DEVLET YÖNETİM İLKELERİ

Kur’an’da, devlet başkanlığı, devletin yönetim şekli, devletin başına geçecek kişinin kimliği ve nasıl seçileceği gibi konularda ayrıntılı hükümler yer almaz. Sevgili Peygamberimiz de  (s.a.v.), kendisinden sonra devleti kimin yöneteceğine dair doğrudan herhangi bir kanaat belirtmemiştir. Bu nedenle devleti kimin ve nasıl yöneteceği, devlet yönetimindeki kurumların oluşturulması ve devlet başkanının tesbiti gibi konuların sorumluluğu, zaman ve mekâna göre Müslümanlara bırakılmıştır. Ancak Kur’an’da ve sahih hadislerde, devlet yönetimi konusunda adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat gibi kamu yönetimini ilgilendiren genel ve evrensel ilkelerden söz edilmiştir.

Adalet, her hak sahibine hakkını vermek, hak ve hukuka uygunluk, kanunları eşitlik ilkesine göre uygulama, herkesin kanun karşısında eşit tutulmasını sağlama, haklıya hakkını verip suçluyu da işlediği suça denk bir ceza ile cezalandırma gibi anlamlara gelir.

Adaletin uygulanması ve toplumda yaygınlaşması için yöneticilere büyük görevler düşmektedir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur. “Allah, size emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle karar vermenizi emreder…”1

Başka bir ayette ise “Allah, adaletli olanları sever…”2 buyrulur.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)  “(Herhangi bir konuda) hakemlik yaptığınız zaman âdil olun.” hadisiyle her hükmün dayanması gereken temel kuralın adalet ilkesi olduğunu belirtmiştir. Bundan dolayı Allah Resulü yöneticilere âdil olmaları hususunda sık sık tavsiyelerde bulunurdu. Çünkü devletin âdil olması bütün toplumu etkilemekte ve yönetenlerle yönetilenler arasında güvene dayalı bir bağ kurmaktadır. Bu hususta Allah Resulü şöyle buyurmuştur:  “Devlet otoritesi en büyük hamidir. Haksızlıklarla onun vasıtasıyla (yani hukuk yoluyla) mücadele edilir ve onun vasıtasıyla (tehlikelerden) korunulur. Şayet bu otoriteyi kullanan(lar), Allah’tan sakınmayı emreder ve adaletle hükmeder(ler)se bu yaptıklarından sevap kazanır(lar). Bunun aksine davranır(lar)sa (vebalini) çeker(ler).”

Yine Sevgili Peygamberimiz bir hadisinde, adaletli devlet başkanını, kıyamet gününde Allah’ın gölgesinde olacaklar arasında sayarak müjdelemiştir.

Ayetler ve hadisler, bizlerin özellikle de yöneticilerinin adaletli olmasını istemektedir. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz. Hükümet etmenin, hükmetmenin, insanların geleceği ile ilgili kararlar vermenin bir tek temeli vardır, o da adalettir. Bu nedenle ‘mülkün temeli adalettir’ diyebiliriz.

Emanet, güven verme, karşılıklı güven üzerine yapılan anlaşma, güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey, yönetimde ehliyet ve yetki anlamlarına gelir.

Kur’an’da “Allah, size emanetleri layık olana vermenizi emreder…” buyrulmaktadır.3

Başka bir ayette ise, “Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne ihanet etmeyin; emanetlerinize de ihanet etmeyin…” buyrulmaktadır.4

Daha ehil biri varken başkasını göreve getirenlerin Allah’a, Resul’üne ve bütün Müslümanlara hıyanet etmiş olacağını bildiren Kutlu Nebî, yöneticileri, görevlendirme yaparken ehliyet ilkesine göre hareket etmeye çağırmış, kayırmak suretiyle bir kimseyi göreve getiren yöneticileri kınamıştır.

Emaneti ehline vermek durumunda olan kimselerin sorumluluk duygusuyla hareket etmeleri gerekir. Emaneti isteyen, yani görev talebinde bulunan kimseler de yapamayacakları bir görevi istememeli, verilse bile kabul etmemeli ve görevin getirdiği maddî ve manevi sorumluluğu düşünmelidir. Çünkü İslâm, prensip olarak makam, mevki arzusuyla görev talep etmeye sıcak bakmamıştır. Ancak görevlendirmenin ehil ve güvenilir olduğu ilgili makamlarca tespit edilmesi ve kendisine görev verilmesi durumunda kabul edilmesi ilkesini benimsemiştir. İslam’ın bu prensibindeki amaç, işin ehil kimselere verilmesini sağlamak ve bu konuda iltimas, torpil, adam kayırma gibi haksızlıkları önlemektir.

Yöneticilik, bir kamu görevi, makamlar ve rütbeler ise emanettir. Devlet ve devletin bütün kurumlarını Allah’ın bir soya, kişiye, ırka, kavme veya gruba özel lütfu, verdiği özel bir mülk olarak değil; milletin verdiği bir emanet olarak görmek durumundayız.  Emanetler zamanı gelince de iade edilmesi gerekir. Emanetler hibe değildir.  Birisine bir emanet verdiğiniz zaman zarara uğratırsa onu tazmin etmek durumundadır. Makamlar, rütbeler hepsi de halkın emaneti, geri alınmak üzere verilmekte, yöneticiler oturduğu makamı böyle görmelidir.

Liyakat, bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk durumu; başarılı, yetenekli, erdemli, kimse anlamına gelir.

Şüphesiz her emanet de sorumluluğu gerektirir. İşler ehil kimselere değil de iltimas ve adam kayırmaya dayalı olarak liyakatsiz kişilere verildiğinde bu, ya birtakım haksızlıkları ya da bazı yeni iltimasları, kayırmaları beraberinde getirir. Hak etmedikleri ve ehil olmadıkları hâlde bu işleri üstlenen kimseler işlerini düzgün yapamayacakları gibi, o işe ehil olan insanların mağdur olmasına ve toplumsal huzursuzluğa sebep olurlar.

Kur’an’da “Emanetler liyakat, ehliyet sahiplerine verilmelidir.”5 buyruluyor. Ehliyet ve liyakat kimdeyse görev ona verilmelidir. Bu konuda kişinin sosyal statüsüne, memleketine bakmaksızın konu ile ilgili ehliyeti ve liyakati varsa yani konu ile ilgili eğitimi, bilgisi, tecrübesi ve yeteneği varsa ona verilmelidir. Ehliyet ve liyakat bunu gerektirir. Bu durum aynı zamanda bütün partizanlıkların, ahbap çavuş ilişkilerinin, kendi adamını kayırmanın, kendi adamını makamlara yerleştirmenin panzehirdir.

Adalet ve hakkaniyet olmadan toplumsal barış temin edilemez. Adaletin tesis edilmediği toplumlarda karmaşa hâkimdir. İltimasın ve adam kayırmacılığın yaygınlaştığı böyle bir toplumda sosyal denge bozulur. İltimas ve adam kayırmanın toplumsal düzeni olumsuz etkileyeceğinin farkında olan Hz. Peygamber, herhangi bir göreve birini atayacağı zaman talepten ziyade liyakati gözetir ve o iş için en uygun kişiyi seçerdi. Kimseye iltimas göstermez, kimseyi kayırmazdı. Yakını dahi olsa bu prensipten asla vazgeçmezdi. Görevlendirmelerde insanların sosyal statülerine bakmazdı. Saygın bir aileye mensup olsa bile ehil olmayan kimseye görev vermez, sıradan bir aileye mensup olsa da görevi ehil olan kimseye verirdi. Çünkü onun dünyasında iltimasa yer yoktu.

İstişare, görüş alışverişinde bulunma, fikir alma, danışma, herhangi bir konuda doğruyu bulmak için sahasında güvenilir uzmanların görüşüne başvurma, yöneticilerin halkın durumunu ilgilendiren konularda daha güzel ve yararlı sonuçlara varabilmeleri için uzmanlarla görüş alışverişinde bulunmaları anlamlarına gelir. Buna çağımızda ortak akıl diyoruz. Kur’an’da şöyle buyrulur,  “Onların işleri aralarında şûra iledir”6

Hadislerde istişare, “kişisel ve toplumsal düzeyde her iş bakımından doğru karar almanın gerekli bir yöntemi” diye tanımlanmıştır. Hz. Peygamber Müslümanlara şûrayı emrettiği gibi kendisinin de genel ya da özel işlerde ashabı ile görüş alışverişinde bulunduğu bilinmektedir. Sevgili Peygamberiniz ilk Müslüman toplumun var olma mücadelesinde belirleyici önemdeki her kararı ashabı ile istişare ederek almıştır. Bunlar arasında Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının çeşitli aşamaları ve Hudeybiye Antlaşması örnek verilebilir.

Devleti idare eden yöneticiler de halk ilgilendiren (kamu) konularda ortak akıl ile hareket etmelidir. Gerekirse halkın fikrini sormalıdır. Halk yönetime böylece katılmalıdır.  Devlet yönetimi konusunda ehil kişilerin fikrine müracaat edilmesi, sağlıklı çözümler üretilebilmesi adına hayatî önem taşır. Ortak akıl, tek kişinin aklına göre daha geniş, daha etraflı düşünür. Bazen hiç akla gelmeyen çözüm ve öneriler, birkaç kişiye danışılması sonucunda daha isabetli sonuçlar ortaya çıkarır.  Dünyanın gelişmiş ülkelerinde düşünce kuruluşlarının oldukça güçlü oldukları görülmektedir.

Maslahat, İnsanlığın yararına olan şeyler, varlığı insanlık için zorunlu olan, bir şeyin maksada uygun özellikte olması, iyi, uygun, elverişli, yararlı, iyi olana ulaştıran anlamlarına gelir.

İslam, insanın hem dünya hem de ahiret mutluluğunu hedefler. Bu nedenle can, akıl, din,  nesil ve malın korunması İslam dinin temel prensibidir. Bu temel prensiplerin korunmasında insanların faydasına olanları gerçekleştirmek ve insanlara zararı olan unsurları da uzaklaştırmak gerekir.  Buna maslahat denir. Buna da çağımızda kamu yararı diyoruz. Kamu yararını sağlayan da devlet erkidir. Devlet erki kamunun yararını gözetmelidir. Yani milletin yararı ve iyiliği için çalışmalıdır. Devlet için çalışanlar kamu adamlarıdır. Bu makamlar yöneticilerin şahsi mülkiyeti değil millete aittir. Kamu yönetiminde olanlar bu bilinçte devleti yönetmelidirler. Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulur,  “Eğer (insanlığın) maslahatı için çalışır, Allah’ın emir ve yasaklarını gereği gibi gözetirseniz şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcı ve şefkatlidir.”7

Açıklamaya çalıştığımız ilkeler konusunda günümüzün siyaset adamlarından makama gelmeden önce adaletle hareket edeceğiz, emaneti hıyanet etmeyeceğiz, görevleri ehliyet ve liyakat sahiplerine vereceğiz, ortak akılla hareket edeceğiz, halktan birisi gibi yaşayacağız, diyenleri çok duyuyoruz.  Aslında bu sözler doğrudur ve ayetlere dayanır.  Bu ilkeler en küçükten en büyük makam sahipleri için çok önemlidir ve Kur’an’dan ilham alınarak geliştirilebilecek yönetim ilkeleridir. Her kim bunlara makama geldikten sonrada uyuyorsa, bu yönetim ilkelerine uygun hareket ediyor demektir. Fakat bu sözler maalesef iktidara gelince büyük oranda unutulur. Bu durumda biz de şunu söylemek durumundayız. O zaman söylediklerinizi yapın, o vaatlerinizin yerine getirin. Ya da “neden yapmayacağınız şeyleri söylüyorsunuz.”8

 

1 Nisa suresi,  58. ayet.

2 Hucurat suresi, 9. ayet.

3 Nisa suresi,  58. ayet.

4 Enfal suresi, 27 ayet.

5 Nisa Suresi 58. ayet.

6 Şûra suresi, 38. ayet.

7 Bakara suresi, 224. ayet.

8 Saf suresi, 61. ayet.

*Kavramların tanımlanmasında MEB Dini Terimler Sözlüğünden yararlanılmıştır.

*Hadisler konusunda, DİB Hadislerle İslam Ansiklopedisinin ilgili maddelerinden yararlanılmıştır.

 

Yorum Yapın

Navigate