkarları Kıbrıs’ta korunamaz. Bizim milli çıkarlarımız ve milli varlığımızın Kıbrıs’ta devamı, kesinlikle Kuzey Kıbrıs Türk Devleti ile bir anlaşmanın imzalanmasıdır.

Kıbrıs’ta bir uzlaşma mümkün… Dikkat ederseniz hiç sorun kelimesini kullanmadım mülakatımızda. Neden uzlaşmadır, çünkü Türklerin devletten egemenlik istedikleri için baş kaldırdıkları bir isyan hareketi ve bu isyan hareketi sonucunda bir işgal sorunuymuş gibi göstermek açısından bunu öyle kabul ediyorlar. O yüzden, Kıbrıs’ta bugün iki devlet vardır. İki halkın kendi geleceklerini tayin etme açısından kurdukları devletlerdir. Bu devletlerden KKTC tamamen uluslararası hukuk, açısından baktığımız zaman, meşru bir devlettir. Rum yönetimi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi olarak baktığımız zaman, asla Kıbrıs Cumhuriyetini temsil eden bir yönetim değildir ve Kıbrıs Türk devleti kadar da meşru bir yönetim değildir.

Bayrak: “Adanın yasal olarak temsilcisi Türk devletidir” denebilir mi?

Ada’da gerçek temsilci olarak değil de gerçek devlet olarak KKTC’dir diyebiliriz. Çünkü temsilcisi dediğimiz zaman, biz adanın tamamı üzerinde, hak iddia ederek yeni bir stratejiye geçmemiz gerekir. O yüzden uzun vadeli olarak bizim de ideallerimiz olabilir, nasıl onların Megali İdeası varsa, bizim de ulusal hedefimiz veya ulusal, milli ülkümüz şu olabilir: ”Kıbrıs eskiden bir Türk devleti idi, Osmanlı’ya bağlı bir topraktır bugün eski sahibine bu toprağın gelmesi lazımdır. Dolayısı ile biz de Türkiye ile bütünleşecek bir Kıbrıs’ın varlığını uzun vadeli bir ilke olarak, düşünebiliriz. Ama bugün, gerçek olan Kıbrıs’ta iki defakto yapı vardır. Bu defakto yapılardan biri KKTC’dir ve KKTC’nin geçirdiği süreçler uluslararası hukuk açısından, meşruiyeti ifade etmektedir. Tanınmaması tamamen başka bir olaydır.

Rum Yönetimi Resmi Bir Devlet Değildir

Tanıma siyasi bir tercihtir ama devletin varlığı, kurulması, açıklamasını yaptığımız bir bağımsızlık söz konusudur. Dolayısıyla bu devlet orada vardır ve meşrudur. Anayasal ve hukuk açısından bütün kurallara uygundur. Ama Kıbrıs Cumhuriyeti devleti olduğunu iddia eden Rum yönetimi gerçekte, Kıbrıs devleti değildir. Çünkü, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti uluslararası anlaşmalarla kurulmuş bir  devlettir ve o devlet de Rumlar ve Türkler veto oyuna ve eşit haklara sahip halklardır. Fakat bugünkü yapıda Türklerden hiçbir kişi bakan yada yönetici değildir. Meşru bir devlet değildir çünkü o devlet katliamlarla terörle, bir soykırım düzeyine varan, saldırılarla oluşturulmuş olan bir işgal harekatı vardır. Rumlar tarafından ve Yunanlar tarafından güney Kıbrıs bölümü işgal edilmiştir. Kıbrıs devleti bu yüzden 1963’te yıkılmıştır.

Bu süreçler içinde az önce anlattığımız aşamaları dikkate aldığımızda, bütün yönetim biçimleri ve bunun bildirgelerinde ortaya konan, temel siyasi ve hukuki olgular, bize çok net bir şekilde şu gerçeği ortaya koydurmaktadır. Kuzey Kıbrıs cumhuriyetinin geçirdiği siyasi ve hukuki süreç tamamen uluslararası hukuk meşruiyeti temelinden devlettir. Dolayısı ile KKTC kuzey Kıbrıs Rum kesiminden daha meşru bir, devlettir. Kesin hukuki ve siyasi temelleri olan devlettir.

O nedenle,  bunu dikkate aldığımızda şunu söyleyebiliriz. Kıbrıs’ta gerçekler vardır. Ve Kıbrıs’ta bir uzlaşı olacaksa, bu uzlaşı Kıbrıs’taki bu gerçekler temelinde olabilir. Nedir bu gerçekler? Bir, Kıbrıs’ta iki egemen halk vardır. Bu bunu halklar kendi geleceklerini belirleme hakkına sahiptir. Dolayısıyla iki devletli bir yapıyı düşünmek zorundayız. İkincisi, garanti ve ittifak anlaşmalarının sağladığı bir statü vardır. Bu statü devam etmek durumundadır. Bir başka olgu da  Kıbrıs’ta iç ve dış dengeler vardır. İç denge dediğimiz zaman, iki devletin varlığıdır. Garanti ittifak anlaşmalarının ve Zürih, Londra anlaşmalarının, Lefkoşa anlaşmalarının, yapılarını dikkate aldığımızda, bizim Kıbrıs’ta bir gerçek varlığımız vardır. Hem hukuki olarak hem statü olarak hem de orada yaşayan bir varlık olarak, bu gerçekler de dikkate alınmak durumundadır.

Ama Kıbrıs’ta başka bir gerçek daha vardır. Kıbrıs şu anda dış dengelerin de bulunduğu bir yapıya sahiptir. Yani Yunanistan ve Türkiye’nin ada üzerindeki dengesi söz konusu. Ve Doğu Akdeniz bölgesinde bir dengesi var. Bu denge Lozan Barış Anlaşması’nın sağladığı, Türk-Yunan dengesinin 1959, Zürih, Londra ve Lefkoşa anlaşmaları ile birlikte, Ada üzerinde ve bölgeye taşınmış olan bir denge vardır. Onun için bu denge de mutlaka korunmalıdır. Kıbrıs gerçeklerini dikkate aldığımızda, demek ki Kıbrıs’ta bir uzlaşı ancak iki egemen halkın varlığı, temelinde, kurulmuş olan devletlerin ve bu devletlerin sağladığı denge ile birlikte ana vatanların bölgede Lozan dengesi olarak adlandırılan dengeyi koruyacak ve Türkiye’nin etkin ve fiili garantörlüğünü bu dengelerin güvencesi olarak  devam ettirecek bir uluslararası nitelikte anlaşma olması lazım. Bu ancak bize milli hedeflerimiz ve çıkarlarımız açısından etki yapar. Aksi halde bunun içinden herhangi bir federasyon tipinde, yapay bir takım, haklarla varılabilecek bir anlaşma ve hele bu anlaşmanın AB bünyesi içinde, birincil hukuk konumuna getirilemeyecek. Bu durumu da dikkate aldığınız zaman, Kıbrıs’ta bizim milli çıkarlarımızı, koruyabilecek, bir tek devlet yapısı vardır. O da iki devletin uluslararası anlaşmalar neticesinde yan yana yaşayacakları bir uzlaşma bir anlaşmadır.

Yorum Yapın

Navigate