AYAKTA KALMAYI BAŞARAN TEK ROMA SARAYI

İstanbul’un en sevdiğim özelliklerinden biri bilhassa eski İstanbul semtlerinde gezinirken, tarihe tanıklık etmiş yüzlerce yıllık bir yapıya tesadüf eseri denk gelebilmek. Bu durum kalabalık, koşturmacalı, hızlı bir gündelik hayat içinde tarihin derinliklerine inivermek gibi geliyor bana, ansızın. Belki ayakta sapasağlam duran, belki de zamana direnmekte güçlük çekmiş, ama yıllanmakla güzelleşmiş olan bu yapıların geçmişini incelemek insanda yeni hisler uyandırıyor. Merakını cezbediyor.

İstanbul’da bir vesile ile bulunma fırsatı bulanların belki uzaktan gördüğü ve bildiği, belki de daha evvel haberdar olmadığı bir yapıyla ilgili düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bu yazımda.

Mevzu bahis olacak yapı, Erken Bizans Dönemi’nde inşa edilen fakat yapım tarihi net olarak bilinmemekle birlikte 10.-12. yüzyılda olduğu tahmin edilen Tekfur Sarayı (Blakhernai Sarayı).Tekfur Sarayı tabirinin Türk kültür tarihindeki karşılığı imparatorluk evi olarak düşünülebilir. Tekfur Sarayı Edirnekapı ve Eğrikapı arasında kalan surlara komşu. Yapı günümüzde Saray olarak adlandırılsa da, yapılış amacına dair çeşitli görüşler mevcut: yapının kuşatmalar sırasında imparatorun düşmanların hareketlerini izleyebilmesi için yaptırılan bir sur köşkü olarak kullanılması, Sultanahmet Meydanı’nda yer alan Büyük Saray ve civarındaki yapıların zaman içinde terk edilmesi ve Roma Hanedanlarının Haliç Surlarına bitişik olan bu yeni saray kompleksinden şehri idare etmeye devam etmesi gibi.

Vakti zamanında etrafı altın rengi sırmalı süslemelerle bezenmiş olan saray 13. yüzyılda Latin İstilası sırasında büyük zarar görür. Günümüzde Topkapı Sarayı’nda sergilenen Kaşıkçı Elmasının bu yapının yıkıntıları arasında bulunduğu şeklinde rivayetler bulunmaktadır. Zaman içerisinde pek çok olaya tanıklık eden ama bazı dönemlerde harap vaziyette bulunun eser dünya üzerinde ayakta duran tek Roma Sarayı olma özelliğine sahip.

Kaynak*

İstanbul’un fethedilmesinin ardından şehri yeniden canlandırmaya çalışan Fatih Sultan Mehmet, Ayvansaray-Balat çevresine Selanikli Yahudileri yerleştirir. Saray tamir edilir. Çeşitli kaynaklarda 1500’lü yılların son demlerinde Afrika’dan hediye edilen bazı hayvanların burada barındığı ve mekânın bir nevi hayvanat bahçesi niteliğinde kullanıldığı yönünde bilgiler bulunmaktadır. Evliya Çelebi de kendine özgü üslubuyla kaleme aldığı eserinde Tekfur Sarayı’ndan söz eder.

  1. yüzyılda İznik’ten getirilen ustalarla sarayda bir çinicilik atölyesi kurulur. Fatih ilçesinde bulunun Hekimoğlu Camii, Topkapı Sarayı ve Ayasofya arasında yer alan 3. Ahmet Çeşmesi ve Kandilli Camii’nin süslemelerinde yer alan çiniler Tekfur Sarayı’nda üretilir. Saray bir süre cam atölyesi olarak da kullanılır.

1864 yılında Edirnekapı Yahudi Mahallesinde çıkan yangın sonrası kullanılamaz hale gelen cam atölyesi, 1894 yılındaki büyük İstanbul depreminde de büyük hasar görür ve uzun süre harap halde kalır.

Oldukça uzun süre atıl halde kalan saray, yapının kültürel amaçlarla kullanılması amacıyla Saadettin Tantan’ın Fatih Belediye Başkanlığı döneminde (1990’lı yıllar) girişimler olur, ancak başkanın istifası sonrası çalışmalar sekteye uğrar. 2005 yılında tekrar başlayan çalışmalar neticesinde eser, 2019 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından Tekfur Sarayı Müzesi olarak halkın ziyaretine açılır.

Tekfur Sarayı’nın tarih içindeki serüvenini çok detaya girmeden aktarmaya çalıştım. Tarihe uzun zaman tanıklık etmiş, çeşitli dönemlerde farklı amaçlarla kullanılmış hatta atıl kalmış, akabinde restore edilmiş bir yapıyı detayları ile aktarıp değerlendirmesini yapabilmek tarih, mimari, sanat tarihi ve sosyoloji gibi çok farklı disiplinlerde bilgi sahibi  olmayı da beraberinde getiriyor. Bu yetkinlikte olmadığım için aktardıklarımı sade vatandaş gözü ile gezip gören ve paylaşan birinin fikirleri olarak değerlendirmeye alınız lütfen.

Tekfur Sarayı Müzesi’nde sarayın atölye olarak kullanıldığı dönemlerde imal edilmiş olan çini ve cam objelerin örnekleri sergileniyor. Ayrıca farklı yüzyıllarda Osmanlı Devleti döneminde Anadolu’nun değişik yerlerinde (Eyüp, Beykoz gibi semtlerde, Çanakkale ve İznik’te) veya Avrupa ülkelerinde üretilmiş olan çini, seramik ve cam obje parçalarını görebilmek mümkün (İncelediğim eserler arasında –benim gördüğüm en eski eser, hafızam beni yanıltmıyorsa- 9. yüzyıla ait bir çini parçasıydı). Görülebilecek eserler arasında cam bilezikler (kadınlar tarihin her döneminde takıları sevmiş olmalı diye düşündüm ben de: ), cam kandil dipleri, cam matara, hokka, tabak, kapak, çömlek, testi, fincan,… yer alıyor.

Müzede sanal ekranlar da ziyaretçilerin ilgisini çekebilecek şekilde kullanılmış. Sanal ekranda çini parçalarını tamamlayarak oluşturulan yapbozlar, çini parçalarını sanal ortamda boyamak gibi etkinlikler geleneksel el sanatının teknoloji ile birleşmiş hali gibi.  Hologram teknolojisi kullanılarak çini desenlerinin yüzlerce yıllık saray binasının cephe duvarlarında arzı endam etmesi, hoş bir görsellik sunuyor. Saray müzesi içinde asansör bulunması sebebi ile engelli vatandaşların ziyareti için de uygun bir mekân. Sarayın avlu kısmında küçük bir kafeterya ve hediyelik eşya satılan minik bir mağaza yer alıyor. Tekfur Sarayı 1 ay evvel ücretsiz olarak ziyaret edilebiliyordu, umarım halen öyledir.

 

Dönemi ne olursa olsun tarihi eserler dünya insanlığının ortak bir değeri. Ve bu sebeple tanınmayı, korunmayı ve hakkında bilgi sahibi olunmayı hak ediyor her biri. Müsait bir günde Tekfur Sarayı’na yakın civarda bulunan, yapılış tarihi 6. yüzyıla kadar uzanan ve mozaikleriyle meşhur Kariye Müzesi, Edirnekapı’da Mimar Sinan tarafından 16. yüzyılda Mihrimah Sultan için inşa edilen Mihrimah Sultan Camii de ziyaret edilerek hoş bir İstanbul turu yapıp sanat ve tarih dolu hoş vakitler geçirilebilir.

 

KAYNAKLAR

Zeybek Ö., Tekfur Sarayı Müzesi Ziyarete Açıldı. https://medium.com

https://beyaztarih.com

https://turkiyekulisi.com

Fotoğraf Kaynak: https://www.tekfursarayi.istanbul/tr/galeri

 

Yorum Yapın

Navigate