Kırım’ın İşgalcisi, Türkmeneli’ndeki Katliamların Suçlusu Rusya Yeni Dostumuz mu?

AHMET EDİBÂLİ

Ülkeler Dost Olur mu? Dostluğun Şartı Nedir?

“Dost”, sevilen, güvenilen, dayanılan, iyi anlaşılan, yakın arkadaş olarak tanımlanır. Bu tanımlama ile dost kelimesi sadece gerçek kişiler ve insanlar için geçerli olabilir.

Bir süredir Türk Diplomasi kültürüne dahil edilmeye çalışılan “dost ülke” tanımlaması müttefik kelimesinin yerine geçiriliyor. Bu ise binlerce yıllık devlet yönetim anlayışında fanilerin yıkı etkisi yahut keyfi politikanın etkisinin devlet işleyişine yansımasıdır. Bir kişi bir ülkenin yöneticisi ile tatil yapıyor veya bilmediğimiz bir sebeple derin ve sübjektif değerlendirmeleriyle “kardeşim” diye tanımlayınca o ülke ile dost olunuveriyor. Sonrasında ise o kişi ile yine bilmediğimiz gizli ilişkilerinin seyri bozulduğu için koca iki ülke birbirine düşman oluyor. 

 

Esed Dün Dost İdi Şimdi Düşman

Esed… Manipülatif ve baskıcı yöntemleri ile halkın zihnini bulandırarak ülkemizin iktidarını ele geçiren grubun başındaki lider Erdoğan’ın bir zamanlar ‘dost’ dediği, beraber tatiller yaptığı, iş ilişkileri kurduğu kişi. Şimdilerde Suriye denen Türk ilindeki işgalci emperyalistlerin uşağı, proje figüranı ajanın kurdurduğu sözümona devletin günümüzdeki yöneticisi… Suriye basınına göre kahraman. Bir zamanlar bizim basınımızda da iktidar mensuplarının dilinde de kahramandı. Şimdi ise “Zalim Esad” deniyor bu işgalci uşağına. Hangi tanımlama doğru?

 

Gülen’e Dün “Dost” Dediler Bugün Terörist Başı

Tıpkı, darbeden yılar önce ülkemizde her türlü dini istismar ile devlet kurumlarına özenle ve inatla yerleştirilen yapının liderine “FG” dediğimiz zaman “Hoca efendi hazretlerine böyle saygısızca hitap etmeyin” dendiği gibi. Bu yapının ülkemize, dinimize, milletimize, devletimize ne kadar zararı olduğunu Kur’an’dan, Sünnet’ten, akıldan ve bilimden pek çok delil getiren başyazarımız Sayın Aykut Edibâli’ye inanmamakla kalmayıp suçlayanlar, yüzleri meşin değilse kızarmalı ve başlarını yere eğmeleri gerekir. “Kandırıldım” deyip kurtulmaya çalışmak; paralı internet eşkiyalarını, akletmeyip pislik içinde kalmaya mahkum olanları inandırmaya yeter. Ama düşünen ve sorgulayan kişiler için yeterli değildir.

Şimdilik “Fetö” ismi uygun görülen, eskiden “Hoca efendi hazretlerinin hizmet teşkilatı” diyenlerin gerçek yüzünü teşhis edenleri “din düşmanı” diye tanımlıyorlardı bir zamanlar. Hatırlamak lazım. Bu kadar büyük yalpalamaları yapanlar, dün ‘ak’ dediğine bugün ‘kara’ diyenler, yarın “Hoca efendi hazretleri, darbeyi siz yapmamışsınız, siz masummuşsunuz, kandırıldık. Bizi affedin.” de derse şaşmamak lazım. Bir yöneticinin hareketini etkileyen öğreti yok ise batılın oyuncağı olur, istese de istemese de. Gayesi sadece makamları ele geçirmek olan, bu amaç uğruna dün ‘ak’ dediğine bugün ‘kara’ diyen demagoglar, her önüne gelenin kandırmasına müsait kişiler değil de düşünen ve istişare eden yöneticiler de görevde olsa; dost-düşman tanımlamasına bir tek kişinin karar vermesi mümkün değildir.

İktidarı elinde bulunduranların; insanı ululayan batıl zihniyetin yükselişine seyirci kaldıkları gibi ülkemizin en güçlü ikinci kurumu olan diplomasiyi de “keyfi politika” ile yerle bir etmelerine daha fazla seyirci kalınmamalıdır.

 

Millî Dış Politika Bakımnda Dost Kimdir?

Yukarıda bahsedilenlerden sonra devlet ve devletlerin ideolojisi konusunu, ülkelerin dostluğu bağlamında derinlemesine incelemeye çalışalım.

1- Kuram bakımından irdeleme: Ülkeler dost ya da düşman olur mu?

2- Yönetim bilmi bakımından, Türk Dış Politikasının işleyişi hangi tasnifsel gruba dahildir? Bir ülkenin iktidarını şu ya da bu şekilde ele geçiren kişilerin kişisel ilişkileri devlet politikasını ne kadar etkiler.

3- Satın alınmış ve kurgulanmış basının anlattığı gibi midir olaylar. Manipülatif ve yönlendirici propaganda malzemesine dönen basının aktardıkları doğru mudur?

4- Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD ve Rusya katarlarından birisine dahil olmak dışında seçeneği yok mudur?

 

1- Ülkeler Dost Olur mu? Rusya İle Tarihimizde İlk Defa Dost mu Olduk?

Birinci sorumuzun cevabı ile başlayalım. Ülkeler birer tüzel kişiliktir. İnsanlar gibi etten kemikten oluşmazlar. Varsayımsal olarak hayatiyetini sürdürürler. Hiç kimse ne bir devletin ne nefes aldığını görebilir ne de şapkasını astığını. Ama vardırlar şüphesiz. Bu yapıların var olmaları için belirli koşulları yerine getirmesi gerekir. Çok genel bir tanımlama ile; belirli bir kara parçası üzerinde, kendisinin varlığını kabul eden halkın kabul beyanının sahibi olan, uluslararası hukuk aktörleri tarafından varlığı kabul edilen ve tanınan yapılar devlet mahiyetindedir. Suriye, Irak, İsrail, Suudi Arabistan gibi isimli devletlerin var olup olmadıklarının sorgulanmasına ilerde geçeceğiz. Şimdilik devlet tanımlamasının üzerinde sadece dost veya düşman olma durumu bakımından irdeleyeceğiz.

Yukarıdaki devlet tanımıma uyan her yapı bizim açımızdan devlet değildir. Bazıları ise fiili işgalcidir. Gasıptır. Ve bu hırsız, terörist devletler ile dost olunmaz.

Devletlerin kuruluşunun sebebi olan ideolojiler vardır. Ülkeler kendi ideolojilerinin gereklerini yerine getirmek için çalışır, iş birliği yapar, pakt kurar, ittifak halinde olurlar. Bu ideolojiler ya Haktır ya da batıl. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir ülkeyi “dost” diye tanımlanması için belirli şartlara uyması gerekir.

 

a- Türk Milleti’ne Zulmeden Dost Değildir.

Türkiye Cumhuriyeti devleti tarih boyunca akan Türk medeniyetinin bir parçasıdır. Sadece belirli bir dönemi ile değerlendirilemez. İdeoloji bakımından da Hakkın emrinde olduğu müddetçe yaşayacaktır. Aksi halde ise pek çok Türk boyunun Avrupa içlerinde eriyip gittiği gibi Anadolu’da tutunamayıp kaybolacaktır. Çocuklarının adının Ahmet, Mehmet olarak kalmasını istiyorsa. Bir gün ülkemizde ezanların yerini çanların alması istenmiyorsa Edirne ve Kars arasındaki bir coğrafya adına karar vermeye çalışma bencilliğinden iktidarların kurtulması gerekmektedir.

“Kırımlı” diye tanımlanan insanlar da Türkmen, Kazak, Azeri, Özbek diye tanımlanan kişiler de Türk’tür. Ve Türkiye’nin manevi sınırları Urumçi’ye de uzanır Kırım’a da. Kırım’ı işgal eden insanların zihinlerini yıkayıp Ruslaştıran, milli değerlerinden koparan Rusya Türk Milleti’nin dostu değildir. Türkmen Dağı’nda binlerce Türkmen Türkünü katleden, Türkmeneli’ni talan eden Rusya dost değildir. Ayestefanos ile bağrımıza hançer saplayan Rus dost değildir. Sarıkamış katili zalim Rus dost değildir. Ermeni çetelerini silahlandırıp kışkırtan Rus dost olmayacaktır. Tövbe edip Müslüman olana, tarih boyunca Türk Milleti’ne yaptığı maddi ve manevi zulümlerin hesabını uluslararası mahkemelerde vermediği sürece dost olamaz.

 

b- Türk İlini İşgal Eden Dost Olmaz

Kırım 2014 yılında yapılan sahte bir referandum ile Rusya’ya ilhak edildi. Kırım Türk’tür. Moskova’ya 40-50 km uzaklıktaki Kazan Türk’tür. Tahtalan Devlet Giray Han Hazretlerinin fethedildiğinde 3 gün boyunca ezan okuttuğu Moskova Türk’tür. Rusya bugün asırlık işgal politikası olan ‘Sıcak Denizlere İnme’ hayaline Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin en iyimser yorum ile gafleti ve cehaleti sayesinde tek bir askerinin burnu kanamadan ulaşmıştır. Rusya, Moskova Knezliği olarak kurulduğu günden beri Türk illerini işgal ederek genişlemesini sürdürmektedir.

Günümüzdeki Rus işgalinin en acı tarafı ise; bizden gözükenlerin milletin vergileri ile parası ödenen görkemli törenlerde besmele ile yapılan açılışlar sayesinde Büyük Türk Milleti’ne zafer kazanmış gibi yutturulmasıdır. Tıpkı “Analar ağlamasın” yalanı ile sürdürülen ‘barış süreci’ gafletinin, ‘çadır mahkemeleri’nin, Habur sınırından giren eli silahlı teröristlerin resmi geçişinin zafer diye yutturulması gibi.

Akıl ve vicdan sahibi millet evlatlarının iktidar sahipleri yerine de düşünmesi gerekir. Mersin’e tüm dünyanın terk ettiği türde bir enerji santralinin temeli atıldı. Nükleer santral. Nükleer felaketi enerji zaferi gibi sunmaya çalışanların ülkeyi nasıl bir felakete sürüklediklerini tekrar tekrar düşünmelidir. Bir Rus şirketi, kârı Rusya’ya olacağı kesin olan, tehlikesi ve zararı ülkemizin en güzel cennet parçasında olması muhtemel çöplüğü dikmeye başladı. Dünyada tüm savaşların enerji için yapıldığı unutuluyor. Petrol denen nimet yüzünden 100 yıldır İslâm dünyası paramparça ve sömürge halinde. On milyonlarca Müslüman bu enerji kaynağı yüzünden katledildi. Rusların Türkmeneli’ndeki işgalini kolaylaştırıcı santrallerini ülkemize dikmesine kim başarı diyebilir. Hiçbir NATO ülkesinin kullanmadığı savunma sistemlerini on milyonlarca liraya satın almak nasıl bir askeri stratejinin ürünü olabilir. Ancak gözü kapalı felakete sürüklenme arzusudur bu ya da tehlikeli yeni bir efendi arayışıdır. Türk dış politikasını Rusya’nın ideolojisinin hizmetine sunmak; BOP eş başkanlığından daha tehlikeli ve kanlı bir görev üstlenişin sonucu olsa gerek. Bizden gözükenlerin yeni görevinin gereği olarak Hakk ideolojinin düşmanlarını dost edinmesi açık emirlerin tümünün aleyhine olması ise ayrı bir başlıktır.

 

c- Hak İdeolojinin Düşmanı Dostumuz Değildir

Türkiye Cumhuriyeti, “Alemdarı İslam”dır. Türk dünyasının ve İslâm dünyasının lideridir. Hilafet makamını dileği an ihya etme keyfiyetinin sahibidir. Türkiye Cumhuriyeti 1921 Anayası’nda da görüleceği şekilde İslam dünyasının lideridir. Hilafet makamı ise; şimdilerde hacir altına alınan, elsiz ayaksız onay makamına çevrilmiş olsa da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde mündemiçtir. Hilafet makamı Meclis’in manevi şahsiyetindedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli makamlarının geçici olarak emanet edildiği hükümet yöneticilerinin “dost” dediği Rusya’ya hızlıca bakalım. Rusya, İstanbul’u hâlâ işgal altındaki “Konstantinepolis” diye kabul eder. Bunu da asla saklamaz. Afrin’imizi geri almaya çalışırken, Rus Dış İşleri Bakanının kendi basınına verdiği demeç gayet açıktır; “Bizim dostumuz yok, Rus menfaatleri neyi gerektirirse onu yapıyoruz, gerekirse YPG ile çalışmakta en ufak bir tereddüt yaşamayız. Moskova’da ofisleri hâlâ duruyor.”

Türkiye’nin, kendi topraklarını işgal etmek isteyen, batılın hizmetkarlarından sadece birisi olan Rusya’yı ABD yerine tercih etmesinin alkışlanacak bir yeri yoktur.

İstiklal, Büyük Türk Milleti’nin, en ağır bedelleri göze alarak, mandacılığın nimet ve zenginlik gibi anlatılan kölelik zincirlerini kırdığı ölümsüz ülküsüdür. Manda, esaret, bizden olmayanlara tabi olmak; batılın hizmetkârı emperyalistlerin satın aldıklarının bize anlattıkları gibi güzel değildir. Emperyalistler, dünyevi ve geçici imkanların sonsuza kadar kendisinde kalacağını sanarak korkak işbirlikçilerine sunar. Bilmek gerek ki süslü esaretin prangası, hangi dilde ve hangi kutsal istismar edilerek milletimize vurulmaya çalışılırsa çalışılsın kırılacaktır! Bundan önce de olduğu gibi…

 

2- Keyfi Uygulamalar ve Sürekli Seyri Değişen Dış Politika

Türk Dış Politikası, ismi gerekmez parti 16 yıldır iktidarda olmasına rağmen sürekli bir yalpalama halindedir, hiçbir zaman olmadığı şekilde. Rahmetli Atatürk’ün onurlu ve bilme dayanan, Türkiye’nin kuruluşunu birkaç yılda tüm dünyanın tanınmasını sağlayan gerçek anlamda dik duruşundan, Abdülhamid Han’ın konjonktüre uygun denge politikası sayesinde ülkeyi onlarca yıl sorunsuzca ateş çemberlerinden geçiren millî dış politikadan eser yok. Bir gün İsrail’e mizansen gereği hamasi naralarla meydan okurken ertesi gün en büyük silah anlaşmasını imzalayabiliyoruz. Amerika ile dost iken askerlerimizin başına çuval geçiriliyor. Sırf seçim propagandasına malzeme oluşturmak için ülkenin en tepesindeki kişiler bütün bürokratik teamülleri ve işleyişi ayaklar altına alıp doğrudan doğruya büyük elçi şoförüne talimat verip Almanya, Hollanda ile ipleri koparabiliyor. Sırf keyfilik yüzünden. Bir kişinin her şeyi bildiğini sanma cehaleti ve her şeye kudretinin yeteceğini iddia etmesi hadsizliği ve aczi sebebiyle. Demagoji, ajitasyon makyavelist bir duruş ile şartlar neyi gerektiriyorsa kolaylıkla yapılabiliyor. Mavi Marmara olayında kahraman denilenler, halkın ayranını kabartan naraların atılmasına sebep olan derneğin yöneticilerine İsrail’le anlaşıldıktan sonra “Bana mı sordunuz da gittiniz?” diyebilecek kadar ileri gidebiliyor koltuk sevdası.

Çözüm mü? Siyaset biliminin de çözmekte en çok yoğunlaştığı bir konuya karşılık gelir. Bilge liderin kudret zehirlenmesi dediği hadise, siyaset bilimcileri arasında “düğme paradoksu”dur. Tüm dünyayı yok etme gücüne sahip silahı ateşleyecek düğmeye basma yetkisi bir ülkenin başkanına verilirse o düğmeye doğru zamanda basıp basmayacağını seçimde oy verenler nasıl bilecek. Seçimde başa geçmek her şeyi yapmaya yeterli meşruiyet temelini sağlar mı?

Elbette hayır! Bir kişi tek başına tüm bu yetki ile asla donatılamaz. Bu kişi insanların en seçkinleri olan Peygamberler bile olsa istişare ile emrolunmuşlardır. İstişare etmeyen, tüm gücü kendisinde toplamaya çalışanların yönettikleri ülkeyi de kendilerini de felakete ve yok oluşa sürükledikleri daima diktatörlerin dehşet verici sonlarında bariz şekilde görülür.

Şimdi tek bir kişinin yüzlerce yıldır Türk Milleti’nin düşmanı olan ülkeyi dost ve kardeş ilan etmesinin hiçbir hükmü yoktur. Bu kişinin geçmişte kimlere dost dediğini yukarıda ifade etmiş idik… Bu denli kandırılma sabıkası olan kişinin Putin denen cani diktatöre dost demesinin Büyük Türk Milleti indinde bir hükmü yoktur. Yapılan her türlü gayri milli anlaşma ise ancak ihanete delildir. Türk Milleti’ni bağlamaz. Türk Milleti’nin milli iktidarının ilk icraatı da gayri millî tüm anlaşmaları fesh etmek olacaktır!

 

3- Basın Doğru mu Yazıyor?

Kurgulanmış ve sürekli bir tek kişiyi övmekle görevlendirilmiş gayri milli basının kanallarını izlemek ile bile ne kadar komik yalanlar üzerine propaganda inşa edildiğini görmeye yeterlidir. Bugün TRT devlet kurumu olmaktan çok bir partinin yayın organı olmuştur. Medya kuruluşlarının tamamı tekeldir. Yerel basın ise Basın İlan Kurumu’nun dağıttığı rüşvetler ile susturulmaya çalışılıyor. Özgür ve milli bir basından bahsedilemez. Basın kaynaklarının tamamı yalancıların sözcüsü olarak dinlenmeli. Maalesef sanıldığının aksine Türkiye için bir dünya liderliği söz konusu değil. Asırlardır yenilmişlik psikolojisi ile olumlu bir tek haber bekleyen, milli futbol takımımızın kazandığı müsabakaları “zafer” olarak algılamak isteyen, millet evlatlarını birileri bilinçli olarak yanıltıyor. Türkiye’nin büyük dünya hamlelerinden ve dünyanın en büyük liderliğinden bahseden yok, ülkemiz basını dışında.

 

4- Türkiye’nin Ortadoğu’da ABD ve Rusya Katarlarından Birisine Dahil Olmak Dışında Seçeneği Yok mudur?

Ülkelerin, sınırlı zaman ile göreve gelen iktidarların yönetim sürelerini aşan projeleri vardır. Bunlar başka ülkelerin aleyhine de olsa uygulanırlar. Önemli olan devletin kendi halkıdır. Rusya’nın Türk Milleti’ni kendi halkından daha fazla gözeteceğini sanmak ve beklemek en iyi ihtimalle aczdir. Ne Büyük Ortadoğu Projesi Türk Milleti’nin menfaatinedir ne de Rusya’nın Sıcak Denizler Projesi. Bunlar sona da ermedi, ermeyecek. Emperyalistlerin Doğu Meselesi’nin objesi kabul edilen vatan topraklarımızın korunması için konunun süjesi olan Rus ve ABD yönetimine güvenmek mümkün değildir. Birisini körü körüne seçmek de ya acizliktir ya da ihanet. Kimi seçerseniz seçin aynı derecede zarar göreceğimiz kesindir.

Türkiye’nin ali menfaatlerine hizmet eden, sadece bu milletin köklerine bağlı olanların iktidara acilen kavuşması gerekmektedir. Milli iktidarın kuracağı ‘Muhteşem Türkiye Medeniyeti’ projesi dışında ülkemizin çıkış yolu yoktur.

Yaşasın Muhteşem Türkiye!

Yorum Yapın

Navigate