AİLE OLMAK VEYA OLAMAMAK

AİLE…

Aile olmak; aynı soydan gelmek değil; Allah’ın emri ve Peygamber Efendimiz  (SAV)’in kavli ile aynı çatının altında varları ve yokları, acıları ve tatlıları, sevinçleri ve kederleri paylaşabilmek ve üç nesil bir arada yaşayabilmektir. Eşler ve çocuklardan meydana gelen yapıya her ne kadar toplum nazarında aile denilse de geçmişten bir şey almayanın geleceğe taşıyacağı bırakacağı bir şey olmadığı için bu birliğe aile denemez, olsa da çekirdek aile denebilir.

Birbirinden ayrılması ve kaderde son olarak iki kişiye dönecek bir birlikteliğin neresine aile diyebiliriz? Anne-babadan meydana gelen çocuklar da nihayet kısa bir zaman sonra anne-baba gibi iki kişiye irca olan yapılara aile denebilir mi?  Tabiatta yabani hayvanlar bile kaç nesil birlikte yaşarken, ALLAH’ın (CC) akıl nimeti gibi bir zenginlik verdiği ve bütün kâinatı ayağına serdiği insanın daha doğrusu Müslüman Türk milletinin son hali!

YAKINLARINIZI NE KADAR SEVERSİNİZ?

Satırlarımızı afakî bulanlar, hamasi sanan kardeşlerim; siz babanızın veya annenizi, onların kardeşlerini yani amcanızı ve dayınızı ne kadar sıklıkla görürsünüz? Amcanız veya dayınız size ne kadar yakındır? Yüreğinizdeki yeri nedir? Onları hangi sıklık ve yakınlıkta görmek ihtiyacı duyar ve onların sevinç ve dertlerine ortak olur, sıkıntı ve dertleri ile ilgilenirsiniz?

Amcanızın ve dayınızın çocuklarını hatta onların çocuklarını yani torunlarını tanır mısınız? Sokakta gördüğünüzde selam verip geçer misiniz yahut sarılıp kucaklaşır hal-hatır mı sorarsınız? Sizin için kaçıncı dereceden akraba sayılırlar? Onların hayata dair bir sorunları olduğunda onlarla ne kadar ilgilenirsiniz. Onların başına gelebilecek bir sıkıntı sizi ne kadar üzer?

Birinci ve ikinci derece akrabalarınızı ne kadar görmeseniz görme ihtiyacı duyardınız? Hiç görmeseniz sizde herhangi bir sorun meydana getirir mi?

HUZUR EVLERİ…

Geçin bunları bir fasıl; ana-baba bir kardeşinizi veya kardeşlerinizi hangi sıklıkla görüyor veya arıyorsunuz? Kardeşleriniz sizin için komşu veya yakın bir tanıdıktan farkı ne? Hani derler ya; “Kardeş kardeşin başında kan görene kadarmış!” diye!  Kardeşinizin başındaki sıkıntılar sizi ne kadar ilgilendirir? Kendi öz kardeşinize en son ne zaman “Kardeşim” diye kucakladınız veya öyle bir kucaklaşmayı özlediniz?

Eskiden, bizim çocukluğumuzda yani bundan 50-60 sene önceleri köy yerlerinde evlerde ihtiyaç için beslenen kedi-köpekler yavruladığı zaman yavruları konu komşuya ihtiyaç varsa verilir veya uzaklara bırakılıp gelinirdi. İnsanlar kedi-köpeği bile öldürmez, ölüme terk etmezlerdi.

Son zamanlarda ana-babalar çocuklarını çocuk yuvalarına bırakması istisna ama çocukların ana-babayı huzur evi denilen kimsesiz bakım evlerine bırakması gelenek haline geldi. Çocuklar bırakmasa bile ana-babalar şartlara bakıp elden ayaktan düştüklerinde yerlerinin huzur evleri(!) olacağını ciddi olarak düşünmeye başladılar.

ANA-BABA İLE İLGİLİ ENDİŞELER

Eskiden ana-babasına bakmayan insanlar yadırganır, ayıplanırdı. Ana-babasına bakmayan, onlarla ilgilenmeyen insanlar istisna olduğu için on insanlar hakkında toplumda iyi gözle bakılmaz tenkit edilir, kız alışverişlerinde; “Onun babası, anası ana-babasına bakmadı; ondan alacağımız gelin de bize bakmaz.” Diye endişe ederek uzak durulmaya çalışılırdı.

Şu anda kendi başına kalan yaşlı ana-babaların sayısını duysanız inanamazsınız. Kaç kişinin evinde kendi halinde vefat edip kaldığını istatistiklere baksanız gözleriniz yaşarır. Bakım evlerinde kendi halinde ağzına bir kaşık su verilmeden, çocuklarına hasret giden ve yakınları cenazede olmadığı için belediyeler tarafından defnedilen ana-babalar hiçte az değil.

Elbette zaruretlerden bahsetmiyoruz. İnsanlar memurdur, tayin olmuştur. Gittiği yerde ana-baba dede-nine hasreti çekenler vardır; onlar istisnadır. Hatta bakıma muhtaç anne-baba sahibi olanların birlikte gitmelerinde ne mahzur var? Bahse konu ettiğimiz imkânı olup, durumu uygun olanlar içindir. Toplumun genel problemi içindir.

AİLE KİME DENİR?

Bir aile düşünün ki, birinin tırnağı kırılsa ötekilerin yürekleri parçalanır. Aradaki mesafeler uzak olsa bile dertler, sevinçler, varlıklar ve yokluklar ortaktır. O insanlar ayrı bile olsalar onlara aile denir. O insanlar her varlarını ve her yoklarını paylaşırlar, toplumu toplum yapan birimler de o ailelerdir.

Kan bağı olan akrabalar vardır, ana-baba, evlat olsalar da herkesin kendi varı kendinin, acısı ortak, fakat karşısındakinin varlığı da onundur, onun olmalıdır. Yani, “Benimki benim, seninki de benim.” Bu insanlar hep şikâyet halindedir. “Oğlan-kız bana vermiyor.” veya “Şu, ana-babam da bana hiç yardım etmiyor.” Veya birinin ihtiyacı olduğunda; imkânı olanın diğerinin yardımına koşmaması ve yalnız bırakması! Bu insanlara aile denebilir mi? Bu insanlar sadece kan bağı ile akrabadır o kadar. Aile olamayan insan gurupları olabilirler.

Bizim tarihten gelen, inancımızın ve kültürümüzün ürünü aile binamız milletimiz tarafından yaşatılıyor olsaydı bugün toplum içinde deist ve ateist insanlar mı olurdu? Tarihin hangi döneminde dinsiz, imansız gençlik yetiştirmişiz?

DİNİ KENDİNDEN MENKUL…

Şehirlerde yaşı-başı kemâle ermiş insanların bile en küçük dini bilgilerden mahrum olması hangi kültürün ürünü? Dedesinden- nenesinden terbiye almamış, en küçük dini bilgileri öğrenmemiş, ete kemiğe bürünmüş insan diye görünmüş ama bilgisiz, cahil insan tipinin meydana gelmesinin sebebi nedir? İnsanımızın ilkel ve kulaktan duyma bir imanı olsa da bilgisiz ve amelsiz insan, çocuklarına ne verebilir ki, çocuklarına inancını ve gereklerini öğretsin!? Böyle bir anne-babanın ürünü de ateist ve deist insanlar olur. Kimliğini ve hedefini kaybetmiş zavallı bir toplum.

Bizim çocukluğumuzda köylerimizde okul-mektep yoksa bile aile okulunda ninesinden, dedesinden öğrendiklerini 4-5 yaşındaki çocuklar bile kendi aralarında konuşur sorgular ve öğrenirlerdi. Şimdi torunlarımız, çocuklarımız neyi konuşuyor? Ellerinden Tabletler ve telefonlar da yabancı oyunları oynamaktan ne zaman vakit bulup neyi konuşacaklar.

Çocuklarımız bırakın dini mevzuları, milli mevzuları, birbirlerine anlatmalarını, geçmişleri ile bir bağları yok ki, bir sürü hayal ürünü Hıristiyan Batı Kültürlü sanal kahramanları öğrenmekten; Dini mevzuları ve Battal Gazi, Osman Gazi gibi Kahramanları öğrensinler. Onlar ömr-ü hayatında hiç kahraman yetiştirmemiş, çapulcu ve eşkıyayı kahraman sanmış batının ürettiği hayali; Heman’i, Spaydermen’i ve benzerlerini öğreniyorlar. Bu çocukların aile olmasını, geçmişi ile bağ kurup geleceğe taşımasını nasıl bekleyebilirsiniz? 18 yaşına geldiğinde ayrı eve çıkma hayalini kuran bu çocukların, büyüklerine sahip çıkması ne kadar mümkün olabilir?

BİZİM OLAN AİLEMİZİ GERİ ALMALIYIZ

Biz Müslüman Türk milleti olarak gerçek ailemize ulaşıp, geçmişi geleceğe taşıyacak ailemize kavuştuğumuz gün, bugün sorun saydığımız sıkıntılarımızın pek çoğunu çözmüş olacağız. İstanbul sözleşmesinin yerine çıkardığınız uyum yasalarını kaldırıp, milli aile yapımıza uygun yasaları getirdiğimizde, kadını gerçek yerine, makamına oturttuğumuz da kadın ölümlerinin aile parçalanmalarının nasıl önlendiğini göreceğiz. Yeter ki yönetenler bunu istesin!

Gerçekten milli bir devlet istiyorsanız, ülkenizi muasır medeniyet seviyesine çıkarmak ve siyasetteki sorunların çözülmesini, deist, ateist ve bozulmuş olmuş gençliğin değişerek özlediğimiz hatta bildiğimiz bizim gençliğimiz olmasını istiyorsanız bizim ailemizi geri getireceksiniz. İnsanlarımızı aile haline getireceksiniz. Nasıl mı getireceksiniz? Tamircilerin genel bir kuralı vardır. En son söktüğünüz parçayı ilk takarsınız, yani söktüğünüzün tersini yaparsınız.

 

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate