BATININ İSLAM DÜŞMANLIĞI PEYGAMBER EFENDİMİZ (SAV)’E SALDIRILAR

Batı aynı batı kafa aynı kafa…

Emperyalist Batı, tarih boyunca Müslüman Türk’ün kafatasından şarap içmeye varana kadar her fırsatta Müslüman Türk’e ve Müslüman Türk’ün dinine ve Peygamberine her fırsatta saldırmaya devam etti. Tarih boyunca bu hiçbir zaman değişmedi. Dün değişmediği gibi bu günde değişmeyecek. Çünkü batı aynı batı ve batılı aynı emperyalist sömürgeci insanlardan oluşuyor. Haçlı seferlerini yapanlarla bugün Peygamber Efendimiz (SAV)’e hakaret edenler aynı milletin mensupları.

Hıristiyan batı dünyası güçlü olduğunda Müslüman’a güç uygulamaktan, zayıf olduğunda ise her fırsat bulduğunda ihanet etmekten asla vazgeçmedi. Çünkü dünya farklı ideolojilerin çatışma alanı. Hıristiyan Batı, emperyalist, egoist, sömürgeci ve zalim bir ideolojinin sahibi. Müslüman ne kadar merhamet ve şefkat medeniyeti ise batı ve batılı Hıristiyan insanı ise o kadar zalim ve egoist, merhametsiz.

Kanuni’nin mektubu!

Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralına dans ile ilgili yazdığı mektup, en az diğer mektubu kadar meşhurdur. Kanuni Fransa’da dansın çıkmasından sonra Fransa Kralına; “Ben ki, kırk sekiz krallığın hakanı Sultan Süleyman Han’ım. Sefirimden aldığım habere göre, memleketinizde dans namı altında kadın-erkek birbirine sarılmak suretiyle, açıktan faydasız işler işlenmekte olduğundan haberim olmuştur. İş bu rezaletin memkeletime de sirayeti ihtimali vardır. Name-i hümayunum elinize ulaşmasından itibaren derhal son verilmediği takdirde, bizzat ordumla gelip men etmeğe muktedirim.( Necdet Bayraktaroğlu Tarihimizde Muhteşem mektuplar)”der ve dans uzunca bir süre Kanuni korkusundan yasaklanır. Ne yazık ki dans bu gün köylerimizde bile icra ediliyor.

Fransa-İngiltere ve Abdülhamit Han

Zaten her ne melanet varsa tarih boyunca öncelikle Fransa’dan çıkar ve etrafa yayılır. Yine Peygamber Efendimizi aşağılayan bir piyes Fransa’da oynanmak istenir. Devrin Padişah’ı Sultan 2. Abdülhamit Han olayı devletlerarası krize çevirir ve Fransa piyesin oynanmasını yasaklamak zorunda kalır. Kendince Fransa’dan güçlü olduğunu sanan devrin süper gücü İngiltere oyunu sahneye koymak ister. Yine Sultan 2. Abdülhamit Han tepki verir. İngiltere, ülkesinde fikir hürriyeti olduğunu iddia etmeye kalkarlar. Abdülhamit Han; “Derhal kaldırın aksi halde size karşı Peygamberin Sancağını çıkarır cihadı mukaddes ilan ederim” diye tehdit eder ve İngiltere de oyunu sahneden kaldırmak zorunda kalır.

Tavır ve duruş önemli

Burada mesele devletin ve devlet adamının tavrı ve duruşudur. Devlet ve devlet adamı mukaddeslerine ne kadar sahip çıkıyor bu önemlidir. Fransa varlık nedeni Osmanlı’ya karşı tarih boyunca kapitülasyonlar vasıtası ile karnını doyurmuş ve hem de saldırmaktan, ihanetten ve her fırsatta zarar vermekten geri kalmamıştır. Fransa’nın sorunu belki de bilinçaltında yatan varlık nedeninin Osmanlı yani Müslüman Türk olmasıdır, kim bilir?

Fransa’nın İslam düşmanlığı yine depreşmiş; Charlie Hebolo isimli nasipsiz Peygamber Efendimiz (SAV) ile ilgili çirkin karikatürler yayınlamış ve bu çirkin çizgileri Fransa’nın Montpellier ve Toulouse şehirlerinin kamu binalarının duvarlarında yansıtılarak Peygamber Efendimiz (SAV) aşağılanmıştır. Müslümanların tepkisi üzerine,  Fransa Devlet Başkanı olan Macron ise  “İslam dünyanın her yerinde krizde, bu karikatürleri yayınlamaktan vazgeçmeyeceğiz” demiş. Yapılanları devlet eliyle desteklemiştir.

Acı olan ise…

İşin acı olan kısmı ise 2018 yılında benzer bir olayda tepki veren Müslüman Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri yetkilileri bu kez acınacak derecede batılı efendilerinin yanında durmayı tercih etmişlerdir.

BAE Veliaht Prensi Bin Zayed’in danışmanı Prof. Abdulkhaleq Abdullah, sosyal medyadan yaptığı açıklamada, “Denklem basit ve açık. Erdoğan Macron’a saldırdığında, Macron’un haklı olduğunu bilin.” (Basından) Macron babasının ikiz kardeşi her halde!

Suudi Arabistan merkezli Dünya İslam Birliği (Rabıta) Genel Sekreteri Muhammed bin Abdülkerim el-İsa; “Müslümanları azınlıkta oldukları ülkelerin uygulamalarına ses çıkarmamaya, yasalarına uymaya çağırdı.”(Basından) Yani; “Ne isterlerse yapın ve her şeye razı olun” diyor teslim olacaksın ve hiçbir insani ve vicdani hakkını savunmayacaksın, zavallı.

İslam dünyasında BAE ve Suudi Arabistan’ın durumu efendisinden korkarak kardeşini öldüren adamın durumundan farksızdır. Ve aşikâr hale gelmiştir ki,  İslam dünyasının Arap bölgesinde bulunan yapay devletler kendilerini kuran ve yönetime getiren ülkelerin yanında yerlerini almışlardır. Bu ülkelerin yönetimlerinin asıl sahiplerinin iplerinin kimlerin elinde olduğu görülmüştür.

Arap ülkelerinin çoğunu kim yönetiyor?

Bilim adamlarının ifadelerinden de anlaşılacağı üzere Arap coğrafyasındaki hemen bütün devletlerin, devlet ve ekonomik, siyasal yönetimleri Osmanlı sonrasında bölgeyi sömüren devletlerin ve özellikle İsrail lobisinin elindedir.  

İslam düşmanı ve İslam’ın dışındaki her türlü küfür ve şirk ehli insanların, ülkelerin, kuruluşların İslam’a saldırmasını abesle karşılamak olmaz. Çünkü onlar inançlarının ve eskilerin ifadesi ile fıtratlarının, tıynetlerinin gereğini yapmaktalar. İşin acı kısmı; bizim saflarımızda olması gereken, kardeşimiz saydığımız kimselerin İslam’a saldıranların safında olması İslam’ı ve Müslüman’ı yaralıyor. Dostun attığı gül misali! Hoş atılan gül değil taştır ve düşman safındadır.

Hak ile batılın kavgası

Şu bir gerçek ki, küfrün İslam düşmanlığı Âdem (AS)’in yaratıldığı zaman Allah (CC)’ın meleklere Âdem (AS) secde ile emretmesinden itibaren başlamış ve bugüne kadar devam etmiştir. Dünya durdukça da bu kavga devam edip gidecektir. Ta ki, Sura üfürülene kadar. Mesele sadece küfrün İslam’a ve İslam’ın peygamberine, İnsanlığın Efendisi Hz. Muhammed (SAV) yapılan saldırılar değildir. O dün vardı, yarında olacak. Onun cevabı gerçek Müslümanlar tarafından hak ettikleri şekilde verilecektir. Asıl mesele bizden olup karşı tarafın safında duranlardır.

İslam’a ve Peygamber Efendimiz (SAV)’e saldırılar yapılırken karşı tarafta duran ve kendisini Müslüman olarak tarif edenlerin hiçbir şekilde mazeretleri olamaz. Hiç bir mazeret onların yaptığını ne af ettirebilir nede mazur gösterebilir. 

Düşmanlarınızın sizinle her zaman kavgalı olması, onlarla normal diplomatik bir dille konuşmanın gerekli olduğunu bilmeyen, bizim taraftakilere ne demeli. Her Allah (CC)’ın günü; hakaret dilini kendisine rehber edinen ve muhataplarını tahrik edenlerin suçu yok mu?

“Allah’tan başkasını (Tanrı edinerek) çağıranlara sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak nadanlıkta Allaha söverler. Biz her ümmetin yaptıklarını (kendilerine) öylece hoş gösterdik. Sonunda, dönüşleri yalınız Rablerinedir. Artık O, ne yapıyor idiyseler kendilerine haber verecektir.” (En’am suresi Ayet108 Hasan Basri Çantay)

Sayın Cumhurbaşkanı’nın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile ilgili söylediği sözler vicdanlarda belki bir rahatlama meydana getirebilir. Ama bu dil kesinlikle uluslararası diplomatik bir dil değildir. Macron inanın bundan daha fazlasını da hak ediyor. Biz devlet adamı gibi davranmak zorundayız. Bu tür davranışlar, başkasına sövmek; ancak onlarında bize sövmesini sağlar. Nitekim adamlar ikide bir bize düşmanlıktan ve mukaddeslerimize saldırmaktan vazgeçmiyorlar.

Devletin dili diplomatik dildir

Devlet dili kesinlikte hakaret dili olamaz. Sövecekseniz bile diplomaside bunun bir üslubu vardır, o şekilde söversiniz. Aleyhimizde ne kadar insan varsa, ne kadar devlet varsa ve söylemleri bize hakaret ve düşmanlık içeriyorsa bunda bizimde yanlışlarımızın olduğunu düşünmemiz gerekir. Küfür dilini terk ederken, diplomatik dili kullanmamız gerektiğini bilmemiz gerekir.

Ellerimizi başımızın arasına alıp, “Dün birlikte kabine toplantısı yaptığımız Suriye ile neden düşman olduk? Bizim kabine toplantısı yaptığımız zaman Esat ve rejimi aynı Esat ve Rejimi değimliydi ne değişti? Suudi Arabistan ilişkilerimiz çok sıcak bir ortamda giderken ve adamlar bize sıcak para gönderirken neden bu gün farklı davranıyorlar? Libya’ya siz çantalarla dolar gönderirken, şimdi Libya neden sizinle değil de düşmanlarınızla anlaşıyor? Mısırla ilişkilerimiz en azından rutin giderken niye biz düşman olduk?” Soruları çoğaltarak meseleyi uzatmak mümkün.

Bir düşünelim; bu kadar düşman kazanmakta bizim de kusurumuz olabilir mi? Bizim her çaya kaşık her yemeğe maydanoz olmamız ve herkese tepeden bakıp hakaretamiz davranmamız sebep olmuş olabilir mi? Bizim bölgemizde yaptığımız yanlış politikaların ürünü olarak düşmanlıklar kazanmış olabilir miyiz? Elbette bizim yanlışlarımız yanında düşmanlarımızın düşmanca politikaları da bunda etkili olmuştur. İslam dünyasının her yerinde muhatabımız kim olursa olsun, kardeşimiz olduğunu, dengimiz olmasa bile öyle imiş gibi davranıp insanların kalbini kazanmamız gerektiğini bilmemiz gerekirdi.

İki yanlış bir doğru

Son zamanlarda Kıbrıs’ta uygulanan yanlış politikalardan; Akdeniz deki yanlışlara rağmen dönülmeye başlandığını görüyoruz. Elbette bundan bölgemizde ve bizimle menfaati olan ülkeler rahatsız olacaklardır. Bu normaldir. Lakin sıkıntılar etrafa saldırmakla değil gereğini yapmakla ve diplomasiyle çözülür.

Her sorunun ve her saldırının muhatabını kendinize sanmanızda ayrı bir garabettir. Kimse kendini milletin, İslam Dünyasının ve İslam’ın yerine koymasın. Bu saldırılar dün vardı, bu gün var; yarında olacak. Dozu biraz çok biraz az olabilir o kadar. Bizim yapacağımız saflarımızı sıklaştırmak, bizimle olanların sayısını artırmak, devletler bizimle olamıyorsa bile nötr durumda kalmasını temin etmektir. Davranışlarımızla bizimle olması gerekenleri karşı safa itmek ancak bizim elimizi ve gücümüzü zayıflatır.

Peygamber Efendimiz (SAV)’e yapılan hakaretlerin cevabı devlet adamları tarafından diplomatik olarak diplomatça verilmeli ve mutlaka cevaplanmalıdır. Halkların tepkisi de gerek meydanlarda ve gerek basın-yayın yolu ile en sert şekilde ama küfretmeden ve hakaret etmeden cevaplanmalıdır. Yapılanın yanlışlığı, düşmanlığın tehlikeli olduğu gösterilmelidir. Basın yayın ve uluslararası toplantılarda hakaret edenler, telin edilmeli, her uluslararası etkinlikte mahcup edilmedir.

Atalar…

Atalar milletimizin gönlüne ve ruhuna düşmanlarımızın isimlerini tarih boyunca meydana gelen olaylar sebebiyle yazarak gelmiştir. Atalar, Ermeni’nin, Yunan’ın, Rus’un düşmanlığını Fransız’ın kalleşliğini anlatarak gelmiştir. Onlar bu özelliklerinden vazgeçerler mi? Hayır, Biz onlarla kinimizden ve anlayışımızdan vazgeçer miyiz? O da hayır! O zaman bu milletlerle temasımızı kesebiliyor muyuz? Asla, çünkü onlarla birlikte yaşamak zorundayız. Öyle ise zararı en aza indirerek devletlerarası ilişkilerimizi devam ettirmek zorundayız. Her gün kavga ederek değil!

Sonuç

Sözün özü; düşmanlarımızı tanıyacağız. Mümkün olduğu kadar zarar görmeden diplomasinin dilini ve elamanlarını kullanarak ilişkilerimizi devam ettireceğiz. Ama onlar uyusa bile biz uyumadan. Kimsenin mukaddeslerine hakaret etmeyeceğiz. Kendi mukaddeslerimize de hakaret ettirmeyeceğiz. “Efradını camii, ağyarını mani” etmek için bilgili ve uyanık olacağız ki güçlü olalım. GÜÇLÜ OLALIM Kİ Sultan Süleyman Han gibi yazacağımız mektuplar, yapacağımız ikazların gereği yapılsın. Düşman, yapacağı hakareti iki kere düşünsün. Büyüklük efelenmekte değil oturduğunuz yerden söylediklerinizi yapabilmek ve yaptırabilmektedir. Bağırıp çağırmanın sebebi sesinizin muhataplarınıza ulaşmamasındandır. Güçlü olursanız, sesiniz her yere ulaşır, fısıldasanız bile…

Düşmanı ne olduğundan fazla büyüteceksiniz ne de küçük göreceksiniz. Kendinizi ne dev aynasında göreceksiniz ne de küçük göreceksiniz. Her şeyi olduğu gibi olduğu kadar göreceksiniz. Politikalarınızı da ona göre ve bağımsız, milli politikalar olarak geliştireceksiniz. İslam’ın şartı beş altıncısı haddini bilmek, hem bizim hem muhatapların…

 

Yorum Yapın

Navigate