O ki daha gencecik yaşında ‘Merkez’in gafletini, dalaletini ve ihanetini fark ederek; milletini uyandırmak için binlerce sayfa makale, yüzlerce kitap ve sayısı binleri aşan dergiye imza atarak köklü bir uyanışın fitilini ateşlemiştir.
14 Ocak 2022 Cuma günü gelen kara haberle yüreklerimiz burkuldu. Sırtımızı yasladığımız, arkamız, kalemiz dağımız devrildi. Çünkü elli yıldır bizi eğiten, bilmediğimizi öğreten; bilge öğretmenimizi, ağabeyimizi kaybetmiştik. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı o an kış zaten yüreklerimizde başlamıştı. Gönüllerimiz yakıcı ayazın yangısıyla sızlarken çaresizliğin ortasında kalakalmıştık. Ömrünü Türk dünyasının, İslâm dünyasının hatta insanlığın dertlerine adamış sıra dışı bir mücahitten, bir âlimden, bir rehberden yoksun kalmanın şaşkınlığı içindeydik.
Her köyden bir Yunus çıkartan, o yiğidin adı Aykut Edibâli’ydi. Yurdumun bütün coğrafyasını sıra dağlarla kendine bağlayan ulu bir dağdı o. Üstünde batman batman yük taşıyan yükü ağırlaştıkça büyüyen yükselen, yücelen bir dağ düşünün. Gülümseyince çiçeklenen, gamlanınca dumanlanan ve pınarlarıyla bir memleketi yüreğini sulayan; çınarlarıyla gölgesine sığınılan bir dağ… Bir de yıkılırsa bir âlem olur yıkılan. Biz de baharı beklerken dağımız devrilmiş, fırtınaya tutulmuştuk.
On Dört Ocak, hiç bitmeyecek bir kışın miladı olacakmış da haberimiz yokmuş meğer. O gün ocağımıza bir ateş düşeceğini nereden bilirdik? Öğrencileri ve dava arkadaşları, nasıl ki elli yıl önce ağabeylerinin kutlu çağrısına koşup gelmişlerse o gün de gözleri buğulu ama vakur bir duruşla toplanıp gelmişlerdi yurdun dört bir yanından. Tam da yerinde, karlı bir Ankara gününde Hacı Bayram-ı Veli’nin dergâhından; son yüz yılın bilgelerinin, bilginlerinin, ak saçlı güngörmüş ulularının, beylerinin ve bacılarının karla karışık dualarıyla gazi meclisten dahi uğurlanan Kayı boyundan, Oğuz-Karahan neslinden Şeyh Edebali’nin öz torunu Aykut Edibâli’ydi.
Bir ülkenin, ‘Kitap Yürekli” bir adamı, bir âlimi, bir devlet adamını, bir müçtehidi ve bir siyaset bilgesini kaybetmekten daha büyük kaybı ne olabilirdi ki? İslâm dünyasını, Türk dünyasını yetim bırakarak, taçlanmayı bekleyen davalarının zaferini göremeden aramızdan ayrılmasıdır asıl içimizi yakan. Davası için yaratılmış bir inkılâpçı, yaşayan bir inkılâptı o. Buna sadece biz değil, cümle âlem tanıktı. Halkın ve hakkın nazarında Yunus gibi “dosdoğru” bilindi. Bir cümle dahi kendisinden bahsetmediğimiz insanlar söylüyor: “Çizgisinden asla sapmadı. İlkelerinden taviz vermedi. Dosdoğru bir adamdı o.” diye. Kaç faniye nasip olur böylesi bir unvan. Halkın vicdanından Hakkın divanına çıktığı yolculukta, bu şahadet onu çok sevdiği peygamberine komşu edecektir inşallah.
Bir asaleti adında ve soyadında taşıyan o koca yürekli adam, daha gencecik bir delikanlı iken milletin derdini üstüne bir elbise gibi giymiş, onun derdiyle yatmış onun derdiyle kalkmıştır. O ki daha gencecik yaşında ‘Merkez’in gafletini, dalaletini ve ihanetini fark ederek; milletini uyandırmak için binlerce sayfa makale, yüzlerce kitap ve sayısı binleri aşan dergiye imza atarak köklü bir uyanışın fitilini ateşlemiştir. Cephede kazandığımız zaferlerin barış döneminde nasıl anlamsızlaştırıldığını görünce milleti topyekûn bir mücadeleye çağırmış ve ömrünü adadığı Yeniden Millî Mücadele Hareketini başlatmıştır. Onun “Milletim Uyan!” çağrısı, bütün Anadolu’da yankılanmış, on binlerce genci bir dava etrafında bir araya getirip kardeş yapmıştır. O günkü şartlarda bu çağrı, tıpkı “Ey örtüsüne bürünen adam kalk, uyar!” kutlu çağrısından izler taşımaktadır.
Hacı Bayram Camii, TBMM ve Üsküdar İlahiyat Fakültesi Camiindeki törenlerde tekbirlerle, dualarla en son Nakkaştepe’deki istirahatgahına tevdi ettiğimiz Türk tarihinin son asırda yetiştirdiği milletin büyük evladı Edibâli, önümüze “Muhteşem Türkiye” ve “İslâm Rönesansı” gibi büyük hedefleri miras olarak bırakıp; kendi üstüne düşen tarihi, millî, insani ve İslâmi sorumlulukları hakkıyla yerine getirerek Hakk’a yürümüştür.
Onu kaybetmekle bir rehberi, bir önderi kaybetmiş olduk. Ülkemizin içerisinde bulunduğu sorunları karşısında sızlamayan yürek, düşünmeyen beyin, çalışmayan beden bizden değildir, diyerek bizi vicdanımızdan yakalayan bu hak ve millet davasının yılmaz savunucusunu çok arayacağız. İslâm kalmak milletin tarihi kararıdır; davamız Türk milletinin varlık ve beka davasıdır, diyerek bizi sorumluluklarımızla baş başa bırakan sevgili ağabeyimizden yoksun kalmanın çaresizliğini çok yaşayacağız.
Bir bozkırda boyun büküp solacakken elimizden tutup bize can suyu veren, her birimizi birer soylu fidana dönüştüren; elimize kalem veren, önümüze kitap koyan, bizi bütün insanlığın derdiyle hemdert kılan bu kutlu bilgeyi çok özleyeceğiz. Mekânı cennet, ruhu şad, milletimizin başı sağ olsun.