BENİM İMZAM SENİN İMZANI DÖVER

Dr. Kadir ÇETİN- Fatih BAŞAK

Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığım(*) illerde üniversitelerle iş birliği yapmak gayreti içerisinde oldum. Özellikle Eğitim Fakülteleri ile görevimiz gereği daha çok işbirliği içerisinde çalıştık. Aynı şekilde Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencilerinin staj (öğretmenlik uygulaması derslerinin) uygulamaları başta olmak üzere birçok alanda Milli Eğitim Müdürlükleri ile Üniversiteler iş birliği içerisinde çalışırlar, çalışmak da zorundadırlar. Öğrencilerin staj çalışmalarının dışında araştırma çalışmaları, çalıştaylar, seminerler, okullarımızda akademik çalışmalar yapılması gibi birçok konuda iş birliği çalışmaları yapıldığı bilinmektedir.

 

Yönetici olarak görev yaptığım illerde buna benzer çalışmalar yapıldı. Ancak bu illerden birisinde bir üniversite ile yaptığımız çalışmada beni çok etkileyen bir imza meselesi vardı ki hala hatırladıkça üzülürüm. Tüm bu çalışmalar yapılırken her bir çalışma için üniversite ile il milli eğitim müdürlüğü arasında her faaliyet için yazışma yapılıyordu. Karşılıklı yazışmalar arzu edilmeyen şekilde süreci uzatıyordu. Çoğu zamanda yapılması planlanan çalışmalar sekteye uğruyordu. Bu durum hem milli eğitim olarak bizleri lüzumsuz işlerle meşgul ediyor hem de üniversitelerde kırtasiyeciliği ve bürokrasiyi artırıyordu.

 

Bürokrasiyi azaltmak ve lüzumsuz yazışmaları kaldırmak adına üniversitenin ilgili birimleriyle görüşmeler yaptık. Görüşmeler sonucunda karşılıklı yazışma yapmak yerine bir protokol hazırlanması ve çalışmaları geciktiren yazışmalara gerek kalmadan bu protokol çerçevesinde çalışmaların yürütülmesi konusunda mutabık kaldık. Böylece sürecin bürokrasiye takılmadan ve kırtasiyeciliğe boğulmadan daha seri olarak gerçekleşmesi konusunda hem fikir olduk.

 

Bunun ardından, İl Milli Eğitim Müdürlüğü olarak, konu ile ilgili bir çalışma grubu oluşturdum. Bu çalışma grubu protokol taslağı üzerinde çalıştı. Taslak, belirli aralıklarla bazen yüz yüze görüşmeler bazen de sanal ortamda paylaşılarak karşılıklı görüşler alınıp taslağa son şekli verildi.

__________________

(*) Fatih BAŞAK 

 

Milli Eğitim olarak Protokol Taslağının son hali, üniversitedeki yetkili kişilere teslim edildi. Üniversite yetkililerinin taslak ile ilgili son görüşlerini bildirmeleri ve katkı sunmaları istendi. Yapılacak eklemelerden sonra taslağın son halini rektöre sunmalarını, uygun görülmesi halinde protokolün imzalanacağı belirtildi.

 

Taslak yaklaşık iki hafta üniversitede bekletildi. Protokolün son hali ile ilgili görüşlerinin ne olduğu konusunda birkaç telefon görüşmesinden sonra nihayet protokol taslağını Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderdiler. Üniversitenin görüşleri dâhil edilerek protokole son hali verildi. Protokolü Milli Eğitim Müdürü olarak imzaladım rektörün de imzalaması için üniversiteye gönderdim. Yine gereğinden fazla bir süre bekletildikten sonra protokol imzalanmadan ve bir gerekçe de gösterilmeden Milli Eğitim Müdürlüğüne geri gönderildi.

 

Hayretler içerisinde kaldım. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız ve bütün maddeleri üzerinde hemfikir olduğumuz protokol neden imzalan ve de hiçbir açıklama yapılmadan iade edilmişti? Hemen telefonla Rektörü aradım. Rektör yerinde olmadığı için özel kalemine protokolün neden imzalanmadığını sordum. Aldığım cevap beni daha da çok hayrete düşürmüştü. 

Cevap:

-Protokolde rektörle sizin imzanız aynı hizada olduğu için…

Önce olayı anlayamadım. Ardından ilgili devam etti.

-Rektörümüzle sizin imzanız aynı hizada olmamalı. Çünkü Rektör protokolde sizden önce geliyor, dedi.

Oysa protokol iki kurum arasında imzalanıyordu. Burada bir yanlışlık var diye düşünmeye başladım. Diyelim ki doğruydu. Ama nelerle uğraşıyorduk? İşin amacından uzaklaşıp “Benim imzam senin imzanı döver.” demeye getiriliyordu. 

Bizim için önemli olan çocuklara faydalı olmak, bürokrasiyi azaltmak deyip, protokolü yeniden üniversite yetkililerinin isteğine göre düzenleyip yeniden imzalanması için gönderdik. Protokol yine uzun bir süre Rektörlükte bekletildi. Yine taslağın safahatını öğrenmek için aradım. Aldığım cevapla bu defa daha çok şaşırmış ve şok olmuştum.

 

-Müdür bey, protokolde siz teklif edin, vali beyin ismini açın, karşısında da rektör beyin ismi olsun. Siz burada sadece sekretarya görevini yürütebilirsiniz, denilmez mi?

Bu defa verilen mesaj; “Bu tip protokolleri rektör ancak vali ile karşılıklı imzalar. Burada sizin sadece sekreterlik göreviniz var.” demekti.

Aman Ya Rabbi! Bizler nelerle uğraşıyoruz? İlim irfan yuvası olması gereken, bilimsel özerkliği olan, bilim ve teknolojinin üretildiğini varsaydığımız üniversite nelerle uğraşıyor? Bu resmen tatminsizlik, görev emanetinin sultaya dönüşmesi diyebileceğimiz anlamsız bir protokol hastalığı diye düşünmeye başladım… Kafam bir yığın soru ile meşgul iken bir arkadaşım bir video paylaştı internet ortamında ve altında şu cümle yazılıydı. “Bilim ego’nun bittiği yerde başlar…” Tamam dedim… İşte, kafamdaki soruların bütün cevaplarını bulmuştum bu cümlede. Hemen açtım ve videoyu dikkatlice izledim. Bakın, ABD-NASA’da çalışan Neva Çifçioğlu Banes o videoda neler söylüyor, neler anlatıyor? 

TEDx konuşmalarında, seyircilere bir soru sorarak, EGO konusundaki sunumuna başlayan Neva Çifçioğlu; üniversite ve bilim dünyasında “Ego”ların çarpışmasını kendi hayatından örneklerle anlatıyor. Ve Neva Çifçioğlu önce ego’yu şu cümlelerle tanımlıyor.  

“Ego kendini dev aynasında görmektir.” 

“Ego çok az bilip çok bildiğini sanmaktır.” 

“Ego kişinin kendi kendisini kral ilan etmesidir.” 

“Ego yabani tohuma benzer, bahçelerde bulunan yabani ayrık otu gibidir. Onu zamanında ayıklamazsanız bütün bahçeyi sarar ve sebze-bostan alamazsınız.” diyor ve ardından kendi ego’sundan nasıl kurtulduğunu anlatıyor. 

-NASA’dan çalışma teklifi gelince içimdeki ego tavan yapmıştı adeta, diyor… NASA’nın çalışma teklifini heyecanla kabul eden Neva Hanıma NASA’da bir oda tahsis ediliyor ve odanın kapısına sadece ismini yazıyorlar… Bunu gören Neva Hanım küplere biniyor. Niçin akademik titrim (Doç. Dr. Neva…) ismimin önüne yazılmadı? Bu unvanları biz kolay mı elde ettik… filan diye söyleniyor. Araya girenler Nasa’da hiç kimsenin unvan kullanmadığını, unvanların eşyalarda olduğu gibi “birer kenar süsü” olduğunu filan söylüyorlar… Bunu duyunca Neva Hanım biraz utanıyor ve “ego” konusundaki ilk dersini alıyor. İkincisi de yine NASA’da oluyor. Neva Hanımın içinde bulunduğu bir ekip NASA’da çok önemli bir buluş gerçekleştiriyorlar. Projede ağırlıklı Neva Hanımın çalışması ve katkısı sözkonusu… Üstelik çalışmanın raporunu da Neva Hanım yazıyor. Daha sonra çalışmada yer alan personelin isimleri yazılırken bu sefer öncelik, sonralık tartışmasını gündeme getiriyor Neva Hanım ekipte… Bu tartışma yapılırken NASA emektarlarından ve önde gelenlerinden bir hocaları geliyor salona. Hoca;

-Nedir konu, neyi tartışıyorsunuz? deyince, Neva Hanım,

-Hocam çalışmanın ağırlıklı yükü benim üzerimde, raporunu da ben yazdım, benim ismim öne yazılması gerekmez mi? Haksız mıyım hocam? diyor.

Bunun üzerine Hocası, bu durumdan hoşlanmadığını hissettiren bir yüz ifadesi ile hiçbir şey söylemeden salondan çıkıp gidiyor. Neva Hanım Hoca’nın bu tepkisi(zliği) karşısında şaşırıyor. Orada bulunanlardan birisi Hoca’nın niçin böyle davrandığını açıklıyor ve diyor ki:

-Hoca’mızın burada onlarca buluşu var. Ne buluşlarının ne de uluslararası yaptığı yayınlarının altında Hoca’nın ismi bulunmamaktadır. Hoca bütün buluşlarını çalıştığı kuruma bağışladı. 

Bunun üzerine Neva Hanım,

-Peki CV’sinde bunlara ihtiyaç olur. Niçin ismini yazmıyor ki? dediğinde, 

-Onu herkes tanır. Buna ihtiyacı yok ki… Bunun üzerine Neva Hanım bir kez daha içinde yaşattığı ve büyüttüğü EGO’sunun mahcubiyetini yaşadığını söylüyor… Ve ardından o çarpıcı cümleyi kuruyor; 

-İlim ego’nun bittiği yerde başlar… 

O zaman yukarıdaki rektörün davranışı karşısında, ister istemez şu yargıya varıyorsunuz. Bir protokol metninde benim imzamın seviyesi Milli Eğitim Müdürünün değil, olsa olsa valinin imzasının seviyesinde olması gerekir, diyerek yapılacak iş yerine, imzasının hizasını, yerini önemseyen bu üniversitede ilim namına hiçbir çalışma yapılmıyor, yargısında bulunuyorsunuz…  

Atalarımız ne güzel söylemişler; “Kuyudaki kurbağa gökyüzünü kuyudan görebildiği büyüklükte sanırmış.” 

Milli Eğitim Müdürlüğü ile Üniversite Rektörlüğünün eğitim konusunda iş birliği yapmak üzere hazırlanan protokolde, soruyorum size “Sizce kimin imzası kimin imzasının üstünde olmalı? Bu sorunun cevabını biz, bizim hallerimizde bulamadık. Sanırım siz de bu saçma sorunun cevabını, yukarıda NASA’da çalışan Neva Hanımın anlatımı bağlamında bulmuşsunuzdur.  

Bir tarafta insanın DNA’sının sarmalında dolaşan,  uzayın fethine çıkan gelişmiş dünya üniversiteleri, diğer tarafta protokol metninde kim nereye imza atmalı? Kimin imzası kimin imzasının yanında, altında ya da üstünde olmalı? mücadelesini yapan ülkemizde EGO’su tavan yapmış bir üniversite rektörü…

İlim dünyasında, egoları gömecek mezarcı aranıyor desek, haksız mıyız acaba?

Yorum Yapın

Navigate