Bir yıldır, siyasetle uğraşan arkadaşlarım için büyük kargaşalar yaşamış istilalara uğramış sonra dünyanın güçlü ekonomileri arasına girmiş ülkelerin tarihi hakkında tutuğum raporların tarihi gelişimlerinin özetlerini de burada paylaşmak istiyorum.
Başta şu kitap bir Kore tarihi özeti, basımı fiziken kaliteli ancak aynı şey tercüme için söylenemez sanki motamot tercüme edilmeye kalkışılmış. Veya Google translate yardımıyla Türkçeye çevrilmiş. Üslupsuz, okuyucuya okuma tadı vermeyen uzun cümlelerle kurulu bir çalışma ortaya çıkmış. Tercüme yapanlar önce çevirdiği eserin dili değil çevrilen dilin inceliklerini, kelime zenginliklerini bilmeli.
Kore sıradan bir ülke değil. Halkı da öyle MÖ birinci yüzyılda kurulu devletleri var; Gogoryo Krallığı.
Zengin tarihi tecrübelere sahipler. Büyük zaferleri, yenilgileri, İç kargaşaları, isyanları, istilalara uğramaları bu milletin zengin tecrübelerini oluşturuyor. Bir milletin tarihi zenginliği sadece askeri başarıları değil başarısızlıklarını, yenilgilerini hezimetlerini de doğru anlamasıyla orantılıdır. Eğer bir ülke evlatlarına sadece hamaset yapar zaferleri dışında yenilgi sebeplerini de anlatamazsa tarihten güç alması mümkün değildir.
Ondört asır evvel 612-614) Çin’e karşı kazandıkları Büyük Salsu Nehir savaşları, Korelilerin karşılaştıkları her hezimette, yenilgide, uğradıkları istilalardan çıkış yolu bulmada bir ümit ışığı bir moral ve motivasyon kaynağı olmuştur
612 tarihinde Kore’de kesin hâkimiyet kurmak için bir milyon kişilik ordu oluşturan Çin, Salsu Nehir savaşlarında tarihinin en büyük yenilgilerinden birini yaşamıştır.
Salsu Nehir savaşları tamamen strateji, iklim şartlarından yararlanma düşmanı belli bir coğrafyada sıkıştırıp yok etme üzerine kuruludur. Bu savaş askeri bir muharebede sayı ne kadar çok olursa olsun bunun geliştirilecek stratejilerle taktiklerle yok edileceğini göstermiştir. Bir milyon Çinli askeri ve o askerin iaşesi ile ilgilenen 120 bin Çinliden sadece üç bini geri dönmüştür. Kore yaşadıkları iç savaşlar, Moğollara bağımlı hale gelmeleri, Çin imparatorlarının hakimiyetini kabulü Köle olarak satılmaları, Japon istilalarına düştüklerinde çıkış yapmak için sığındıkları tarihi başarılarından biri işte bu savaş olmuştur.
Hangi ideoloji olursa olsun hangi sistem kabul edilirse edilsin hiçbir iktidar idare ettiği milletin geleneklerine ters düşen sistemi ilelebet uygulayamaz.
Avrupa istediği kadar laik olsun temel kültür Hıristiyanlıktır. Rusya Ortodoks geleneklerden ayrılması mümkün değildir. Çin tüccarlığının temeli Konfüçyüs anlayış üzerine kuruludur. Bu felsefe olmasa Çin olmazdı.
Atatürk de laik sistemi her ne kadar Anayasa maddesi olarak kabul etmişse de Türkiye Cumhuriyeti’nin Sünniliği Osmanlıdan daha ileridedir.
Kore varlığını Budist ve Kopnfüçyüs sentezine borçludur…
Kore’nin milli kahramanı Wonhyo’dur. (617-686 MS) O Kore Budist geleneğinin önde gelen düşünürlerinden, yazarlarından ve yorumcularından biriydi. O Doğu Asya Budizm’inde ve özellikle Kore Budizm’inde anahtar bir kavram olan Öz-İşlev fikrini ortaya koydu.
Seol Chong ise Wonhyo 5’in oğluydu. Aynı zamanda annesi prensesti. Devlet desteğiyle kültür ve eğitim alanında Kore tarihine önemli katkılar sundu. Seol de babası gibi Bilgindi. Kore alfabesini geliştirdi.
Dünyaya hakim olan ortak özelliği kültürel aşamalar sağlamış kitapla, okumayla, tetkik etmeyle araları iyi olan millete sahip olmalarıdır. Yine Kore, kalkınmasını eski çağlarda kalan efsanelerini yazıya döktüğü edebiyatına borçludur.
Eski tarihi Kore dizilerinde Koreli kadınların oldukça kibar, nazik, nezih bir dile sahip imajı çizilmektedir. Yine bu dizilerde devletin yıkılmasında tahrip edici etkili bir unsur olan rüşvet, iktidar mücadeleleri, ehliyet ve liyakat sahibi olmayanların idareci konuma getirilmeleri anlatılmaktadır.
Gerçek tarihi algılar gelecek kazandırır
TRT’de Kore dizilerinde siyaset, tarih, politika, iç çekişmeler, ihanetler gösteriliyor. Aralarında asla Süpermenler, Himan’ler, Rambolar yok. Tarihlerini didik didik ediyorlar.
1600 yılların ilk yarısı. Kore, Çin’de Ming hanedanlığına bağlı bir devlet. Bu devlet Kore’yi sürekli sömürüyor. Silah sanayisinin gelişmesine izin vermiyor. Savaşta Korelileri ön safa sürüp kalkan olarak kullanıyor. Kore kralı gizliden gizliye silah sanayini geliştiriyor. Ancak Kore’de Ming devleti ile gizli ilişkide olan devletlerine ihanet eden bürokratlar da var. Yine savaş söylentileri, iç kargaşa çıkartarak karaborsada vurgun yapan spekülatörler bozuk düzenin devamından menfaatleri gereği yanalar.
Kral Ming devletinin de kışkırtmasıyla devriliyor. Yeni kral bütün geleceğini Ming hanedanlığı himayesi üzerine inşa ediyor. Onların talebi doğrultusunda silah atölyelerini kapatıyor.
Ancak Ming hanedanlığı Jin hanedanlığına yenilince Kore Jin imparatorluğunun istilasına düşüyor. Kore teslim oluyor. Teslim töreninde yenik Kore kralı Jin imparatorunun önünde kendi askerlerinin, ailesinin huzurunda Jin imparatoruna üç defa secde ediyor. Bu utanç verici hali izleyen kralın oğlu prens başını öne eğiyor. Abisi veliaht pren ise ona ” başın öne eğme. İyi bak ve bu anı unutma!” diyor. İşte veliahtın bu sözü Milliyetçiliğin, kalkınmanın itici gücü olmanın, milli utancın gelişmesinin, Kore’nin tarihi doğru algılamasının en önemli belgesidir. Tarihin işlevi budur
Bu tarih deneyimi ve şuuru Amerika’da yok. Çünkü onların yenilgi hikayeleri yok. İşte bu tecrübesizlik Amerika’nın sonunu getirecektir. Çünkü geri çekilmeyi bilmiyor. Geri çekilme tecrübesizliği Amerika’yı yok edecektir.
Burada kendi ülkemize de bakıp söyleyelim. Malazgirt zaferi sonucunda Bizans imparatoru Diyojen Alpaslan’ın önünde o günün tören anlayışına göre yere kapaklanmış Alpaslan da onun sırtına basmıştı. Plevne’de teslim olmak zorunda kalan Gazi Osman Paşa kılıcını kural gereği diz çökmüş şekilde Rus generaline verdiğini gösteren resimler Bulgar müzelerinde sergilenmektedir.
Kore Türkiye mukayesesi
1910 yılında Japon istilasına uğrayan Koreliler bu işgale karşı tıpkı Türkiye’deki gibi Kuvayı Milliye benzeri direniş örgütlerini kurup mücadeleye başlarken yine Mustafa Kemal’in Amasya genelgesine benzeyen bir bağımsızlık bildirgesini Koreli aydınlar 1 Mart 1919’da yayınlamışlardı.
1950-1953 yılları arasında süren Kore Savaşı ülkeyi ikiye bölmüş özellikle, Güney Kore yakılıp yıkılmış ve dünyanın en fakir ülkelerinden biri haline gelmişti.
1960 Türkiye’de darbe olmuştu. Bizim darbecilerin ekonomi politikaları yoktu. 1961 yılında ise Güney Kore’de General Park Chung-Hee askeri darbeyle Güney Kore yönetimine el koydu. O, 1946 yılında İkinci Dünya Savaşı galiplerinin Kore’yi bölme politikalarına karşı geldiği için tutuklanmıştı.
1960’lı yıllarda hem Türkiye hem Kore planlı ekonomiye geçti.
Güney Kore Han Nehri Mucizesi olarak adlandırılan büyük kalkınma hamlesine girişti. İthalat odaklı sanayileşmeden İhracat odaklı sanayileşmeye girişti. Yeni köy politikalarıyla (Saemaul Hareketi) köy hayatını canlandırmaya çalıştı. Köylünün kalkınması üretime güçlü girmesi için her türlü katkıyı sağlamaya başladı.
Devlet destekli ihracatı desteklemeyi milli politikası haline getirdi. Kore halkının aklına, zihnine milliyetçiliğin Kore yerli malını kullanmak, korumak, üretimini yapmak ve bunu ihraç etmek olduğu inancını yerleştirdi.
1980’lerde Türk ekonomisinin kaptanı Turgut Özal olmuştu. Kore kalkınmasının tam tersi politikalar yürüttü. Köylüyü yok eden kararlar aldı. İthalat özellikle yabancı sigara ithalatıyla yüzbinlerce tütün üreticisinin köyünü terk etmesine neden olacak süreci başlattı. Et kombinalarını devre dışı bırakarak Türkiye hayvan üreticiliğine ağır darbeler indirdi.
Özelleştirmeyle Şeker Fabrikalarının satışı sürecini başlatan fikirleriyle Türkiye’nin şehirlerini üretimden uzak kitlelerin yığını haline getirdi.
Güney Kore Dünya piyasalarına kendi milli otomobilini sürerken Özal kendi yerli otomobil üreticilerine “teneke üretiyorsunuz” diyerek yerli milli özel sanayinin temeline kibrit suyu döktü. İthal lüks araba ithalatını yoğunlaştırdı.
Güney Kore 20 milyar dolar zarar eden ancak ödediği vergiler bunun kat kat üstünde olan Hundai şirketinin ayakta kalması için destek verdi. Güney Kore devlet güvencesiyle yurtdışında çalışan Korelilerin tasarruflarını yerli üretime teşvik edip devlet kefilli sanayiler kurarken özellikle 28 Şubat sürecinde Türkiye yönetiminde o gün etkin olanlar yurtdışındaki işçilerin kurduğu işletmeleri ideolojik ayrımlara göre sınıflayıp bazılarını mürteci olarak ilan edip batmalarını sağladı.