ABBASİ HALİFESİ MÜSTA’SIM BİLLÂH

Tarih boyunca Abbasi Devleti’nin otuz yedinci halifesi Müsta’sım Billâh gibi işkence ile öldürülen başka bir kimseye rastlamak mümkün değildir. Çok acıklı bir şekilde öldürüldüğü için her hangi bir yorum yapmadan olayı olduğu gibi aktarıyoruz.

İnişli çıkışlı bir yönetim sergileyen Abbasiler, sonunda Moğol istilasına uğradılar (756-1258) ve böylece, Abbasî halifeliği ortadan kalkmış oldu.

Abbasilerin son halifesi “Müsta’sım Billah” idi, Otuzyedinci halife Müsta’sım, Hafız-ı Kur’an’dı, temiz bir zattı. Fakat büyük gaflet içindeydi. Bütün devlet işlerini veziri İbn Alkamî’ye bırakmıştı. Taşrada valiler halkı eziyor, soyuyordu. İbni Alkamî şiî idi. Şiiliğin “İmamiyye” kolundandı. Abbasî halifeliğini yıkarak yerine “Şii” bir devlet kurmayı düşünüyor, fakat maksadını gayet gizli tutuyordu.

O zaman, Cengizoğullarından Hülâgû, İran’a hâkimdi. İbni Alkamî, Hülâgû ile gizli muhabereye girişti. Hülâgû’yu, Bağdad’ın istilasına davet etti. Hülâgû ise Abbasî halifeliğinin yıkılması fikrindeydi. Fakat halifenin bundan haberi yoktu. Hatta Bağdad’ın etrafındaki askerler bile, birer bahane ile başka yerlere gönderilerek Abbasî saltanatının askerleri azaltıldı.

İran’da, Vezir İbni Alkamî gibi Şia mezhebinde bulunan Nusayri Tûsî’nin de bu işte parmağı vardı. Rivayete göre, Nusayri Tûsî, halifeye takdim ettiği kasideden beklediği mükâfatı göremediği için kin bağlamış, İbni Alkamî ile işbirliği yapmış, Hülâgû’ya da hulûl eylemişti.

Gafil halife Müsta’sım, büyük bir ordu ile Hülâgû’nun Bağdad civarına geldiğini görünce, o zaman uykudan uyanmış, az bir kuvvetle düşmanını karşılamak zorunda kalmıştı. Fakat mağlûp olarak Bağdad’a çekildi.                                                                       ,

“Hülâgû, halife ordusunu perişan ettikten sonra, Bağdad’ın doğusunda ordugâhını kurdu. Halifeye kayıtsız şartsız teslim olma teklifinde bulundu. Fakat bu teklif, Müsta’sım tarafından reddedilince, şehri muhasara altına aldı. Bağdad muhasarası 50 gün sürdü”

Vezir İbni Alkamî, Hülâgû’nun bir dost gibi karşılanmasını, halife tarafından şehre davet olunmasını tavsiye ediyordu. Müsta’sım, Hülâgû gibi bir belâyı, kendi eliyle Bağdad’a getirmek istemedi. O zaman, vezir bizzat Moğol ordusuna gitti. Halife için aman aldı. Hülâgû’nun sulh (!) fikrinde olduğunu, halifeyi makamında bırakacağını, hattâ kızını halifenin oğluna vereceğini (!) ilan etti. Halifeyi Hülâgû’nun çadırına gönderdi. Nikâh merasiminde bulunmak üzere Bağdad ahalisinin bir kısmını da şehir dışına çıkardı. Hâlbuki halife vezirine güvenmiş olmasaydı, gaflet içinde bulunmasaydı pek âlâ kaçabilirdi.

“Halife Müsta’sım, Hülâgû’ya “Emîru’l-ümerâlık” unvanını vermek suretiyle, yine makamında kalabileceğini umuyordu. Bu hülya ile Hülâgû’nun karargâhına gitmek üzere tantanalı bir alayla Bağdad’dan çıktı. Başına, büyük ipekli bir sarık sarmıştı. Oğulları ve Abbâsi sülâlesi, Bağdad’ın eşrafı, ayanı, büyük memurları, âlimler ve fakîhler beraberinde bulunuyordu.

Moğol karargâhına gelince, halife bir çadıra tıkıldı. Yanındakiler de kordon altına alındı.

Bağdad’da yıllardan beri toplanmış olan hazinelerin yerleri için, halife zorlandı. Bir askeri birlik muhafazası altında Bağdad’a götürüldü. Sarayda gizli hazinelerin yerleri gösterildikten sonra tekrar karargâha getirildi. Hemen sarığı boynuna dolandı. Kendisi de bir çuvala sokuldu. Çuvalın ağzı bağlandı. Bir süvari birliğinin geçeceği yola atıldı. Son halife, atların ayakları altında can verdi. Heyetle birlikte gelenler de takım takım öldürüldü. Bağdad tam kırk gün yağmalandı. Ahaliden eli silah tutanlar öldürüldü. Çocuklarla kadınlar esir edildi. Bu suretle, beş asırdan beri devam eden Abbasî halifeliği de yıkıldı ve tarihe gömüldü”. “Artık, bütün şehir, bütün saraylar ve camiler ateşler içinde yanıyor, sokaklar kan ve ateş içinde kalıyordu. Bağdad’ın en zengin kütüphaneleri yağma ediliyor, Dicle nehrine atılan kitaplardan köprüler kuruluyordu”.

Rivayete göre, Bağdad’da bulunan kitaplar, Dicle’ye atıldı. Köprü teşkil edildi. Moğol ordusu, bu kitap köprülerinden geçti“.(Zekai Konrapa, Peygamberimiz,İslam Dini ve Aşere-i Mübeşşere, Sayfa: 588-589-590; İst.1993)

 

Yorum Yapın

Navigate