Bilginin Doğruluğunun Tetkiki

Çağımızda insanların ulaştığı malumat miktarı çok artmıştır. Malumatın ham bilgi olması nedeniyle sıhhatli olmadığı, bilgi değeri taşımadığı aşikârdır. Diğer yandan ulaşılan bilgiler, doğru, yalan, yanlış, eksik ve çarpıtılmış olarak karşımıza çıkabilmektedir. Doğru ile yanlış karıştırılmıştır ve karışmıştır. Üretilen bilgilerin oluk oluk akması karşısında filtre edilmemiş, elenmemiş her bilgi anlamsız olduğu gibi hayatın anlamını da zayi etmektedir.

Son zamanlarda televizyon ve gazetelerde insanlarımızdan en çok duyduğumuz şikâyet “kime inanacağımızı şaşırdık’’ şeklindedir. Bu sözlerle insanlar şaşkınlıklarını beyan ederken, diğer yandan dile getirmeye çalıştıklarıyla, güvenilir bir otorite arayışında oldukları hususudur. Sıhhatli bir otorite gerekir ancak insanın anlama otorite edinecek büyüklüğe erişmesi, gelişmesi de yenidünyanın vazgeçilmezidir. Bireysel anlamda ise yapılacak iş, duyulan ifadeleri posa ve kötü niyetlerden ayırt edecek bir akıl süzgecinden geçirmek ve doğru ile yanlışı birbirinden ayırmaktan ibarettir.

Eleştirel Düşünce ve Sorgulayıcı Bir Zihin Yapısı

Bu demektir ki; doğru bilgiye ulaşmak ciddi bir çabayı, eleştirel düşünce yapısını ve sorgulayıcı bir zihin yapısının oluşmasını gerektirmektedir. Sorumluluğunu unutmanın kendisi sorunun önemli bir parçasıdır. Değerli bir arayışın edindirdiği zenginlik, değer dünyasının oluşudur. Değer ve sorumluluk ikilisi insana doğru ile yanlışı ayırma gücü kazandırır. Bunu edinmek temel sorumluluğumuzdur.

Sorumlu Değilseniz Sorunlusunuz

Bakış açısı ve değer dünyası oluşmuş insan; insan, tabiat ve eşya ilişkilerinde hem anlamlı, hem de tutarlı bir mesuliyet sergiler. Her duyup gördüğü anlam terazisinde tartılarak dışa aksettirilir. Sıradanlık kendini olgunluğa dönüştürür. Böylece kişi her duyduğunu başkalarına söylemez. Temyiz gücünü kullanan iradeli bir hayat sergiler. “Kişinin her duyduğunu söylemesi yeterli bir ayıptır (kusurdur)”. Ayrıca, “Size bir fasık haber getirdiğinde onu tetkik edip araştırın” denmiştir.

Öyleyse günümüzde insanımızın karşısındaki en büyük sorun, bireysel olarak kendini değerli kılma ve bilgi değerlendirmesi yapabilme zorunluluğudur. Bu zorunluğun bir problem olarak tezahür etmesinin nedeni ise, millet olarak bilgi değerlendirmeyi yapacak eleştirel bir bilgi sermayesine ve kırıp dökmeyecek tahkikle neticeye varma alışkanlığımızın olmamasıdır.

Milletimizin ezici çoğunluğu, bilimsel düşünce dediğimiz sebep-sonuç ilişkisi kurma işini yapamamaktadır. Tekraren ifade edelim ki eğitim, aile, çalışma hayatı ve sosyal hayatımızda seyreden temel sorunumuz; sorumluluğunu bilgiyle güçlendirmiş, haddini bilen, eleştirel düşünebilen şahsiyetli insan yetiştiremeyişimizdir.

Vatandaşlarımız çoğunluğu genellikle kendilerine otorite olarak gördükleri kişi ve kurumlar tarafından tebliğ edilen haberlere, kanaatlere, uygulamalara, ifadelere kuvvetle inanma eğilimindedir. Otorite, sözü dinlenen, farklı çoklukların “ötekileşmeyle” oluşturduğu klikler, duvarları bir araya getirerek hayat binasını oluşturmamakta, herkes kendi başına bir duvar olarak mezrasında boy göstermektedir. İşte sorun da bu iletişimsiz, katılaşmış, başkası görme yapılarından kaynaklanmaktadır. Yani sorun, bu kaynaklardan gelen bilgiler çeşitlendiği zaman ortaya çıkar: Toplum hangi bilgiye inanacaktır? Herkesin bilgisinin ayrı olması karar ve iradenin de ayrışmasını sağlar. Önemli bir sonuç olarak; bu durumda topluma verilen eğitimin doğasında belirleyici bir rol oynar.

Toplumumuza Bir Göz Atalım

Türkiye’deki ailelerin ezici çoğunluğu hâlâ otoriter pederşahi aileler olup böyle ailelerde çocuğa birey olarak değer verilmez. Çocuk otoriter bir babanın egemen olduğu bir evde yetişmişse, yaklaşık 6-7 yaşına kadar verilen bilgiyi veya alınan kararları sorgulamanın pahalıya patlayacağını öğrenir. Öğrenilen bu kalıp onu ömür boyu pençelerine alır. Böyle bir ortamda yetişen çocuk kendi aklını ve gözlemlerini kullanmayı öğrenemez veya öğrense bile bunu açıkça değil, dolambaçlı ve gizli yollardan yapmayı tercih eder. Türk aile yapısında çocuk yavru olarak sevilir ve kollanır. Ama kendisine bir birey olarak saygı duyulmaz. Bu da kendi aklını ve gözlemlerini kullanamayan bireyler oluşturur. Ayrıca bu durum bireyleri aynı zamanda karamsar da yapar.

Böyle bir ortamda okula gönderilen çocuk orada da genellikle otoriter öğretmenlerle karşılaşır. Okulu bitiren erkek askere gider ve orada karşısına çıkan disiplin kavramını o zamana kadar gördüğü otoriter ortamın havasıyla karıştırdığı için, askerî disiplinin gerçek doğasını anlayamadan ve ne yazık ki hayatının kendisine askere gidene kadar vermiş olduğu intibalarını güçlendirerek terhis olur. Kız çocuğu ise genellikle tahsilini bitirince evlenir ve genellikle baba otoritesinden koca otoritesinin altına teslim edilir.

İş hayatında, sosyal hayatta ve yetişkinlikte ise patron, devlet, siyasetçi ve şeyhler kişiler üzerinde tahakküm kurmaktadır. Disiplin ve saygı ile tahakküm birbirine karıştırılmaktadır. Disiplin ve saygı gerekli fakat tahakküm kabul edilemez bir şeydir. Böyle bir toplumsal ortamın sağlıklı ve bağımsız düşünebilen bireyler üretmesinin imkânsız olduğu muhakkaktır.

Nelere Dikkat Etmeliyiz?

Doğru ile yanlışı birbirinden ayırmak için insanlar şunlara dikkat etmelidirler:

1- Söylenenlerin ve yazılanların kendi içindeki tutarlılıklarına,

2- Söylenenlerin ve yazılanların şimdiye kadar edinilen bilgilerle olan tutarlılıklarına,

3- Söyleyenlerin ve yazanların konumlarına ve art niyetlerinin olup olmadıklarına,

4- Söyleyenlerin ve yazanların geçmişlerine,

5- Bilgi kaynaklarının dayandığı temeller ve çeşitli olup olmadığına,

6- Bilgi kaynaklarının sıhhati, yorumunun bilimsel olup olmaması ve kaynaklar arasındaki tutarlılığa,

7- Tarihten ve günümüzden benzer olaylarla ilgili söylenenlerin benzerlik gösterip göstermediğine,

8- Bilgi bir bakış açısıyla sosyalleşip temsilcileriyle ameli hale geldiyse, temsilcilerinin olumlu ve olumsuz kazanımlarına,

9- Yerel, millî, insanî anlamda insanlar için mümkün-muhtemel, uyum ve çözüm potansiyelinin olup olmadığına.

 

Mümkün ve Muhtemel Çizgisinde Seyreden Doğru Arayışımız Bizi Kavgadan Arınmış Bir Soyluluğa Kanatlandırır

Bunlara dikkat edenler şunu da kesinlikle bilmelidirler ki, çoğu konuda kesin bilgi yoktur. Ebu Hanife’nin dediği gibi; mümkün ve muhtemel çizgisi arayışımızı kavgadan arınmış soyluluğa doğru buluşmaları heyecanlı hale getirir. Doğru bilgiyi üretmek veya doğru ile yanlışı birbirinden ayırarak gerçeğe ulaşmak çok ciddi bir iş olup rehberlik edilmiş doğru çabaları gerektirir. Bulunan sonuç, bireye ait bir sorumluluktur. İnsan doğru bilgiye ulaşmak için eleştirel düşünce yapısı ve sorgulayıcı bir akılla ciddi bir çaba göstermek zorundadır. Bu sorumluluğu; büyüğüne, liderine, şeyhine ve yöneticisine yüklemeye kalkan, insanlığından feragat etmiş ve sürüleşmeye, aklını kiraya vermeye razı olmuş demektir.

Sonuç olarak; insanın gerçek manada insan olabilmesi için kendi sorumluluğunu idrak etmesi ve bu sorumluluğu yerine getirmek gibi bir zorunluluğu vardır. Hayatımızı güzel ve yeni kılmak için; duyduğumuz, okuduğumuz ve gördüğümüz her şeyi bir akıl süzgecinden geçirip doğru ile yanlışı birbirinden ayırmamız lazımdır. Doğru ile yanlışı ayıma becerisi huzur, mutluluk, güçleri birleştirme yakınlığını da sağlar.

Doğru ile yanlışı ayıralım ve doğrularla beraber olalım.

Haydin doğruyu bulmaya ve doğru olmaya.

Haydin iç ve dış dünyamızı iyiliklerle inşa edebilen insan olmaya!

Yorum Yapın

Navigate