Türkiye’nin NATO Üyeliği Doğrultusunda KIBRIS MESELESİ

Milli güç unsurları arasında siyasi, iktisadi ve askerî güç ve bunları destekleyici unsurlar olan istihbarati, coğrafi güç, yetişmiş insan ve moral motivasyon gücü bakımından ele alındığında Türkiye stratejik orta büyüklükte bir ülkedir.18 Kıbrıs’taki mevcut statümüz de ABD bakımından Türkiye’nin bu sınıfta yer aldığının en büyük göstergesidir. Lakin Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığı ve katma değer üretiminin olmaması iktisadi gücünü, bağımsız bir yargı sisteminin ve oturmuş bir demokrasisinin olmaması da siyasi gücünü zayıflatmakta ve bu durum hegemon güç, başka bir deyişle “Cihanşûmul Devlet” olmasını engellemektedir.    

1. Giriş

15 Temmuz 2016 tarihinde “Paralel Devlet Yapılanması” olan FETÖ terör örgütünün başarısız askeri darbe girişimi ve bu kalkışmaya karşı Avrupa Birliği ve ABD’nin ikircikli politikası, 160 yıldan beri1 Batı periferinde yer alan Türkiye’nin, Soğuk Harp sırasındaki siyasi manevraları dışında, ilk kez stratejik seviyede dış politika paradigmasını sorgulamasına ve bu doğrultuda çeşitli alternatifler aramasına yol açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin yarım asırlık milli bir politikası olan Kıbrıs ise değişebilecek “Eksen Kayması”nda derinden etkilenecek ilk mesele olarak ortaya çıkmaktadır. Zira Soğuk Harp sırasında Türkiye’nin Batı ile ilişkisini açmaza sokan ve her iki tarafı farklı arayışlara yönlendiren yegâne unsur “Kıbrıs Davası” olmuştur.

29 Ağustos 1955 tarihinde Londra Konferansı’nda Türk Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun “Kıbrıs Müdafaası”2 sonrasında patlak veren 6-7 Eylül Olayları, Kıbrıs Türklerinin meşruiyetini sağlayan 1959 tarihli Zürih ve Londra Antlaşmaları sonrasında DP iktidarının bir cunta hareketiyle devrilmesi ve 5 Haziran 1964’teki “Johnson Mektubu”3 ikili ilişkilerde ehemmiyetli kırılma noktalarıdır. Yine 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle Batı’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı siyasi, iktisadi yaptırımlar ve hem harekât öncesinde hem de sonrasında NATO’ya üye olan Türkiye’ye konan askerî ambargo ve kısıtlamalar dikkat çekmektedir. Türkiye’nin Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında dâhil olduğu Batı periferinden ziyade sosyalist Libya ve yine NATO dışında kalan İsrail gibi devletlerden askerî açıdan yardım görmesi4 , bugün gelinen noktada Türkiye açısından farklı arayışların başat argümanı olmaktadır. Bununla birlikte 1996 yılında Kıbrıs üzerinde “Garantör Devlet”5 olan Türkiye ve Yunanistan’ın Ege Adaları nedeniyle sıcak çatışmanın eşiğine gelmesi ve Türk tarafının askerî ve diplomatik muvaffakiyeti6 sonrasında yaşanan 28 Şubat Süreci, Batı’nın Türkiye’ye karşı uyguladığı “Havuç – Sopa”7 politikasının da aşikâr bir sonucudur.

2004 yılında görünürde Kıbrıs Adası’nı 1960 örneğinde olduğu demografik unsur temelli konfederal bir yapıya çevirecek, satır arasında ise Kıbrıs Türkü’nün bağımsızlığını ortadan kaldırıp, uzun vadede sistematik bir şekilde Türkleri asimile edecek olan Annan Planı’nın başarısızlığa uğraması, Batı’nın Akdeniz’de bulunan ispatlanmış doğalgaz ve petrol alanları tasavvurunu sekteye uğratmıştır.8 Akdeniz’deki iktisadi durumu Batı lehine çeviren gelişme ise, Türk Deniz Kuvvetleri’nin FETÖ üyesi yargı mensupları tarafından hazırlanan “Balyoz”, “Poyrazköy” ve farklı fraksiyonlardaki siyasi davalarla güç kaybetmesi sayesinde gerçekleştirilmiştir. İsrail’de bulunan Tamar ve Leviathan adlı doğalgaz alanlarının KKTC’nin münhasır ekonomik bölgesi üzerinden geçerek Türkiye’ye ulaştırma planı ve bu doğrultudaki Türkiye-İsrail-Rusya yakınlaşması karşısında Batı’nın son hamlesi ise, 15 Temmuz’daki FETÖ üyesi askerlerin kalkıştığı darbe girişimi olmuştur. Lakin bu tedhiş ve sabotaj saldırısının topyekûn bir destekle bertaraf edilmesi, NATO ile Türkiye ilişkilerinin hem siyasi ve askerî çevreler hem de kamuoyu tarafından sorgulanmasına ve olası ayrılık senaryolarının zikredilmesine yol açmıştır.

2. Türkiye – NATO Ayrılığı

1952 yılında NATO’ya üye olan Türkiye, Soğuk Savaş sırasında Batı dünyasının “Son Karakolu” rolünü hakkıyla üstlendiği gibi Yunanistan’daki güçlü sosyalist eğilimlere karşı bölgede dengeleyici bir unsur ve Sovyetler Birliği ile Orta Doğu ve Afrika’daki müttefiklerinin arasında tampon bir güç olmuştur. Bununla birlikte Boğazlardaki Türk hâkimiyeti, Rusların 3 asırlık sıcak denizlere inme politikasına büyük bir engel teşkil etmiş ve Sovyetleri Karadeniz’e hapsederek Soğuk Savaş’ın sıcak bir çatışmaya dönüşmesinin önüne geçmiş- tir. 1990’da ortak tehdit komünizmin ortadan kalkmasına rağmen, tek kutuplu dünya düzeninde de Türkiye, bölgesel çatışmalarda NATO şemsiyesi altında önemli görevler ifa etmiş, Bosna ve Afganistan’da Batı-Doğu arasında bir arabulucu olmuş ve bu bölgelerde NATO’ya meşruiyet sağlamıştır.9 Askerî güç bakımından ise Türkiye yetişmiş insan gücü ve caydırıcılığı bakımından NATO ittifakı- na hem nitelik hem de nicelik olarak katkı sağlamıştır. Lakin NATO, Türkiye’nin içinde yer aldığı özellikle Kıbrıs merkezli diplomatik ve askerî aç- mazlarda yukarıda izah ettiğimiz üzere ekseriyetle Türkiye’nin aleyhine bir tutum sergilemiş ve hukuki olarak yükümlü olduğu sorumluluklarını yerine getirmeyerek Türkiye’yi yalnız bırakmıştır.

Yukarıdaki şartlar göze alındığında Türkiye’nin NATO’dan hukuken ayrılması hâkim kanının aksine mümkündür.10 Lakin bu noktada asıl sorulması gereken NATO yerine hangi askerî ittifakın ikame edileceğidir. İlk olarak Rusya’nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (CSTO) ön plana çıkmaktadır. Şangay İş Birliği örgütünün de üyeleri arasında bulunan Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan’ın namzet olduğu askerî ittifakta Beyaz Rusya ve Ermenistan da bulunmaktadır.11 Tıpkı Türkiye gibi Ermenistan ile siyasî ve askerî ihtilaflar yaşayan Azerbaycan ve Gürcistan, 1999 yılında birlikten ayrılarak NATO ile ilişkilerini “Barış için Ortaklık” (PfP) ve “Bireysel Ortaklık Eylem Planı” (IPAP) gibi antlaşmalarla geliştirmeye başlamıştır. Bugün gelinen noktada ise Gürcistan, 2008’deki Güney Osetya Savaşı’ndan sonra parçalanmak zorunda kalmasının da verdiği siyasi çıkmazın etkisiyle NATO ile müzakerelerde üyelik öncesi son adım olan “Yoğunlaştırılmış Diyalog” evresine geçmiştir.12

Türkiye’nin, stratejik ortak olarak gördüğü Azerbaycan’ın dâhil olmadığı buna mukabil her iki ülkenin ortak ihtilafları olduğu Ermenistan’ın üye olduğu kolektif bir askerî ittifakta yer alma düşüncesi gerçekçi bir yaklaşım değildir. Bunun dışında Türkiye-Rusya ilişkileri “Uçak Krizi”13nde de görüldüğü gibi zayıf temellere bağlı ve güven ilişkisinden uzaktır. İki ülke arasında stratejik ortaklık seviyesinde iş birliği yapacak diyalog kanalları tarihi, coğrafi, siyasi ve askerî parametreler nedeniyle gelişmemiştir. Zira ikili ilişkilerin had safhada olduğu Milli Mücadele sonrasında dahi Lozan Görüşmeleri’nde Türk heyeti, Boğazlar hususunda Müttefiklerin denetimini, Sovyetler Birliği’nin itirazına rağmen kabul etmiş ve olası bir Sovyet tehdidine karşı bağımsız devlet ilkesinden ödün vermiştir.14 Bunun dışında Putin ile birlikte tekrar uygulamaya geçen Orta Asya üzerindeki Panslavist dış politika, son 20 yılda Türk Dünyası’nın hamisi olma yolunda adımlar atan Türkiye için ciddi tehlike arz etmektedir. Benzer bir durum federal yapısında yüzde 10 Türk, yüzde 20 Müslüman nüfusu çeşitli özerk yapılarda barındıran Rusya içinde geçerlidir. Ayrıca Rusya’nın, 4 ülkede 15 milyon nüfuslu, çeşitli siyasi, dini, mezhepsel, kültürel hatta dilsel farklılıkları barındıran Kürtlere yönelik politikası, Suriye’de PYD Terör Örgütü’ne verdiği aleni destek olası bir ortaklığın önünde engel teşkil etmektedir. Askerî açıdan ise gerek plan, program, sevk ve hareket, gerekse silah ve teçhizat bakımından NATO konseptinde dizayn edilmiş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, orta vadede yeniden yapılandırılması mümkün görünmemektedir. Keza Türkiye’nin Çin’den alınacak orta ve uzun menzilli füze ihalesinde NATO ile yaşanan kriz dikkate alındığında da sisteme dışarıdan entegrasyonun mümkün olmadığı görünmektedir.

15 Aralık 2015 tarihinde Türkiye’nin de kurucu üyesi olduğu “İslam İttifakı Örgütü”(IMAFT) mantıklı bir alternatif olmaktan uzaktır. Zira DAEŞ terör örgütüne karşı NATO’nun teşvikiyle kurulan ittifakın finansörü ABD’nin Orta Doğu’daki stratejik ortağı olan Suudi Arabistan’dır. Bunun dışında 34 üyelik ittifak içinde Müslümanlar arasındaki çeşitli ihtilaflar, Türkiye-Mısır arasındaki / İnceleme / 1282 2 3 siyasî kriz kolektif güvenlik paradigmasına aykırı bir durum olarak öne çıkmaktadır. Haziran 2016 tarihinde temelleri atılan ve ilk etapta Türkiye, Azerbaycan, Kırgızistan ve Moğolistan’ın yer aldığı “Avrasya Askeri Statülü Kolluk Kuvvetleri Teş- kilatı”, tüm Türk Dünyası’nın içinde yer alacağı “Turan Ordusu” için önemli bir adım olmakla birlikte, kurumsallık ve teşkilatlanma bakımından kısa ve orta vadede NATO düzeyinde bir oluşum olamayacaktır.

Türkiye’nin NATO’dan ayrılması yukarıdaki askerî ittifak arayışları haricinde Kıbrıs Davası’nın da temelden kaybedilmesine yol açacaktır. Güney Kıbrıs’ın NATO’ya dâhil olması, Türk Ordusu’nu NATO şemsiyesi altında “işgalci” durumuna düşürecek ve Türkiye lehine hiçbir zaman çalıştırılmayan 5. madde15 gereği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti NATO üyelerine askerî harekât açısından açık hedef haline gelecektir. Kıbrıs’ın kaybedilmesi, Ağustos 2016’da Yunanistan’ın ana kıtasındaki kara sularını 10-12 mil, Ege Adaları’nda ise 6 mile çıkarması sonrası Türkiye’yi “Megali İdea”16 doğrultusunda hem batı hem de güneyden çembere alacaktır. Bununla birlikte İsrail’in, Türkiye’nin yer almadığı bir NATO’ya tam üye olması Türkiye’yi Orta Doğu politikasında hiç görülmediği kadar yalnızlaş- tıracak ve Türkiye’ye karşı başta DAEŞ ve PKK olmak üzere farklı fraksiyonlardaki terör örgütlerinin cesaretini arttıracaktır.

3. Türkiye Ne Yapmalı?

Milli güç17 unsurları arasında siyasi, iktisadi ve askerî güç ve bunları destekleyici unsurlar olan istihbarati, coğrafi güç, yetişmiş insan ve moral motivasyon gücü bakımından ele alındığında Türkiye stratejik orta büyüklükte bir ülkedir.18 Kıbrıs’taki mevcut statümüz de ABD bakımından Türkiye’nin bu sınıfta yer aldığının en büyük göstergesidir. Lakin Türkiye’nin ekonomik istikrarsızlığı ve katma değer üretiminin olmaması iktisadi gücünü, bağımsız bir yargı sisteminin ve oturmuş bir demokrasisinin olmaması da siyasi gücünü zayıflatmakta ve bu durum hegemon güç, başka bir deyişle “Cihanşûmul Devlet”19 olmasını engellemektedir. Bu sebeple karar verme mekanizmasında bulunan siyasi ve askerî erkân siyasal gerçekçilik paradigması doğrultusunda hareket etmeli, kısa vadede Türkiye’nin mevcut durumunu muhafaza etmek için rasyonel kararlar almalı, Türkiye’yi maceraya sürükleyecek, onu “Eksen Ülke”20 konumuna düşürecek adımlardan kaçınmalıdır. Zira yukarı- daki endişeler dikkate alındığında Kıbrıs’ın ilelebet kaybedilmesi başta olmak üzere Türkiye’nin iç harbe sürüklenip, parçalanması 15 Temmuz Kalkışması’nda görüldüğü gibi ihtimal dâhilindedir. Bu tehditlere karşı ana milli güç unsurlarımızdan katsayısı en yüksek olan askerî gücümüz arttırılmalı, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında başlatılan ve son 10 yılda ivme kazanan milli savunma sanayii NATO şemsiyesi altında kalarak güçlendirilmelidir.

Türkiye, Arap-İsrail ve Rusya-NATO ilişkilerinde taraf olmaktan çok, stratejik orta büyüklükte devlet misyonu hasebiyle arabulucu olmalıdır. Bu doğrultuda Leviathan ve Tamar doğalgaz sahasını KKTC üzerinden Türkiye’ye ulaştıracak boru hattı projesi21 öncelik ihtiva etmektedir. Bu durum KKTC’nin uluslararası kamuoyundaki statüsünü sağ- lamlaştıracağı gibi, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin irredantist politikasına ket vuracaktır. Ayrıca bölgesel bir güç olan Rusya ile iktisadi ilişkiler yapı- landırılmalı, Türk Akımı ve Güney Akım gibi do- ğalgaz boru hatları projeleri hayata geçirilmelidir. En önemlisi “Uçak Krizi”nde görüldüğü gibi her iki ülke arasındaki siyasi açmazların önlenebilmesi için diyalog süreci geliştirilmelidir. Türk Dünyası ile de ilişkiler iktisadî, siyasî, askerî ve en önemlisi kültürel olarak geliştirilmelidir. Şah Deniz doğalgaz sahasını Avrupa’ya taşıyacak TANAP projesi ivme kazanmalı, ortak askerî tatbikatlar, öğrenci değiş-tokuş programları ve ortak bir dil üzerinde çalışmalar yapılmalıdır. En önemlisi ise Türkiye, Türkistan’daki faaliyetlerinde çeşitli siyasi ve dini grupları ya da özel sektör müteşebbislerini kullanmamalı, yatırımlarını TİKA, Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Baş- kanlığı gibi devlet kurumları vasıtasıyla yaparak ilişkilerini devlet aklıyla yürütmelidir.

4. Sonuç

Türkiye’nin NATO’nun askerî kanadından çıkması yukarıda izah ettiğimiz gerekçe ve endişeler ışığında uygulanabilir olmamakla beraber bu ihtimal sadece Türkiye’nin yalnızlaşmasına hizmet edecektir. Özellikle Kıbrıs Davası’nda NATO’nun 2 4 / İnceleme / 1282 Türkiye’ye karşı uyguladığı “Üvey Evlat” muamelesine rağmen, mevcut askerî ittifaklar arasında NATO “Ehven-i Şer” olarak değerlendirilmeli ve diplomatik adımlarla ilişkiler düzeltilmelidir. Bu doğrultuda NATO’ya sahada en fazla desteği veren Türkiye, karar verme mekanizmasında da temsil edilmelidir. Tarihte örneği görüldüğü gibi NATO’da önümüzdeki dönem genel sekreter birinci yardımcılığı pozisyonunda22 ve orta vadede genel sekreter olarak bir Türk’ün yer alması hem NATO’nun Doğu dünyasında itibarını arttıracak hem de Türkiye ile arasındaki güven bunalımını bertaraf edecektir. Ayrıca Türkiye’nin NATO’da en üst sekmede temsil edilmesi iktisadi, siyasi ve diplomatik gelişmelerle Kıbrıs Davası’nda Kıbrıs Türkü’nün haklarını muhafaza eden bir neticenin elde edilmesini kolaylaştıracak olan bu öngörüler hayata geçirildiği takdirde her iki cihette yer alan egemen devletlerin tanıdığı bir KKTC için mesafe kat edilecektir.

5. Genişletilmiş Kaynakça

5.1 Kitaplar

Baytok, Taner ve Erkaya, Güven; Bir Asker Bir Diplomat, Doğan Kitap, İstanbul, 2001.

Friedman, George; Gelecek 100 Yıl, 21. Yüzyıl İçin Öngörüler, Çev. İbrahim Şener, Enver Günsel, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2009.

Güvenç, Serhat; NATO’da 60 Yıl, Türkiye’nin Transatlantik Güvenliğe Katkıları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013.

Keser, Ulvi; Dünden Bugüne Kıbrıs (1913-2013), Berikan Yayınevi, Ankara, 2013.

İnönü, İsmet; Hatıralar, Yay-Haz. Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ankara, 2006.

Mütercimler, Erol; Satılık Ada Kıbrıs, Kıbrıs Harekatı’nın Bilinmeyen Yönleri, Alfa Yayıncılık, İstanbul, 2007.

Mütercimler, Erol ve Öke M. Kemal; Yalnızlıktan Saygınlığa, Demokrat Parti’nin Dış Politikası, Demokratlar Kulübü, Ankara, 2000.

Oğuzlu, Tarık; NATO Ortaklıkları ve Türkiye, Barış İçin Ortaklık, Akdeniz Diyaloğu, İstanbul İşbirliği Girişimi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013.

5.2 Makaleler

Ceviz, Nurettin; “Libya Tarihine Kısa Bir Bakış”, Orta Doğu Analiz Dergisi, 2011, Cilt: 3, Sayı: 27, 80-90.

Önal, Tekin; “Fatin Rüştü Zorlu’nun Siyasi Mücadelesi (Mayıs 1954 – Mayıs 1960), Gazi Akademik Bakış Dergisi, 2014, Cilt:8, Sayı: 15, 161-188.

Toptaş, Hüseyin; “Kıbrıs Politikası’na Johnson Mektubu Engeli”, Bayrak Dergisi, 2016, Yıl: 45, Sayı: 1280, 20-23.

 

5.3 Tezler

Muhammed Öztoprak, “Karar Destek Sistemlerinin İstihbarat Amaçlı Kullanımı ve 2005-2010 Arası Dönemde Türkiye ve İsrail’in Stratejik Karar Verme Modülü Yardımıyla İncelenmesi”, Harp Akademileri Komutanlığı Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Yayınlanmamış İstihbarat Yüksek Lisan Tezi, 2010. 5.4

İnternet Siteleri http://www.baskinoran.com/gazete/83)dunya.rtf http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_17120.htm http://www.nato.int/cps/en/natolive/who_is_who_62218.htm http://www.odkb.gov.ru/start/index_aengl.htm

Yorum Yapın

Navigate