GEZİ PARKI DAVASI VE YANKILARI

GEZİ OLAYLARI DAVASI BERAATLE SONUÇLANDI

2013 yılında yaşanan Gezi Parkı olaylarına ilişkin açılan davanın karar duruşmasında, mahkeme heyeti dokuz sanığın tüm suçlardan beraatine, yedi sanığın ise yakalanarak ifadelerinin alınmasına karar verdi.

Gezi davası iddianamesinde Savcılık Makamı; “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya teşebbüs”, “mala zarar verme”, “nitelikli yağma”, “tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması”, “kasten yaralama”, “Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefet” suçlarının işlendiğini belirterek sanıklar hakkında dava açılmasını talep etmiş, açılan davanın yargılama süreci geçtiğimiz günlerde sonuçlanmış idi. Mahkeme heyeti davanın son duruşmasında, iddia edilen suçlar ile ilgili hukuka uygun somut ve kesin delil bulunmadığından bahisle, tutuklu sanıklar hakkında beraat kararı verdi.

İşte bu hükmün açıklanmasının hemen ardından Sayın Cumhurbaşkanı alelacele beyanat vererek mahkemenin beraat kararı için, “manevra” tanımlaması yaptı ve yeni hedefler gösterdi. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı derhal harekete geçti ve aynı gün Osman Kavala hakkında, 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında gözaltı kararı verdi. Bağımsız yargının kendi mecrasında ilerlemediğine dair ciddi kuşkular doğuran bu durum yetmezmiş gibi, Hâkimler Savcılar Kurulu (HSK) 1. Dairesi, Gezi Davası mahkeme heyetinde görevli üç hâkim hakkında inceleme ve soruşturma başlatılması için izin verdi.

HUKUKUN SİYASALLAŞMASI

Batı’dan gelen eleştiriler sebebiyle Hükümet’in de esasen Osman Kavala’nın tahliye edilmesi fikrine sıcak baktığı biliniyordu. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanı bu davadan genel olarak beraat kararı çıkmasını beklemiyordu, diğer sanıklar hakkında da, en azından Osman Kavala’nın hapiste yattığı süre kadar bir mahkûmiyet kararı verilsin istiyordu ve bu sebeple de verilen beraat kararlarına çok sert tepki gösterdi. HSK ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu tepkiyi “emir” telakki ederek harekete geçti. Savcılık, Osman Kavala’yı 15 Temmuz Darbe soruşturması kapsamında aynı gün tekrar gözaltına alarak cezaevine konulmasını sağladı. HSK ise mahkeme heyeti hakkında inceleme ve soruşturma başlatılması için izin verdi. Hem Savcılık makamı hem HSK bu kararları ile, adeta, kaş yapalım derken göz çıkarmışlardır. Zira, tarafsız ve bağımsız olması gereken yargı organları, hâkimler ve savacılar siyasilerin baskısı ile hukuk dışı davranmış, örneklerini daha önce de defalarca gördüğümüz şekilde, bir kez daha Türk Adalet ve Hukuk Sistemine büyük hasar vermişlerdir.

GEZİ OLAYLARI

Gezi olayları hem Erdoğan, hem de yakın çevresince “hükümeti devirmek için harekete geçmiş dış destekli bir operasyon” olarak tanımlanıyordu. Haliyle yukarıda bahsettiğimiz davadan “beraat” kararı çıkması, hükümet cephesinin sarıldığı önemli bir mağduriyet kozunu ortadan kaldırmış oldu.

Neydi bu Gezi Olayları, nasıl başlamış ve sonuçlanmıştı? Kısaca hatırlayalım;

2013 Taksim Gezi Parkı protestoları, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde bulunan ve sadece umumi hizmette kullanılmak koşulu ile tapuda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiş olan Taksim Gezi Parkı’nın, imar izni olmadan yeniden inşa edilmeye başlanması ile baş gösterdi. Bu amaçla ilk etapta beş tane ağacın sökülmesini fırsata dönüştürmek isteyen toplum mühendisleri, “çevre duyarlılığı ve doğayı koruma hassasiyeti” görüntüsü altında, Taksim Dayanışma Grubu üyeleri tarafından başlatılacak ve sadece Taksim’i kapsayacak düzeyde lokal bir direniş eylemini tezgaha koymuşlardı.

27 Mayıs günü Taksim Dayanışma Grubu’nun üyeleri iş makinalarının önüne geçti ve daha fazla yıkım yapılmasını engelledi. Ardından bu gruptan 50 kişi kadar parkta çadır kurarak sabaha kadar nöbet tuttu. 28 Mayıs sabahı parka daha fazla protestocu geldi. Öğle saatlerinde duvar yıkımına devam etmek isteyen ekip ile protestocular tartışmaya girdi. Yıkım çalışmalarına devam etmek için iş makineleri tekrar ilerleyişe geçti ve gruba büyük bir çoğunluğu zabıta önlüğü giymiş olan Kalyon İnşaat çalışanları müdahale etti. 29 Mayıs sabahı saat 5:00’de polis harekete geçti ve kurulan çadırları kaldırdı ve inşaat ekibi çalışmalarına tekrar başladı. Ancak kalabalığın artması ve direnişin tekrar başlaması ile polis parkta bulunan gençlere ikinci kez ama çok daha şiddetli bir şekilde karşılık verdi. Polisin sert müdahalesi grubu dağıtmaya yaramadı, aksine akşam saatlerine gelinince katılımcı sayısının tahminlerin çok üzerinde artmasına neden oldu. Ancak toplanan kalabalık polise karşı şiddet kullanmıyor, aksine yumuşak, barışçıl ve mizahi şekilde karşılık veriyordu.

GENÇLİĞİN BARIŞÇIL MUHALEFETİ

Anlaşılıyordu ki; toplumu germek ve çatıştırmak isteyen bir takım güçler yeni bir senaryo devreye sokmuştu sokmasına ama bu kez hesaplar tutmamış, bu hareketlenme kargaşa, çatışma, şiddet yerine sessiz çoğunluğun bastırılmış muhalif duygularını bilinç düzeyi yüksek bir aksiyona dönüştürmeye başlamıştı. Bu milletin DNA’sı toplum mühendislerini bir kez daha şaşkına çeviriyordu…

Lokal bir eylem niteliğinde planlanan direniş bir iki gün içinde ülkenin dört bir yanında yankı buldu. Öncülüğünü gençlerin, öğrencilerin ve orta sınıf halkın başlattığı olaylar her kesimden insanımızın katıldığı büyük barışçıl protesto mitinglerine dönüşmüştü. Ve sahneye konan oyun bir anda bozulmuştu. Zira yurdun her yanında, ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleri ile meydanları dolduran kalabalıklar, “Tam Bağımsız Türkiye” nidaları ile, ülkede yaşanmakta olan ekonomik sıkıntılara, teröre, işsizliğe, hukuksuzluklara, haksızlıklara, sosyal adaletsizliklere her kesimden terör destekçilerine, bölücülere, savaş havarilerine ‘yeter’ diyordu. Yeter!!! Gezi direnişi insanımız için, meydanlarda, parklarda, sokaklarda her müsait alanda muhalif duygularını açığa vurmaları için bir fırsata dönüşmüştü. Sokaklardaki kalabalıklar partilerden bağımsızdı. Her kesimden vatandaşımız vardı ve temel söylem ‘AKP politikalarına DUR’ şeklinde özetlenebilirdi. Mizahın egemen olduğu pankartlar taşınmakta, birlikte söylenen şarkılar, türküler ve çekilen halaylar milyonlarca insanımızın ayrışmasına değil, uzlaşmasına sebebiyet vermişti.

EYLEMLERİN İSTİKAMET DEĞİŞTİRMESİ

Protestolar, yurt içinde ve yabancı ülkelerde büyük yankı yapmış, Türk Milleti’nin kısa bir sürede bu denli güçlü bir muhalif duruş sergileyebilmiş olması herkesi şaşırtmış, hele ki olayların başından bu yana gizliden gizliye bu olayları yönlendirme çabası içerisinde olan küresel sermaye sahiplerini büyük bir telaşa düşürmüştü. Zira tezgâhlanan oyun kontrolden çıkmıştı ve yeniden kontrol altına almaları şarttı. Tavşana kaç, tazıya tut taktiğiyle, eş zamanlı olarak Sabancı, Boğaziçi ve Bilgi Üniversitesi odaklı küresel görevliler ve özellikle sırtını bu sermayeye dayamış olan içerideki taşeronları, gerek sosyal medya üzerinden ve gerekse sokaklardaki gösterileri yasa dışılığa yönlendirmek maksatlı türlü taktikler geliştirdiler. Planlı ve kararlı bir şekilde provokasyonlar, kışkırtmalar, tacizle, saldırılar, yasa dışı eylemler organize etmekteydiler. Dikkatle hazırlanan kitle yönlendirme şablonları son derece önemliydi ve bu yönlendirmelerin en önemli kanıtıydı. Olayların üzerinden dört ay geçmesine rağmen konunun batılı gazetelerin manşetlerine taşınıyor olması, başka bir ilgi çekici durumdu.

Öte yandan AKP Hükümeti de yurdun dört bir yanında politikalarının ciddiyetle eleştirilmesinden ve yapılan eylemlerden son derece rahatsızdı ve planlı provokasyonların da artması ile güvenlik güçleri müdahalenin şiddetini iyice artırmıştı. İktidar mensupları da eylemcileri vandallıkla suçluyor, ağır hakaretler ediyor ve “camide içki içildi”, “başörtülü bacıma iğrenç tacizler yapıldı” gibi toplumu tahrik edici, ispatlayamadıkları iftiralara yöneliyorlardı… Sonrasında halkın desteğini kırmak için provoke edici eylemler de gözlendi. Mesela Öcalan posterleri açıldı, PKK sloganları afişlere taşındı nihayet eylemler başka mecralara taşınmaya çalışıldı. Bunu gören büyük kitleler duruldu ve eylemler eski sıcaklığını kaybetti…Neticede çok acı durumlar yaşandı.

Olayların başlangıcının 5. Günü 1 Haziran’da kamera karşısına geçen İçişleri Bakanı Muammer Güler şöyle bir açıklama yapıyordu; 48 ilde 90’ın üzerinde eylem yapıldı, 939 kişi gözaltına alındı, 53’ü vatandaş 26’sı polis olmak üzere toplam 79 kişi yaralandı… Bu bilanço birkaç hafta içerisinde daha da ağırlaşacak ve 9 kişi hayatını kaybederken on bine yakın insanımız yaralanmış olacaktı… Biber gazı ve tazyikli su sebebiyle yüzlerce hayvan da ne yazık ki ölmüştür…

Maalesef olan olmuştu… Hiç kimsenin hoşnut olmayacağı bu eylemler tabii ki sosyolojik açıdan da tüm ayrıntılarıyla incelenmeye ve her yönüyle ortaya konmaya muhtaçtır.

DARBE ÇIĞIRTKANLIĞI, MAĞDURİYET SİYASETİ

Son günlerde ana akım medyaya kulak verirseniz gittikçe artan tempoda “bir darbenin ayak seslerini” işitebilirsiniz!.. Ülkemiz gerçekten böyle bir tehlikenin içinde mi? Sayın Erdoğan’ın Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a ağır göndermeler yaparak Ergenekon’u çağrıştırması ne anlama geliyor? Darbenin üzerinden 40 yıl geçtikten ve adı geçen kişilerin vefatlarından sonra, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12 Eylül 1980 askeri darbesinin iki ismi Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’nın rütbelerinin sökülmesini, mal varlıklarına el konulmasını talep etmesi tesadüf mü? 15 Temmuz hain kalkışmasının sürekli sıcak şekilde gündemde tutulması ve nihayet “Gezi kalkışması”nın bugünlerde yine vizyona sokulması rastlantı mı? Elbette hiç birimizin asla istemeyeceği bir darbe tehlikesi mi var, yoksa bütün bunlar bitmeyen ve rağbet gören “mağduriyet siyaseti”nin bir gereği mi?

Yorum Yapın

Navigate