İSLAM RÖNESANSI; “Hükümdarlar Bir Ülkeye Girerse…?”

 

Tüm Zamanların Cazibe Merkezi

Bilinen tarih içinde Akdeniz Havzası dolayısı ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika, dünyanın en önemli gelişim ve çekim merkezi olmuştur. Bu merkez coğrafi keşifler sürecinde Batı Avrupa’ya kaymışsa da Sanayi İnkılabı ve Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra yeniden önemli hale gelmiştir.

Akdeniz Havzası’nda söz sahibi olmak için 19. Yüzyıla kadar bölge devletleri kendi aralarında mücadele ederken; bu tarihten itibaren endüstriyel gelişmenin de tahriki ile önce İngiltere ve Rusya, ardından ABD, Almanya, Japonya ve Avusturya Akdeniz ile ilgilenmeye başlamış, günümüzde ise burası Çin dahil bütün gelişmiş devletlerin öncelik verdiği yer olmuştur.

Anlaşılan tarihin her döneminde olduğu gibi Soğuk Savaştan sonra da Ortadoğu ve Kuzey Afrika uluslararası hakim güçlerin dövüş arenasıdır.

Her Devirde Farklı Etkenler Aynı Amaca Yönelmiş

Akdeniz Havzası’na sahip olmak için Antikçağ’da Mısır Firavunları, Hitit İmparatorları, Grek Tiranları, Fenike Kralları, Hellenler, Persler, Kartacalılar, Romalılar büyük savaşlar yaptılar. Amaçları ticaret ve tarım alanlarına sahip olmaktı.

Zamanla buna Katolik- Ortodoks, Sünni- Şii gibi mezhep ve Haçlı Seferleri gibi din savaşları eklendi.

  1. Yüzyılda sömürgecilerin ilgi odağı olan bölge 20. yüzyılın başlarında açgözlü emperyalistlerce paylaşıldı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Rusya’nın liderlik ettiği NATO ve Varşova Paktı’ ndan oluşan iki kutuplu dünyanın ideolojik savaş alanı haline gelmişti. Her yerde olduğu gibi daha bariz şekilde bölgede bir tarafta İngiltere ve Amerika’nın öncülüğünde diğer tarafta ise Rusya ve Çin’in etkisinde kukla iktidarlar hâkim oldu.

Soğuk Savaş’tan yani Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD ve NATO, Küreselleşmenin de rüzgârı ile bölgede belirleyici ve yönlendirici güç haline geldi. Lakin bu durum uzun sürmedi. Bir tarafta yükselen ve yayılan Çin emperyalizmi, diğer tarafta ABD ile danışıklı hareket eden Rusya bölgede etkisini artırmaya başladı.

ABD, Rusya ve Çin arasındaki “sözde çekişme” İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Japonya ve Hollanda gibi sömürgeci devletlerin ekonomik ve siyasi durumunu sarsmaya başladı.

Bu durumdan yararlanan Türkiye, İran, Suudi Arabistan, Mısır, Hindistan gibi devletler Bölgesel güç olarak ortaya çıktı. Hatta Kuzey Kore, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi uydu devletler de Bölgesel güç olma iddiasına giriştiler ya da efendileri tarafından kendilerine böyle bir rol verildi.

Ortadoğu’da Bölgesel Güçlerin Zaafları

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Akdeniz Havzasında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bugün yaşanan bunalım ve felaketlerin müsebbibi daha çok emperyal güçlerdir. Bu güçler arasındaki rekabet, bölgeden devşirme vekil savaşçıların doğmasına neden oldu. Yani İsrail, ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin doğrudan birbiriyle sıcak savaş yapmak yerine, din, mezhep, kabile, ekonomik veya siyasi sorunları kışkırtarak yerel unsurları harekete geçirip  kendi içlerinde savaştırmayı başarıyorlar.

Bölge devletleri adına zaaf yani olumsuzluk olarak tanımlanan bu durumun en önemli göstergeleri olarak şunları sayabiliriz:

  1. Mali ve ekonomik olarak hem bağımsız hem de kendilerine yeterli olamamaları,
  2. Askeri teknik, taktik ve eğitim açısından gelişmiş devletlere bağımlı olmaları,
  3. Çevre, sağlık, kültür, eğitim, yönetim, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, adalet gibi konularda sorunlu olmaları,
  4. “Bölgesel Güç” olma iddiasını sürdürürken herhangi bir gelişmiş devletin desteği ve yönlendirmesi ile hareket etmesi,
  5. Komşuları zaman zaman sıcak çatışmaya yol açan derin sorunlarla uğraşırken Küresel Güçlerden bazılarının desteğini alıp bir kısmı ile bir biçimde çatışma halinde olmaları,
  6. Bazıları nitelikli insan gücünü gelişmiş ülkelere kaptırırken, bazıları da ciddi biçimde mülteci akını ile uğraşması.

Yeni Güçler Arasında Türkiye’nin Konumu

Türkiye “Bölgesel Güç” yarışında yer alan diğer devletlerden farklı olarak bir imparatorluk varisi yani mirasçısı olarak avantajlara sahip olduğu gibi risklerle de karşı karşıyadır.

Avantajların en önemlisi devletimizin tarihinden kaynaklanan itibardır. Bütün engellemelere ve olumsuz propagandalara rağmen Selçuklu, Gazneli, Eyyubi, Memlük ve Osmanlı devletlerinin bölge halkları üzerinde bıraktıkları etkiler bayrağımızı ve devletimizi daima bir umut olarak hala dipdiri tutmaktadır. Tabii ki bu durum devletimizi yönetenlere çok ağır sorumluluk yüklemektedir. Atalardan gelen bu itibar en önemli sermaye ve yol göstericidir.

Çünkü atalarımız sömürgeci bir siyaset izlemedikleri gibi; adalet ve özgürlükler konusunda çok hassas davranmış, milletlerin özeline müdahale etmemiş, hakları korumaya, her çeşidi ile zulmü önlemeye çalışmıştır.

Tarihte Emevi hanedanı 50 yılda Irak, Suriye, Kuzey Afrika ve İberya’yı Araplaştırmıştı. Ruslar Doğu Avrupa ve Kuzey Asya’yı Slavlaştırırken, Batı Avrupalılar da sömürgeci olarak girdikleri ülkelerin İnançlarını, dillerini ve kültürlerini yerle bir etmiş, kendi dil ve dünya görüşlerini hakim hale getirmiştir. Buna karşılık günümüzde varlığını sürdüren Moğol, Tacik, Fars (İran), Peştun, Urdu, Arap, Filistinli, Berberi (Magribli), Ermeni, Süryani, Gürcü, Rum, Boşnak, Arnavut, Makedon, Bulgar, Romen, Sırp, Sloven, Hırvat ve nice millet ve topluluk dili ile, kültürü ile devlet olmalarını bahsettiğimiz Türk devletlerine borçludur ve bu durumu vicdan ve ilim sahipleri itiraf etmektedirler.

Bunun yanında Türkiye’nin en büyük dezavantajı; nitelikli idareci kadrolardan mahrum olmasıdır. Öyle ki yukarıda bahsedilen tarihi itibarımız iç politik kavgalara sermaye edilmektedir. Mali durum ortada, işsizlik, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, terör, güvenlik, adalet, şeffaflık, özgürlükler, siyasi ahlak (etik), eğitim, yatırımlar, milli kalkınma gibi sorunlar üç asırdır milletin üzerine yüktür ve idareciler ve politikacılar bu sorunlardan nemalanmaktadırlar.

Sorunları çözüp milleti şahlandırmak yerine bunları istismar ederek oy devşiren politikacı Kafkasya, Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’da başarılı olabilir mi?

Stratejik Ortaklıklar Kime Kazandırıyor

Sözde İsrail ve ABD’ye karşı Suriye’de Rusya ile birlikte hareket eden politika belirleyicilerimiz, Libya’da Fransa, Rusya ve Arap iktidarlarına karşı ABD ve İtalya ile stratejik ortak olarak hareket ediyor. Ayrıca derinden derine de Çin ile iş birliği halinde. Halbuki Rusya Suriye’ye girerken İsrail’e garanti verirken; ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya ve Çin İsrail’in yeminli muhafızlarıdır.

Türkiye’nin yerine ve durumuna göre farklı gelişmiş devletlerle iş birliği yapması sadece bizim yöneticilerimizin keşfi olup da bu taktiğimizin o devletleri idare edenlerin görmediğine inanıyoruz öyle mi?

ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İtalya ile benzer devletlerin bölgedeki sicilleri bozuk değil mi? Bunlarla kol kola Osmanlı Barışı (Pakt Ottomana) kurmak mümkün mü? Hele hele parasal, taktik ve teknik üstünlük onlarda iken…

Ortadoğu ve Afrika’nın Sorunlarını Burada Yaşayanlar Çözmeli

Bölgemizdeki sıkıntı ve sorunların önemli bir kısmı dışarıdan tetiklenmiştir. Bu yüzden sebepler çözüm olamaz.

Yapılması gereken “Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. Şayet biri ötekine saldırırsa Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıranla savaşın. Eğer dönerse artık aralarında adaletle düzeltin. Ve adaletli davranın. Şüphesiz ki Allah, adil davrananları sever. ( Hucurât 49/9)

“Ey iman edenler! Allah yolunda savaşa çıktığınız zaman iyi anlayıp dinleyin. Size selam verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek ‘ Sen Mümin değilsin’ demeyin. Çünkü Allah katında sayısız ganimetler vardır. Önceden siz de öyle iken Allah size lütfetti; O halde iyi anlayıp dinleyin. Şüphesiz Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisa 4/ 94)

” Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı Peygamberi de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan çıkmış olur. (Mümtehine 60/ 1)

Ve konuyu Saba Melikesinin Hz. Süleyman’ın mektubu karşısında yöneticileri ile yaptığı istişareyle bağlayalım. Hani Hz. Süleyman Melike’yi ve ülkesini Hak imana, dolayısı ile adalete çağıran bir mektup göndermişti. Mektupta savaşın doğası gereği yer alan kesin ve kararlı ifadeleri diğer kral ve imparatorların acımasız ve zalim tutumu ile karşılaştıran Melike durumu adamları ile değerlendirmişti.  Onlar da “savaş dahil siz ne emrederseniz biz ona hazırız” anlamında görüş bildirmişti. Bunun üzerine Melike; “Hükümdarlar bir memlekete girdiler mi orayı perişan ederler ve halkın ulularını hakir hale getirirler…” (Neml  27/34) ibretlik tespiti yapmış ardından da mektubu gönderenle diyaloga geçmiş ve barış yolunu açmıştır.

Allah (cc) Kur’an-ı Kerim’de bu olayı niçin anlatıyor?  Hz. Süleyman’ın ihtişamı karşısında Melike’nin (Kraliçe) ezikliğini mi göstermek istiyor? Yoksa uluslararası ilişkilerde askeri gücü harekete geçirmeden, harbe girmeden önce aklınızı kullanın, istişare edin, bin düşünün bir karar verin demek mi istiyor?

Evet bugün Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Türkiye ile ortak hareket edenlerin hiçbiri Hz. Süleyman’ın çizgisinde değildir. Hatta Melike’nin dediği gibi yıkıcı, sömürücü ve insanlık onurunu ayaklar altına alan zalimlerdir.

O halde yapılması gereken öncelikle ülkede birlik ve kalkınmayı sağlamak, aynı zamanda hamaset yapmadan, fazla laf yapmadan, gürültü patırtı çıkarmadan, mütevazi biçimde mazlum milletlere rehberlik etmektir.

Yorum Yapın

Navigate