BEKLENEN MEHDİ DEĞİL SENSİN!

Türk Siyaseti, halk ile örgütlenmiş, halkın da temsil edildiği, halk ile örtüşen bir karaktere asla sahip olmamıştır. Acziyeti, çözümsüzlüğü, kendini vesayete mecbur hissetmesinin altında güdük bir kompleks, hesap sorma yollarının kapatıldığı antidemokratik yapılanmalar vardır.

Çareler Zincirinin Başlama Noktası

Türk insanı gerçek anlamda, irade olmuş, iradesini milletinden almış ve millî değerlerin hukukî temsilcisi olabilecek bir siyasî iktidar aramaktadır. Türkiye’nin icazetli siyasal, sosyal ve ekonomik güç odaklarının/ unsurlarının iyi bir gelecek inşa edemediğini, millet ve devletin bekâ problemiyle karşı karşıya geldiğini duyarlı insanlarımız görmektedir.

Milletimiz bütün allayıp-pullamalara rağmen, her sandık başına gitmesinde bilmektedir ki, mevcut iriler ve yolu tıkayanlar çözüm olmayacak. Bunu bilmek, çözüm değil, sorunun tespitidir. Çözümü yöneten siyaset sağlar. Derdimiz katmerli, derdimiz çok! Etrafımız kan gölüne döndü. Vahşetin denenmemiş türleriyle dünkü coğrafyamız acı ve ızdırap yüklü!

Bizim, kardeşlerimizin, mazlumların derdi var. Derdimiz sadece siyasi değildir elbette. Ama çareler zincirinin başlama noktası, ilk halkası da siyasidir, yani siyasettir. Siyasetin de ilacı yine siyasettedir. Çözüm de, düğüm de; siyasaldır, siyasal kökenlidir. Bu işi de insanlar yapar. Ancak; siyasetin muhtar unsurlarının ehil insanlar veya insancıklar olması, çözümle, çözümsüzlüğün şaşmaz temel ölçüttür.

Programsız, kadrosuz, metotsuz, millî birikimden habersiz aktüel kitle siyaseti, “ağzı olanın konuştuğu”, vaat ve entrikaların hiçbir hukukî sorgulamaya hacet bıraktırmadan yürütme biçimi olmuş durumda. Yapanın-edenin ettiğini, yanına kâr bırakmaktadır bu hâl. Geçime çare olmayan siyasetteki seçim, umutların baharını tahrip etmektedir. Büyük millet olmanın, uyanışın ve gereklerle donanmanın önünü kesmenin, barikatlarını örmekten öteye, milleti oyalamaktan gayrı bir netice vermemiştir, bu gidişle vermeyecektir de!

Devletten Büyük Bir Beden Değildir. Devlet, Arabasını Yürüten Sorguya Mahkûm Bir Kaptandır

Ülkemiz insanı, mesele olmayacak meselelerle uğraştırılıp, asıl meseleler karşısında iğdiş edilmişçesine, güçlerini yapay nizalarla tüketmekte, adeta hastalığını artırmaktadır. Bu girdap ve sosyo-politik hastalık; tarihten miras kalan büyük problemlerimizin artan devamıdır. Ciddi olmayı, farkında olunmayı gerektiren büyük zorluğumuzu doğru anlamak gerekir. Yani ehil, milletiyle kavgalı olmayan, milletin değer ve enerjisiyle buluşmaya lâyık, gücünü dış ve işbirlikçi iç odaklardan almayan, yeni bir siyasî kültür ve kurumlarının yapılanmasını gerektirir aciliyet dönemini yaşıyoruz. Sarmalın, çözümsüzlüğün, umudu tüketen girdabından çıkışın müdahalesi aciliyet arz etmiştir. Çünkü “Kuşatma yoğunlaşmış, Vakit daralmıştır”.

Şükür hükümetsiz değiliz. Ama millî iradeye de ulaşamadık ve seçim entrikalarıyla, muvazaalı seçim kanunlarıyla milletin irade yolunu da tıkadık. Hükümetsiz devlet olmaz elbet. Hükümet; milli, insani, tabii güçleri realize eden, yönetmenin en temel ve çağın gerektirdiği en kavi bir uzuvdur. Ancak devletten büyük bir beden değildir, devlet arabasını yürüten kaptandır hükümet… Hükmetme hukukla ve ahlakla ayrılmaz bir bütündür. Hukukî, ahlakî, meslekî sınırları içinde, siyasî bir irade olan hükümet, işlevlerini; devletin etkin bir kurumu olarak tanzim ve icra eder. Tabii ki bir hukuk ve program doğrultusunda… Bugün olduğu gibi keyfinin yettiği şekilde değil…

Hâlbuki sağlıklı bir yapılanmanın vazgeçilmeleri şunlardır:

– Problemleri çözmede hem çağdaş, hem de millî bakış açısına sahip olmak.

– Millî ve insanî ideallerle donanmış olmak.

– İlim ve halkın gücünü birleştirip, başkasına köle olmayan, başkasını da kendine köle etmeyen sosyo politik bir güç olmak, gereklidir.

Siyasal Sistemimiz; Millî İradeye, Ehliyet ve Liyakate Kapalı. Sorunumuz da Bununla Başlar…

Bu gerekler de, ülkemizde dış ve iç engellemelerden dolayı düzene kavuşamamış, güç olamamıştır. Ama potansiyel olarak bizi ayağa kaldıracak beşeri güç, bünyemizde fazlasıyla mevcuttur. Sorun; partililerimizin ve partilerimizin kötülüğünden ziyade, siyasal sistemin; milli birikime, iradeye, ehliyete, çağın donanımlarına kapalı olmasından kaynaklanmaktadır. Çözümün ilacı olabilecek yapılanma da, ancak bireyi ve partiyi öne çıkarmak değildir. Doğruda mutabık kalmak, doğru çözümleri hukukî bir tertip, terkip ve terbiye ile partilerin önüne geçirip kurumsallaştırmaktır. Hükümet Meclis’in karar ve iradesiyle çalışırsa, bürokrasisini de ilim, adalet, tecrübe ve ehliyetle çalıştırırsa, partinin değil millet mülkünün sorumlusu olarak çalışırsa, hem işlerlik, hem de güven kazanır. Çözüm sağlar. Hükümet, bürokrasi üzerindeki tavassut ve keyfiliğini kaldırırsa, yetki ve faaliyetleri kanunla tespit ederse ve meşrunun takibiyle meşgul olursa, yönetim anarşisi önlenir.

Figüran Değiştirme Oyunundan Sıyrılıp, Devlet Adamına Yol Verme Sorumluluğuna Muhtacız!

Ülkemizin temel problemlerini sen-ben iktidarına (her seçim sonrasında olduğu gibi) fedâ etme yanılgı ve gafletinin, boş bir oyunda figüran değiştirme yorgunluğundan başka bir netice veremeyeceği unutulmamalıdır.

İçi boş iktidarlığın hiçbir temel probleme getireceği çare, kalıcı çare olmayacaktır. Aynı problemlerin sadece sıralaması, yeri, öne-arkaya doğru alınarak değişmektedir. Problemler aynı kalmak kaydıyla sadece sıra numarası değişmektedir.

Niza üreten bilgilerin çöplüğü haline getirilmiş, millî ve insanî değerden her gün hızla uzaklaştırılan haliyle siyasetimiz, millî meselelerimize, hiç ama hiç çare olma kabiliyetinde değildir. “Verin-kurtulun”un tescili sayılan oy pusulasıyla, vatandaşın sihirli seçim sandığına mahkûmiyeti, insanımıza saygısızlıktır. Halkın iradesini çöpleştirmektir. Bu hukuksuz, ilimsiz, ahlâksız halin önü kesilmeden, çözüm için soruna başlama noktamız hiç bir zaman doğru olmayacaktır. “İlk taşı yanlış koymanın” garabeti buradan başlıyor. Veren neyi verdiğini ve meselesinin nasıl takipçisi olacağını bilecek, alan da emanete sadakatin hukukî, ahlakî mesuliyetine erecek ki sonuç alınsın. Bu cehalet yaftasını, “oy ver kurtul”u millî ayıbımız haline getirenler sırasıyla besbelliyken, kursaklarındaki haramları söküp alacak, adil, ehil, cesur bir yapıya ihtiyacımız vardır. Bu tescilli aktörleri ihya eden çark ıslah edilmeli ve bunlar ifşa edilmelidirler. Bu ayıptan dönüşün ve itirafının haysiyet borcumuz olduğu da artık bilinmelidir. Ve ardından da millî bir siyaset modelinin hukukî alt yapısını oluşturarak işe başlamak ikinci işimiz olsun. Siyaset, muhterislerin dümen suyunu hukukunu yok etmiş, seçimin hukuki düzeneği kevgire dönmüştür.

“Şeytanî siyaseti durduracak, rahmani siyasete yol aralayacak” kanuni düzenleme mutlaka olmalı ki, ehlinden başkası o işi yapmasın. Paravan tabela particiliğinin önü kapatılmalı ki, parti; dava ve proje kurumu haline gelecek sağlam zemine otursun. Çıkar ve rant şebekesi olarak avanta dağıtan kirli yüzü, yunmalı.

Sürdürülen Siyasetler, Problemlerimizi Örtüyor ve Kurumsal Güçlerimiz Arasında İrade Birliğini Sağlamıyor

İçi boş iktidarlık için; işsizlik, pahalılık, enflasyon, çalma-çırpma, çok büyük bir sorun olarak gözükebilir. Hâlbuki bunlar sebebi belli, ihmal edilmiş temel hastalıkların sonuçlarıdır.

Sonuçlarla sebeplere gidilir. Sakat teşhis, sakat çözüm getirir. Tedavi yöntemlerinin, her seferinde kendini allayıp pullamasına rağmen; işsizlik, pahalılık, enflasyon ve banka rezaletleriyle gün yüzüne çıkan talan ticaretini, talan siyasetini daha azdırmaktadır.

Siyaset, Türkiye’nin problemlerini, kurumsal güçleri arasında hukukla ve iradeli bir rotayla takip etmemiştir. Varlığı dış müdahale için oyuncak bir varlıktır. 14 şeker fabrikasının Cargill Raporu ile kapatılma (satılma diyorlar) kararı, dünyanın 12. büyük sermayesinin 136 milyar dolarlık gücünün, ABD desteğiyle baskınla yaptırdığıdır. Yani sermayenin ve amiri derin küresel emperyalist güçlerin yönlendirmesine namzet, ondan korkan bir yapılanmadır. Siyasetimiz aslı itibariyle, sabahının-akşamının bile düzeni belli olmaz haliyle kendini küresel güçlerin pençesine tevdi ederek, hop kalkıp-hop oturmaktadır. Laf ve kin üretmektedir! Siyaset haysiyetine sığmayan kandırmacalar, gizli bağımlılıklar ise kamuoyuna derde deva gibi gösterilmektedir. Kökü 17. asra uzanan ve 19. asırda, imhaya karşı verdiğimiz bağımsızlık savaşı, bu sapmaları rayına sokmanın siyasi, sosyal, ekonomik, askeri çabasını gütmüştür. Belli ki bu hedeflerden çok sapılmıştır, öz unutulmuştur.

Siyasetimiz, Halk İradesini Bloke Etmektedir

Vesayetçidir ve Gelişmeyi Engellemektedir

Problemimizin aslı, süreci içinde siyasetimiz, halkın iradesini ve gelişmesini sekteye uğratmıştır. Gerçek mülk devlettir, devleti koruyan ruh ve güç de adalettir. Devlet, kural ve kurumlarıyla adalet nimetini çiğnetmez, korumaya çalışır ise huzur nimeti toplumu diri tutar. Öyleyse devlet, milletin işinin, aşının, selamet ve saadetinin hem amiridir, hem de hizmetkârıdır milletin.

Devlet; işleyen kurumlarıyla ve işlevlerinin kalitesiyle vardır. Yine devlet; işlemeyen haliyle ve işlevlerinin kalitesizliğiyle yoktur veya nitelikli bir unsur haline gelememiştir. Her iki hâl de milletin güven ve mutluluğuna engeller üretir. Fatih Sultan Mehmet anlayana ne güzel söylemiş: “Aklı öldürürsen ahlâk ölür. Akıl ve ahlâk öldüğünde millet bölünür. Kadıyı satın aldığın gün, adalet ölür. Adaleti öldürdüğün gün, devlet ölür.” Mirası hikmet ve nasihat olmayanın akıbeti hüsrandır!

Devlet, milletiyle; millet, devletiyle kaim ve daim olabilir. Devletsiz millet aç kurtlara yem olan bir topluluktur. Var olan devlet, tekâmül etmiş bir millet unsurudur. Milletin derdinden, üzüntüsünden, sıkıntısından, hastalığından habersiz devlet ya sanaldır, ya yabancıların vesayeti altındadır veya hastadır. Lâle Devri, Tanzimat ve Meşrutiyet devirlerinde toplumu altyapısız modernize etme gibi çabaları netice vermemiştir. Doğru yönetim, ortak akıl ile birikime, milli ihtiyaç ve kuvvetlere dayanmaması, ithal reçetelere inanması, kısmen de samimiyetten uzak olma halinin acılı sonucudur bu…

Dış müdahalenin devlet üzerinde aleni yer etmesi, güdümlü sivil palazlanmalar, devleti sıhhatine kavuşturma değil, devletin gücünü bölmeye dönük bir seyir almıştır. İmparatorluğu bölme ve millet iradesini devletten sıyırma oyunu biçiminde seyretmiştir veya buna çanaklık etmiştir.

Uyum Yasaları mı, Uyutup İmha Etme Yasaları mıydı Gelip Geçen?

Bunca Dayatmaya Dayanabildiysek Eğer…

Özenilen yapı, kurum ve ideolojinin (Avrupa Birliği maceramız da böyledir) devleti ıslah, milleti mutlu etmeye yönelik olmadığını dayatmalarından anlayabiliriz. Yabancı projelerle kurtulma özlemi ham hayaldir. Bu iş kol-bacak nakli kadar bünyeye uyum sağlayan şey değildir. Bir millet, arızalı uzvunu, ancak kendine ait, benzer bir uzuvla yeniler. Binlerce yıllık birikimimiz ve toplumun kurumlaşma sürecindeki değerlerin inkârı ile gelişme olmaz. Uyum yasalarının birer uyutma yasaları, oyun yasaları olduğunu kabul ve kaygısı ile rahatsızız. İyi ve güzeli bulacak aklımız mı yoktur ki, bu kadar alçalıyoruz? Kaldı ki bunlar ülkemize göz dikenlerdir, başımızdaki terör belasının hamileridir!

Reformlar (halk tarafından deform olarak algılanmış) bu nedenle halkın gerçek desteğinden mahrumdur. Reform, referandum denilen alicengiz oyunları; siyasîlerin, bürokrasinin, azınlıkların ve dış güçlerin arzusu olarak (görebilenlere kıyıdan-köşeden) sırıtmıştır. (Çünkü siyaset yoluyla halk ile örgütlenmiş, halkın da temsil edildiği, halk ile örtüşen bir karaktere asla sahip olmamıştır da ondan dayatılmıştır.)

Türk Siyaseti, halk ile örgütlenmiş, halkın da temsil edildiği, halk ile örtüşen bir karaktere asla sahip olmamıştır. Acziyeti, çözümsüzlüğü, kendini vesayete mecbur hissetmesinin altında güdük bir kompleks, hesap sorma yollarının kapatıldığı antidemokratik yapılanmalar vardır.

1940 Sonrası Temel Politikalardan Sapmamız…

Yüzyıla yaklaşan Cumhuriyet hayatımızla da 1914-1924 arası verdiğimiz ölüm kalım savaşının manasıyla gazi ve şehitlerimizin ruhunu şad eder yönü bugünkü haliyle kalmamıştır. Temellerini 1940 sonrasına dayandıran siyasi-idari yapılanmamız var. Felaketimizin nirengi noktaları olan, Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi tecrübelerini değerlendirmezsek, sadece zavallı bir hayalle oyalanmaktan öteye yol alamayacağız.

Osmanlı sosyal-siyasal, ekonomik harabeleri üzerine bina edilen yeni bir oluşum ve çabasıdır Cumhuriyet… Sonra bu çabaları ve özünü unuttuğumuz, ama mirası üzerinde hoyratça vuruştuğumuz Mustafa Kemal ve arkadaşları, savunmasız, saptırılmış bir söylemin maskesi kılınmaktadır. İnsafsızca, merhametsizce ve cahilce…

Törenlerle andığımız, resepsiyonları masraflı kutlamalara rağmen, manasını, özünü kazanım şartlarını hiç sallamadığımız Cumhuriyet…

Bağımsızlığı Korumaktan,
İşveren Devlet Rolüne…

Demek ki üçüncü isabetli milli savaşımımızın da, ilk ikisi gibi saptırılması söz konusu… Aslında üçüncü müdahale, Tanzimat ve Meşrutiyet gibi köleleştirerek birilerine benzetme değil, hür kalarak kendine benzeme, kendisi olma arzusuydu. Daha sonra seçilen kalkınma modelleri; kalkınmanın asıl unsuru-öncüsü sayılması gereken halkın, yönetiminden koparak iradenin küs kılınması ve iradesiz iktidarların ekonomik zorlukları aşmak için aldıkları borçlarla, boşa kürek çekmesi gözlenir. “Borç alan buyruk da alır!”

2019 yılına yöneldiğimiz şu demde bile, bilimsel görüş ve programların rehberlik ettiği, talebi olan büyük halk çoğunluklarının temsilini sağlayan sivil siyasal kurumlarına maalesef kavuşamamış durumdayız.

Milli sayılan politik güçlerimiz, büyük siyasi ekonomik güçlerden icazet dilenmekte ve halktan gittikçe uzaklaşmaktadır. Particilik; etin-butun tartıldığı, hesabı sorulmayan reyin, manasından uzaklaşılmış kâğıdıyla yapılmaktadır. Dünyada küresel güçlenmelerin amansız kavgası arasında ezici siyasi, kültürel, ekonomik vahşetlere karşı, millet olarak varlığımızı devam ettirme şansımız, avantajlarımıza rağmen, kurumsal manada gün be gün azalmış gibi görünmektedir.

Kavgayla Doğru Hesap Yapılmaz.

Kapılar, Çare İkram Etme Vaktine Doğru Aralanmalı…

Bilgilenme, kendisi olma ve üretme çabalarının çok azı resmi destekle olabilmiştir. Buna rağmen bugün, fıtrî bir arzu ve irtibat kurulan zengin geçmişimizin tecrübeleriyle, kendi şahsiyetimizin netleşmemiş kaynaklarıyla, önemsenecek bir teması sağlamış durumdayız. Yani küflenen kültür kaynaklarımızın zihnimize bulaşan ışıkları, bizi bir millî kültür inkılâbına, sessizce sürüklemeyi arzuluyor, istiyor.

Türk Milleti’nin ve insanlığın geleceğinde şerefli görevler yapacak enerji ve güç oluşmuştur artık bizde! Kendini ve başkasını değerlendiren ve hesaba çağıran bu gönül ile zihin unsuru; Türk Medeniyet-Devlet hayatının yeni oluşumunda yerini bir gün (inşallah yakın gelecekte) alacaktır ve mutlaka almalıdır! Bu potansiyel unsur, hür ve gelişmiş bir güç haline gelecektir, gelmelidir. Son üç yüz yıldır önü kesilen, hileyle mahkûm edilen, ama kayaları yararak ortaya çıkacak günü bekleyen bu varlık suyunun önüne, yeter ki enerji tesisi olan milletin yönetim yapısı yapılabilsin…

İşte bu güç, bu organizasyonla millî güç; her türlü zavallı tuzağı kıracak, onları aşacak, onlara yani insanlık davasının önünü kendinin durdurarak engel olanlara karşı da, devletimiz; ayağa kalkmış medeniyetimiz, kerim elini uzatacaktır.

Bu gerçek “ne yapalım, çaresiziz. Mecburiyetlerimiz var (!)” diyenlere belli ki bir şey ifade etmeyecektir.

Dilediğini Abad Etme, Dilediğini Harab Etme İktidarı ve Devleti;

Sadece İstismar Çarkından Faydalanır.

Devlet çarkımız; her aklın, insani ve milli donanımını realize eden yeni bir sentezle, idrak aydınlığını oluşturarak, kendini her türlü kirli sermaye, güç odakları, hukuk ve akarın dışında oluşarak, milli bir boyut kazanmalıdır. Önce sırtımızda, sonra kafamızda ve gönlümüzde taşıdığımız ıstırabın dinmesinde en amir değer olan, insani ve milli tercihimiz olan dinimizin, bu acılı günde kavgaya alet edilmemesi gerekir. Milletimizin çok hassas olduğu bu konu, sıhhatli bilgi ve belgelerin ışığında halka sunulmalı. Din istismarının ve din düşmanlığının önünü kesen bilimsel, yasal, kurumsal tedbirler alınmalıdır.

Ecdadına vefa borcu olana, varlık şuuru teşekkül etmiş olan insana başka ne düşer ki? O teşekkül eden şuur; ‘ben, biz, hepimiz’i kapsamalı, ‘millet’ kılmalıdır…

80 milyonun her bir ferdini koruması, yükseltmesi gereken siyaset; zümreler siyaseti değil; bilimi rehber edinmiş, milleti teşkilatlayarak yanına almış, güç odaklarına diyet borcu olmayan siyasettir. Devleti milletle, milleti devletle bölünmez bütün kılan, hayati bütün kurum ve gerekleri kapsayan siyaset yani… Ülkenin hür ve ülkünün iktidar olduğu, kardeş partilerin, erdem yarışı olan siyaset zamanıdır bugün! Kendinden ve yanaşmasından gayrısını “düşman” veya “balıkçı teknesi” olarak gören kibir ve inkâra son verecek seviye oluşumuna ne kadar da muhtacız.

Temiz Siyaset, Temiz Topluma Vesiledir

Temiz siyaset; temiz toplumu gerektirir. Öyleyse… Temizlik bizimle başlamalı. Kurtarıcı tek el; Allah’ın yardımı, gerçekler ve bizim çabalarımızdır. Kurtarıcılardan kurtulma ve çabamızla kurtulma gerçeği, bir iman hakikati olarak zihin yapımızı yeniden inşa etmelidir… Yarınlar bunu bekliyor, yarınlar hepimizi bekliyor. Yarınlar sevgi ve adalete susamış milletimizin kudret elinin küresel yaraları tamir edecek gün için, bizi, sizi, hepimizi, hepimizin çabasını, kararını bekliyor! Çünkü umudun baharı; bizimle, hepimizle ve hepimizin samimi çabasıyla gelecek/ gelebilir!

Bu tercih, ihmal ettiğimiz, kurtarıcılarla(!) kaybettiğimiz yılları-yolları bulabileceğimiz tek ve öz tercihimizdir.

Öyleyse Bekleme Kardeşim, Beklenen Sensin!..

Bekletenleri de tanıyarak uyan artık! Bize ezberletilen şekliyle partinin dar geldiği bir uyanışla uyanalım ve uyandıralım! Ve tarihin aydınlığıyla, aklın yoluyla, çağı anlayıp “Kendimize Geleceğimiz” duasıyla hayırlı işlerin yoluna koyulalım. “Sizin en hayırlınız, insanlara faydalı olanınızdır” fermanına gönül vererek… ‘Beyaz Zambaklar Ülkesi’ne Mehdi mi geldi Allah aşkına? Sapmışlığın ve sapkınlığın kılıfı sayılan miskinlik zehrine katılan bu şirk balının tadıyla çabasız yaşayamayız! İnancımızın bize sunduğu kurtuluş reçetesi, iki emaneti, bugünkü kabalığını defedecek bir nezahet külliyesi karşında varken, imanın değil; imansızlığın nedeni sayılan siyasî-sosyal-dini Mehdiler bekleme kirinden kendimizi arındıralım.

Kurtuluş, yaratanın emrine uyarak olur. İlimle, ahlakla, hukuk ve eğitimle olur!

Eli Sopalı Kurtarıcı; Barış Dininin Değil, Çabasızların, Savaşı Din Edinenlerin İnanç ve Beklentisidir!

Öyleyse bekleme böylesi arızalı geleceği ve kurtarıcı meçhulleri! Bekleme Mehdileri. Çünkü iki sahih emanet başucumuzda duruyor! Kurtarıcı olan Allah, insanların kurtuluşunu kendi çabalarına, şifa verici doğrunun hükmünü bulup uygulama şartına bağlıyor. Anlama, kendimizi inşa etme ve arınma seferberliği ilan etmeliyiz!

Hakkıyla kul olmadan, gerçek insan olmanın, iki dünyayı mamur kılmanın imkânı yoktur!

Kendi kurtuluşunu insanüstü bir insana havale ederek zulüm ve zorba çarklarını yağlama ahmaklığından, ahlak adına ahlaksızlığından kendimizi kurtaracak bir selim akla, sahih bir inanca erişmeliyiz. Bu teslimiyetçi, kader cahili kaderci sükûnetlerin; sefaletimizi, felaketimizi cehaletimizin mahsulü kılmaktadır. Düşman sömürüsüne-hâkimiyetine sessiz kalışımız, insanın kendini inkârıdır, mistik bir yalanı kabule mahkûm kılınmasının hem sonucudur, hem de nedendir. ‘Mehdi gelecek’ lafı ‘İsa gelecek’ lafının yeşil bir örtüsüyse, Allah korusun şirke bulandık demektir. Son Elçi, son Peygamberdir, bu belli! Hz Peygamberi Hz. İsa’ya ümmet yapacak son hurucun gerçekleşeceği savı, tarih içinde de çelici bir rüzgâr estirmiş imansızlık fitnesidir ve sonu inkârdır.

“Son Mehdi, Hz. Muhammed’dir (sav)”. Öyleyse Mehdi bekleme! Beklenen sensin!

Bekletenleri de tanıyarak uyan artık! Kendini bekletme, zulme mühlet verme!

Partinin, cemaatin, cemiyetin, tarikatın dar geldiği bir büyüklüğe uyan! Tarihin aydınlığıyla, aklın yoluyla, çağı anlayıp “Kendimize Kendi Değerlerimizle Geleceğiz”… Amma, mutlaka kendimize geleceğiz!

Yeniden Milli Mücadele Hareketine Katıl!..

Kendimiz olup yola koyulduğumuz gün, o gündür işte.

Milletin kurtuluşunun ilk hamlesi milletin gerçek uyanışıdır.

Millet Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisinin mektebi olan Yeniden Milli Mücadele hareketiyle bize salık verilen yol bu yoldur! Yapay nizalarla, asıl meseleleri gizleyip unutturanlara karşı sesiniz ve gücünüz olmuş evlatlarındır, size unutturulan yolun takipçileridir bunlar. Bu has evlatların daralan çembere, seyreden durumun vahametine dayanarak millet olarak sizi uyanışa, hürriyetinize sahip çıkmaya davet ediyor. Büyük davanın, idrakine ermiş kadroların rehberliğinde aydınlık günlere erişmenin vaktidir diyor!

Yorum Yapın

Navigate