Tebük
Tebük, Arap Yarımadasının kuzeyinde yer alan stratejik bir yer ve yerleşim merkezidir. Ürdün sınırına 140 km, Şam’a 500 km ve Medine’ye 700 km’lik bir mesafede bulunmaktadır. Güneye göre doğal tepeciklere ve tatlı su kuyularına sahip olması, buranın önemini daha da artırmaktadır.
- Abdülhamid Han’ın yaptırdığı Hicaz Demiryolunun buradan geçmesi, Tebük’ün önemini daha da artırmıştır. 19. yy sonunda Tebük, yaklaşık elli haneli bir yerleşim yeri iken, demiryolunun geçmesi ile zaman içerisinde önemli bir ticaret, sosyal ve ekonomik merkez haline gelmiştir. 2010 yılındaki tahmini nüfusu 535 bin civarında kabul edilmektedir.
Kanuni Sultan Süleyman Han, hac güzergâhının güvenliğini sağlamak için hac yoluna belirli aralıklarla kaleler inşa ettirmiştir. Bu kalelerden biri de Tebük’e yapılmıştır.
- Dünya Savaşında İngilizlerle iş birliği yapan Şerif Hüseyin, Tebük’ü de talan etmiş ve buradaki istasyon binasını yakıp yıkmıştır. Günümüzde Suudi Krallığının yedinci büyük şehri durumunda bulunana Tebük’te üniversite ve hava limanı bulunmaktadır.
Tebük Seferi
Tebük Gazvesi, Hicrî 9, Miladi 930 yılında Bizans’a karşı düzenlenen ve bizzat Rasülullah’ın (sav) komuta ettiği önemli bir seferdir. Kur’an’da, hadislerde ve İslam tarihi kitaplarında önemle üzerinde durulmuş olan bir seferdir.
Hz. Peygamber (as), genellikle çıkacağı seferin hedefini açıklamazken, Tebük Seferini açıkça beyan etmiştir. Çünkü bu sefer, zor zamanda uzun bir mesafeye ve büyük bir düşmana karşı düzenlenmekte olan bir seferdi. Havanın sıcaklığı, ürün ve meyvelerin hasat zamanı, yolun uzunluğu ve düşmanın gücü bu işin pek kolay olamayacağı yönündeki endişeleri öne çıkarıyordu. Onun içindir ki bu gazve, Kur’an-ı Kerim’de “saatü’l-usre” yani güçlük zamanı olarak anılmaktadır. (1) Buradan hareketle Tebük Gazvesine katılan orduya “ceyşü’l-usra” zorluk ordusu ve gazveye de “gazvetü’l-usra” zor savaş adı verilmiş, öyle anılmıştır.
İslam-Bizans ilişkileri Hz. Peygamber Aleyhisselam’ın İmparator Herakleios’a gönderdiği İslam’a davet mektubu ile iyi başlamıştı ama sonunda Bizans bir devlet, imparatorluk idi ve kendine göre bir yapısı, hiyerarşisi ve düzeni vardı. Hicri 8. yılda yapılan Mute Savaşından sonra iki devlet arasında belirsizliğin ağır bastığı bir süreç yaşanıyordu. Bir taraftan da Yarımadanın kuzeyinin güvenlik açısından teyide ihtiyaç duyduğu hissediliyordu.
Sefere 30 bin kişilik bir ordu ile çıkılıyordu. Bu, o güne kadarki en büyük İslam ordusu idi. Bu zor savaşa, sefere katılmak her babayiğidin kârı değildi. Ahkâm kesmek her zaman için kolaydır. Önemli olan adım atmaktır, adım atma kararlılık ve cesaretini gösterebilmektir. Bu zor gazveye katılım konusunda insanların dört ayrı tavır sergiledikleri görülmektedir:
Her Tavır Bir Karakterin Özetidir
- Tereddütsüz emri yerine getirip er meydanında yerini alanlar. Bunlar 30 bin kişilik bir yiğitler topluluğudur. Ebu Heyseme gibi geç kalan ama kopuk kalmayan, atına atlayıp orduya yetişenler de vardı. Önemli olan, o iradeyi gösterip geç te kalmış olsa yapması gerekeni yapmış olmak değil midir?
2.Nifakları sebebiyle emre karşı hep içlerinde bir mesafe bulunduranlar. Bunlar münafıklar olup çeşitli bahaneler bularak sefere katılmadılar. Rasülullah, onların bahanelerine karşı herhangi bir itirazda bulunmadı.
3.Hiçbir bahaneleri yoktu ve bu sefere katılmaları gerekiyordu; çünkü onlar Müslümandı. Ama rehavet ve şartların zorluğu onların ağırdan almalarına neden oldu; “Biraz sonra katılırım, orduya yetişirim.” diyorlardı, sonra yetişemez bir duruma geldiler.
- Bu gurup, sefere samimiyetle katılma isteğine rağmen 700 km’lik bir mesafeyi binitsiz olarak yaya kat etmenin zorluğundan dolayı imkânsızlık yüzünden sefere katılamayanlardır. Bunlar 7 kişi olup üzüntülerinden dolayı içten içe ağlayıp gözyaşı döktükleri için “bekkain” ağlayanlar (2) olarak adlandırılmışlardır. Bunlar, üç sahabe tarafından kendilerine binit temin edilince sevinçle bilahare orduya katılmışlar ve seferde yerlerini almışlardır.
Bu dört guruba ekleyebileceğimiz bir beşinci gurup daha vardır ki onlar da ordunun teçhizine katkı sağlayıp lojistik destek verenlerdir. Rasülullah’ın orduya yardım çağrıları karşılıksız kalmadı. Hz. Ebu Bekir malının tamamını orduya tahsis etti. (3) Hz. Ömer malının yarısını getirdi. Hz. Osman üç yüz deve, bin dinar ve ordunun üçte birini donatarak destek verdi. İslam kadınları ziynetlerini getirerek kendi çaplarında katkı sağladılar İslam ordusuna.
Münafıklar hemen her ortamda her “fırsatı” değerlendiriyorlar ve içlerindekini dışarıya sızdırmakta gecikmiyorlardı. Onların dedikodusu, Hz. Peygamber’in Medine’de vekil bıraktığı Hz. Ali’yi fazlasıyla rahatsız etmişti. Onun için Medine’den hareketle Cürf denilen yerde orduya yetişti. Ancak Medine’de de bir vekilin bulunması elzemdi. Hz. Peygamber’in (as) Hz. Ali’ye söyledikleri dikkat çekicidir: “Sen bana göre Musa’ya nispetle Harun gibi olmak istemez misin; ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.” Bunun üzerine Hz. Ali, Medine’ye dönerek emri yerine getirdi.
Münafıkların lideri Abdullah İbn Übey, fitne kazanını kaynatmaya devam ediyordu hemen her fırsatta olduğu gibi; “Muhammed, Rumlarla savaşmayı oyuncak sanıyor. Ben onun ve arkadaşlarının iple bağlandığını görür gibiyim.” diyordu.
Münafıkların bir kısmının da sırf ganimet beklentisi yüzünden sefere katıldıkları bilinmektedir. Burası da ayrıca önemli bir noktadır. Hem düşmanlık besleyecek engel olmaya çalışacaksın hem de nemalanmaktan asla geri durmayacaksın.
Hayatın Her Safhası Bir Okul
Medine-Tebük hattında ordu ilerlerken Rasülullah geçtikleri yerler hakkında da bilgi veriyordu. Burası gerçekten ilginçtir; Allah’ın resulü savaşa giderken dahi aydınlatma işine ara vermiş değil. Burası, gerçekten dikkatle bakılması gereken bir noktadır. Allah’ın gazabına uğrayan Semud kavminin yurdu Hicr’den geçerken, Allah’ın gazabına uğrayan bu beldenin kuyularından su içilmemesini ve abdest alınmamasını isterken, bu ihtiyaçlarını Salih peygamberin beldesinde onun devesinin suvarıldığı kuyudan karşılanmasını istemiştir.
İslam ordusu Tebük bölgesinde yirmi gün kadar kaldı. Ortalıkta hiçbir hareketlilik gözükmüyordu. Bu, itirazı olan birilerinin ortaya çıkmaması anlamına geliyordu. Çevredeki kabilelerle görüşmeler yapıldı ve onlarla çeşitli anlaşmalar yapıldı. Tebük Seferi esnasında nazil olan cizye ayetinin (4) ilk uygulaması bu seferde yapılarak cizyeyi ihtiva eden anlaşmalar yapıldı. Çevreden gelen elçi ve heyetlerle görüşmeler yapılıp anlaşmalar sağlandı. Bölgedeki kimi kabile ve kimi insanlar İslam’la şereflendi. Kısacası sefer oldu, savaş olmadı ama zafer oldu.
Tebük Seferi boyunca ordu, namaz kılmak için çeşitli yerlerde konaklamış ve namazlarını kılmışlardır. Daha sonraki çeşitli yönetimler, Hz. Peygamber ve ordusunun hatırasına oraları namazgâh addetmişler ve açık mescitler (namazgâhlar) düzenlemişlerdir. Bunların sayıları on beşe ulaşmaktadır. Peygamberimizin, sefer boyunca öğle ile ikindiyi (cem-i takdim) ve akşam ile yatsıyı (cem-i tehir) ederek kıldığı bilgisi de bulunmaktadır.
Rasülullah’ın Receb/Ekim ayında çıkıp Ramazan/Aralık ayında döndüğü bu sefer elli gün kadar sürmüştür.
Rasülullah, mutat şekilde sefer dönüşü doğruca mescide giderek iki rekât namaz kıldı. Sonra sefere katılmayanların mazeretlerini dinledi. Münafıkların mazeretlerini dinlemekle yetindi. Gerçekten hiçbir mazeretleri olmadığı halde gecikerek seferden mahrum kalan üç sahabeye Peygamberimiz tecrit cezası verdi. O üç kişiye bütün genişliğine rağmen yeryüzü dar geldi. Elli gün kadar süren zorlu bekleyişin sonunda ayetin nüzulü ile affa mazhar oldular. (5)
Geride kalan münafıklar münafıklıklarına devam ettiler geride kaldıkları süre boyunca ve bir “mescit” (6) inşa ettiler. Niyetleri o mescide Rasülullah’ı getirerek ona suikast düzenlemekti. Allah, onların tuzağını peygamberine haber vererek onların tuzağını başlarına çevirdi. Hz. Peygamber (as) bunun üzerine Zuevan’daki bu mescid-i dırarı yıktırdı.
Bu Kadar Mı?
Kitaplarda ayrıntılı olarak yer alan Tebük Gazvesi kısaca ana hatlarıyla böyle. Ancak, Tebük seferinin günümüze verdiği çok önemli mesajlar vardır. Onların hepsinden ayrıntılı olarak bahsetmek bir dergi yazısının boyutlarını aşar. Başlıklar halinde arz edersek;
1.Tebük Seferi, Tevbe Suresinin etraflı olarak ele aldığı bir seferdir. Tevbe Suresinde önemli uyarılar bulunmaktadır. Bu uyarılar da Tebük Seferi gibi çetin bir imtihan kadar önemlidir.
2.Tevbe Suresi, başında besmele bulunmayan tek suredir. Bu nedenle, Kur’an okuyan kimse, okuyarak o sureye geldiği zaman, okuyuşuna ara vermeksizin ve yeni bir besmele çekmeksizin okuyuşuna devam eder. Lisan-ı hal ile o surenin aciliyeti vardır. O suredeki hükümlerin uygulanması, uyarıların dikkate alınması için vakit kaybedilmemelidir.
- Tevbe Suresi, “beraetün minallah” Allah’tan bir berat/ültimatom/kesin uyarı ile başlamaktadır. O halde bu suredeki uyarılar dikkatle algılanmalı ve gereğince hareket edilmelidir.
4.Bu sureye ilk kelimesinden dolayı “Berae Suresi” de denilmekle birlikte çoğunlukla Tevbe Suresi olarak anılmaktadır. Tevbe, tevbe etmek ve tevbenin kabulü gerçekten çok çetin bir süreç ve imtihandır. Tevbenin kabulü için içten bir yakarış ve çetin bir imtihandan geçmek gerekmiştir. Olaya bu açıdan bakınca acaba böylesine kaç tevbe vardır, kaç tevbenin kabulü vardır?
- “Sefere var mısın?” diye sorulduğunda ya da ima edildiğinde mıh gibi yerine çakılıp kalanlar da bu surenin muhatabıdırlar. Aman dikkat.
6.Bahane bulmak kolaydır, istenirse bulunur. Önemli olan bahaneleri tasfiye edip seferde sefir olabilmektir.
7.Masa, kasa ve çeşitli dünya nimetlerinin mıknatıs gibi çekicilikleri vardır. Önemli olan, onlara olduğu kadar değer vermektir; onların esiri olmak değil.
- Hatasız insan elbette olmaz. Ama Hz. Ebu Bekir gibi malının tamamını, Hz. Ömer gibi malının yarısını, Hz. Osman gibi çok önemli bir lojistik destekle malının önemli bir kısmını “zor zamanda” vermek, ancak er kişinin kârıdır. O halde tarihi seyir içinde insanların kendilerinden kaynaklı, çevrelerinden kaynaklı ya da şartlardan kaynaklı yanlış eğilimleri, eylem ve tavırları, tutumları olmuş olabilir. Bütün bunlardan gerekli dersi çıkarmakla birlikte onların zor zamanda gözlerini kırpmadan Allah’ın kutlu nebisinin safında, yanında, arkasında metin bir duruşla durmaları gerçekten çok önemlidir; bilinmelidir. Allah onlardan razı olsun ve bizleri de onların samimiyet, kararlılık ve metanetleri ile donatsın inşaallah.
9.Kur’an tarihsel bir belge değil; mesajları her dem insanlığa ışık tutacak sürekli bir kılavuzdur.
Sefere devam edenlere selam olsun.
KAYNAKÇA
1.Kur’an-ı Kerim,
2.Avcı, Casim, Tebük, TDV İA, XL, 227 vd.,
3.Yiğit, İsmail, Tebük Gazvesi,TDV İA, XL, 228 vd.,
DİPNOTLAR
(1) Tevbe 9/117; Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.
(2) Tevbe 9/92; Kendilerine binek sağlaman için sana geldiklerinde: Sizi bindirecek bir binek bulamıyorum, deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı üzüntüden gözleri yaş dökerek/bekkain dönen kimselere de (sorumluluk yoktur).
(3)Hz. Ebu Bekir, sıddik olmasın da kim olsun? Rasülullah’ın; “Çoluk çocuğuna ne bıraktın?” sorusuna; “Allah ve rasülünü bıraktım, yetmez mi?” diye cevap vererek teslimiyetin ne olduğunu gösteren büyük insan, Allah senden razı olsun.
(4) Tevbe 9/29; Kendilerine Kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.
(5)Tevbe 9/118,119; Ve (seferden) geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti). Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah’tan (O’nun azabından) yine Allah’a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra (eski hallerine) dönmeleri için Allah onların tevbesini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir.
- Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.
(6)Tevbe 9/107-110; (Münafıklar arasında) bir de (müminlere) zarar vermek, (hakkı) inkâr etmek, müminlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resûlüne karşı savaşmış olan adamı beklemek için bir mescid kuranlar ve: (Bununla) iyilikten başka bir şey istemedik, diye mutlaka yemin edecek olanlar da vardır. Hâlbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.
- Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takvâ üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizlenenleri sever.
- Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa yapısını yıkılacak bir yarın kenarına kurup, onunla beraber kendisi de çöküp cehennem ateşine giden kimse mi? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
- Yaptıkları bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar yüreklerine devamlı olarak bir kuşku (sebebi) olacaktır. Allah çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.