Mehdi ve Mesih inancı ile Müslümanlara Asli Sorumlulukları Unutturuluyor

“Dünyanın son zamanlarında ortaya çıkarak doğru inancı ve adaleti yeryüzüne hâkim kılacağına ve kurtarıcı olacağına inanılan Mehdi; sözlükte “doğru yolu bulmak; yol göstermek, rehberlik etmek” anlamındaki hüdâ (hedy, hidâyet) kökünden türemiş bir sıfat olup “hidayete erdirilmiş, kendisine doğru yol gösterilmiş kişi” demektir. İleride gelecek bir kurtarıcı (mesîh, mehdî) inancı büyük dinlerde olduğu gibi ilkel dinlerde de görülmekte, bu inanç bir bakıma tarihte ve günümüzde bazı dinî-siyasî hareketlerin güç kaynağını oluşturmaktadır.”(1)

Ahlaki, ekonomik, sosyal problemlerin arttığı dönemlerde insanlar kendi sorumluluklarına göre hareket etmek yerine, yaşadıkları sıkıntıları giderecek, problemleri çözecek bir kurtarıcının geleceğini beklemişlerdir.    

Beklenen kurtarıcının ilahi kaynaklı olması düşünüldüğünden, geldiği anda elinde sanki sihirli bir değnek varmış gibi dokunduğu her şeyin anında düzeleceğine inanılmaktadır. Vahyin bize aktardığı ve Peygamberlerin hayatında olmayan bu sihirli değnek, her ne hikmetse beklenen kurtarıcı da olduğuna inanılmaktadır.

Peygamberler tarihine baktığımız zaman birçoklarının tevhid mücadelesi uğrunda şehit edildiklerini, yaşadıkları bölgelerden hicret ettiklerini görüyoruz. Hiçbir peygamberin adım attığı, konuştuğu, tebliğ faaliyetinde bulunduğu yerlerde insanlar kitleler halinde hemen onlara tabi olmamışlardır. Peygamberlerin tebliğ faaliyetlerinde sünnetullah kaidelerine göre hadiselerin sebep sonuç ilişkisi içinde cereyan ettiğini görüyoruz.

Mehdi olduğu iddiası ile ortaya çıkan ve kendisine taraftar toplayanlar, inanç esaslarını sağlamlaştırmak yerine zihinleri bulandırmakta, söylemleri ve yaşantıları ile İslam inancının temellerini dinamitlemektedirler. Sağlam bir akideye sahip olmayanlar, İslam’ı daha iyi yaşamak, hem dünya hem de ahiret saadetini elde etmek için kendisini mehdi olarak ilan eden kişiye çok rahat bir şekilde tabi olmaktadırlar. Müritlerinin inanç zafiyetinden de istifade eden bu sahte kurtarıcılar Allah’tan emir aldıklarını, Peygamber Efendimiz ile görüştüklerini anlatarak Müslümanların samimi düşüncelerini istismar etmektedirler.

Mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasına rağmen İslam tarihinin akışı içerisinde birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkarak Müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve Müslümanlar arasında savaşlar çıkmasına ve kan akıtılmasına sebep olmuşlardır.

Müslümanlar bulundukları bölgelerde beşeri, sosyal, ticari ve siyasi faaliyetlerinde aktif olmaları gerekirken, karşılaştıkları zulüm ve engellemelere karşı mehdi ve mesih beklentisi ile pasifize edilmişlerdir. Zulmü mehdi dışında başka birisinin yok edemeyeceği anlayışının zihinlere yerleştirilmesiyle Müslümanlar adeta çözümsüzlüğe mahkûm edilmiştir.

Bütün dinlerin ve kültürlerin “beklenen kurtarıcı” anlayışı vardır

“Mesih ve Mehdi inancı, yalnız İslam kültüründe değil, hemen bütün dinlerde, özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlıkta önemli bir yer tutar. Medeniyetlerin hiçbir zaman mutlak saf olmadığı ve insanların, değişik kültürlerden daima etkilendiği gerçeği göz önüne alınırsa, insanlık tarihinde “mehdi” ve daha sonraları ortaya çıkan “mesih” inancının dinlerde “müşterek bir fenomen” oluşu yadırganmamalıdır.”(2)

Mesih kelimesi, kaynağı itibariyle “beklenen kurtarıcı” ya verilen bir sıfattır. Bilhassa Yahudilik ve Hıristiyanlığın vazgeçilmez inanışları arasında yer almaktadır.(3)

Yahudilerin M.Ö. 1.200 yılında başlayan tarihi incelendiği zaman görülecektir ki, hiçbir zaman devletleri uzun ömürlü olmamıştır. Tarih sahnesine çıktıkları ilk andan günümüze kadar tarihleri esaret ve sürgün dönemleri ile doludur. Yahudiler için çok önemli olan Süleyman mabedinin Romalılar tarafından yıkılmış olması ile Yahudiler dünyanın her tarafına dağılmışlar ve dağıldıkları yerlerde dinlerini muhafaza kaygısına düşmüşlerdir. Devletlerine sahip olamayıp sürgün hayatı yaşamaları Yahudilerde bir kurtarıcı inancının oluşmasına vesile olmuştur. Dağıldıkları yerlerden kendilerini Filistin’de toplayacak, mabedi yeniden inşa edecek ve diğer din mensuplarına galebe çalacak bir kurtarıcı beklemişlerdir. Yahudi inanışlara göre Mesih, Tanrısal nitelikte ve Tanrı gücünü taşıyan bir kişiliktir. Tanrı Yehova’nın temsilcisidir.

Yahudiler kurtuluş için Mesih beklemekteler

“Mabed”in yıkılması Yahudiler için fevkalade’ mühimdir. Çünkü Yahudiler, “Mabed”in yıkılışı ile ‘günlük ve mevsimlik birtakım ibadetlerini yapamaz, kurban takdimelerini icra edemez duruma düşmüşlerdir. Bu ve “Kutlu Topraklar”dan sürülmüş Yahudilerin durumları, onları, kendilerini esaretten ve sürgünden kurtarıp “Arz-ı Mev’ud”a yeniden kavuşturacak ve “Mabed”i yeniden kuracak bir “kurtarıcı”yı beklemeye sevk etmiştir. Nitekim bu konuda bir örnek olmak üzere şu cümleler nakledilebilir:

“Fakat yeniden dirilme zamanı gelmeden önce İsrail’e has bir olay vaki olacaktır: Peygamberlerin verdikleri sözlere uygun olarak biz inanırız ki, İsrailoğulları, sürgünden bir Mesih sayesinde kurtulacaklardır. Bu inancı akıl da kabul eder; zira Allah adildir’. Mademki bizi günahlarımızdan ötürü memleketten ve bağımsızlıktan mahrum eden O’ dur, bu cezanın da bir sonu olmak gerektir. David’in oğlu Mesih gelecektir. Yeruşalim’i düşmandan temizleyecek ve kavmi ile oraya yerleşecektir. İsrail oğulları bulundukları yabancı memleketlerden Filistin’e toplanıp geldikleri zaman, yeniden dirilme zamanı da gelmiş olacaktır. Süleyman’ın inşa ettiği Mabed yeniden bina edilecek, Allah’ın nuru (sekine) yine onun üzerine yerleşecek, genç-ihtiyar, efendi-köle bütün İsraillilere nübüvvet nuru ihsan edilecektir. Bu mukaddes devir, zamanın sonuna, yani bu dünya yerini diğerine terk edene kadar devam edecektir.”(4)

Hristiyanlar Mesih Olarak İsa’yı Beklemekteler

“Hıristiyanlara göre ise, İsa’nın ,”Mesih” olarak geleceği Tevrat’ta açıkça yazılı idi. Fakat Yahudiler, bu metinlerde değiştirmeler yaparak onu tasdikten kaçınmışlardır. O, Romalılar tarafından, Yahudilerin şikâyeti üzerine çarmıha gerilmiş ve orada insanların “günahları için” ölmüştür. Gömüldükten üç gün sonra kıyam etmiş; Havarilerine görünmüş; onlarla yemek yemiş ve sonunda Allah’ın yanına çıkarak O’nun sağına yerleşmiştir. O, kıyametten önce gelecek, dünyayı sulh ve adaletle doldurup kendine inanmayanlardan öç alacak ve saltanatı ebedi, olarak sürecektir. Buna göre Yahudi Mesih’i ile Hıristiyanların Mesih’i arasındaki kesin fark şudur:

Yahudiler, Mesih olarak yeni bir şahsın gelmesini beklerken, Hıristiyanlar İsa b. Meryem’in ricatine yani dönüşüne inanmaktadırlar.”(5)

İslam Kültüründe Mehdi İnancı

İslam kültüründe ise Mesih, Mehdi inancı ile birlikte oldukça mühim bir yer tutar. Her şeyden önce “el-Mesih” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de, gerek tek olarak gerek “İbn Meryem” ile beraber birkaç yerde geçer. Ancak bu ayetlerin hiçbirinde, bu kelime, Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki manaları, yani “beklenen bir kurtarıcı”yı kastetmez.(6)

Mehdi ve mesih konusu bir inanç konusu olsaydı, Rabbimiz bunu Kur’an da açık bir şekilde beyan ederdi. Allah Rasulü de bu inanç konusunda ashabına gerekli uyarıları yapardı. İslam’ın temel kaynaklarında olmayan bu konu için hiçbir kimse imanını kaybedeceği endişesine kapılmamalıdır. Mehdi ve Mesih anlatımları ile insanların zihinlerini bulandıran sahte kurtarıcılara hiçbir zaman itibar edilmemelidir.

Tespit edilebildiği kadar ilk defa Abdullah b. Sebe’ mensupları, Ali b. Ebû Tâlib’in ölmediğini ve kıyametin kopmasından önce dünyaya dönüp zulümle dolan yeryüzünde adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüştür.

Bununla birlikte mehdî inancının, daha çok Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinin ardından Kâ‘b el-Ahbâr’ın Yahudilikten İslâm dinine taşıdığı sanılan rivayetlerin etkisiyle ortaya çıktığını ve hilâfetin Ali b. Ebû Tâlib’in soyundan gelenlere ait bir hak olduğunu savunan gruplar arasında yayıldığını söylemek gerekir. Hüseyin’in şehit edilmesi üzerine Muhtâr es-Sekafî ve Keysân’ın öncülüğündeki Keysâniyye’ye bağlı bir grup, Ali b. Ebû Tâlib’in oğullarından Muhammed b. Hanefiyye’nin Müslümanların gerçek halifesi ve yegâne kurtarıcısı olduğunu iddia etmiştir. Vefatında Medine’deki Cennetülbaki Kabristanı’na defnedildiği halde onun ölmediğini ve Radvâ Dağı’nda yaşadığını, kıyametin kopmasından önce mehdî olarak geri gelip dünyada adaleti hâkim kılacağını ileri sürmüş, böylece Mehdilik ilk defa Keysâniyye tarafından I. (VII.) yüzyılın ikinci yarısında ortaya atılmış ve diğer Şiîler’e intikal ederek Müslümanlar arasında yayılmaya başlamıştır.

Ortaya çıktığı erken devirde mehdî inancı sadece Şiî zümreleri arasında rağbet görmemiştir. Emevîler de Süfyânî adını verdikleri kendi mehdîlerini icat etmişler ve buna dair hadis uydurmuşlardır. Muhtemelen ilk defa Hâlid b. Yezîd halkı Emevîler’in mehdîsi Süfyânî’ye inanmaya çağırmış ve bunu yaymaya çalışmıştır. Emevîler’den sonra iktidara gelen Abbâsîler’in yöneticileri de mehdînin kendilerinden çıkacağına dair hadis uydurup insanları buna inanmaya davet etmişlerdir.

İslam’da ne Hz. Ali’nin ne de Hz. Muaviye’nin yönetimini kabul etmeyen ve Lâ hükme illâ lillâh (Hüküm yalnız Allah’ındır) düsturuna sahip Hariciler de bu gelişmeden geri kalmayarak Ali b. Mehdi’yi kendi mehdileri olarak ilan etmişlerdir.

Önce Şiîler, ardından Emevîler ve Abbâsîler arasında yayılan mehdî inancı, III. (IX.) yüzyılda hadislerin toplanıp kayda geçirilmesi ve hadislerin sıhhati konusunda titiz davranmayan muhaddislerce mehdî rivayetlerinin mecmualara alınmasının ardından Sünnîler arasında da benimsenmeye başlanmıştır.

 

Mehdî inancının menşeiyle Müslümanlar arasında ortaya çıkışının sebepleri hakkında ileri sürülen farklı görüşleri şöylece özetlemek mümkündür:

  1. Mehdî telakkisi her toplumda yankı bulan bir sığınma mekanizmasıdır. Sosyal şartların bozulup zulmün arttığı dönemlerde halk bir kurtarıcı beklentisi içine girmiş, daha sonra bu beklenti dinî bir inanca bürünerek mehdî inancı şeklinde ortaya çıkmıştır.
  2. Mehdî anlayışı Yahudilik, Hıristiyanlık ve Maniheizm gibi dinlere ait bir inanç olup Kâ‘b el-Ahbar ile Vehb b. Münebbih tarafından Hz. Peygamber’e atfedilen rivayetler yoluyla Müslümanlar arasında yayılmıştır.
  3. Mehdîlik, iktidar mücadelesinde yenilgiye uğrayan veya mevcut iktidarını güçlü kılmak isteyen siyasî zümreler tarafından ortaya atılmış, önce aşırı Şîa (Gāliyye), ardından mutedil Şîa ve Sünnîler tarafından İslâm dinine mal edilmiş siyasî kökenli bir inançtır. Şiî düşüncesinden etkilendiği kabul edilen tasavvuf ehlinin mehdî inancını benimsemesi bu akîdenin müslümanların çoğunluğu arasında yayılmasına zemin hazırlamıştır.

Hulefâ-yi Râşidîn’e mehdî unvanının verilmesinin yanı sıra Sıffîn Savaşı’nda Ali b. Ebû Tâlib’e mehdî diye hitap edilmesi ve Muâviye b. Ebû Süfyân taraftarlarınca Osman b. Affan’ın aynı unvanla anılması bunu kanıtlar.

Mehdilik iddiası ile Müslümanların sosyal birliği parçalamıştır

“Mehdî inancı, dinî deliller açısından sübut bulmamasının ötesinde İslâm tarihinin akışında birçok olumsuzluğun kaynağı olmuştur. Siyasî iktidara göz diken pek çok kimse mehdî olduğu iddiasıyla ortaya çıkıp Müslümanların sosyal birliğini parçalamış ve savaşlara yol açmıştır. Hareket noktası olarak ileri sürülen iddiaların aksine mehdî inancı insanların zulme karşı eyleme geçmesini sağlamak şöyle dursun harekete geçilmesini engellemiş, kitleleri mehdîyi beklemeye itmiş, zulmü mehdî dışında birinin yok edemeyeceği düşüncesini zihinlere yerleştirmiş ve Müslümanları çözümsüzlüğe sürüklemiştir.”(7)

Hz. İsa’nın Kıyametten Önce Geleceği İddiası Ayetlere Aykırıdır

Kur’an’a aykırı bir şekilde anlatılan ve Müslümanların dünyaya hâkim olmaları için İslam’ın temel inanç esaslarından bihaber olan kişiler tarafından kabul gören Mehdi ve Mesih inancı ile, inanan insanların inanç dünyaları bulandırılmakta, Hristiyan öğretileri İslam’ın temeliymiş gibi aktarılmaktadır. Bu yanlış ve hatalı anlatımlardan biran önce kurtulmalı, insanlığın Kur’an ile tanışması ve yaşayan Kur’an olan Rasulullah (SAV)in hayatını rehber edinmek için gayret gösterilmesi gerekmektedir.

“Kur’an, Allah’ın her şeye ve her şekilde yaratmaya gücünün yettiğini göstermek için annesiz babasız topraktan Hz. Adem’i ve Havva’yı yarattığı gibi, çocuk yapma yaşı çoktan geçmiş Hz. İbrahim ve Hz. Zekeriya ile kısır olan eşlerine de olağanüstü bir şekilde çocuklar vermiş, Hz. İsa’yı da babasız yaratmıştır.

Hz. İsa, kendilerini esaret ve mağduriyetlerden kurtaracak bir Mesih beklentisi içinde olan İsrailoğullarına peygamber olarak gönderildi.

İsrailoğullarının Hz. İsa’nın bekledikleri kurtarıcı Mesih değil de, tevhide, Allah’a kulluğa, ahlak ve fazilete, merhamet ve adalete, kitabı işlerine değil, işlerini kitaba uydurmaya çağıran; Yahudilerin üstün kavim iddialarına ve başka milletleri egemenlikleri altına alma sevdalarına çanak tutmayan; emelleri doğrultusunda savaş ve intikam çığırtkanlığı yapmayan bir rahmet peygamberi olduğunu görünce, beklediğimiz Mesih değildir, diyerek bir takım suçlamalarla öldürmeye kalkıştılar. Çarmıha gerilmek suretiyle öldürülmesine karar verdiler. Ancak Allah Teala onun çarmıha gerilen kişi olmadığını ancak ona benzetildiğini ayette belirtmektedir.

“Allah, “Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi, onlara beni ve annemi Allah’tan başka iki Tanrı olarak benimseyin dedin?” demişti de, “Haşa, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem şüphesiz sen onu bilirsin; sen, benim içimde olanı bilirsin; ben ise senin içinde olanı bilmem; şüphesiz görülmeyeni bilen ancak sensin.” demişti. “Ben onlara sadece Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onları gözlüyordum. Beni öldürdüğünde artık onları sen gözlüyordun. Sen her şeyi gözleyensin. Onlara azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır; onları bağışlarsan, güçlü olan, hâkim olan şüphesiz ancak sensin”(Maide/ 116-118)

Ayette de görüldüğü gibi “aralarında olduğum müddetçe onları gözlüyordum. Ama canımı aldıktan sonra, artık onları sen gözlüyorsun” ifadesinin belirttiği gibi, onlarla yaşadığı bir ömürden sonra Allah onu vefat ettirmiş ve artık onların ne yapıp ettiklerini Allah gözlemlemiştir.

Hz. İsa’nın dünya hayatında öldürüldükten sonra dirildiği ve kıyametten önce geleceği iddiası, Kur’an’ın “…doğduğum günde, öleceğim günde, dirileceğim günde bana selam olsun, dedi” (Meryem/33) ayetine de açıkça aykırıdır. Çünkü iddia edildiği gibi Hz. İsa öldürülmüş ve tekrar dirilerek yaşamış olsaydı, o zaman ölmesinin ve dirilmesinin iki kez olması gerekirdi. İddiaya göre öldürülmüş/ölmüş ve dirilmiştir. Şimdi yaşamaktadır ve kıyametten önce gelecektir. Kıyametten önce de herkes gibi tekrar ölecek ve kıyamet sonrasında herkes gibi tekrar dirilecektir. Böylece kıyametten önce iki kez ölmüş, biri kıyametten önce biri de kıyametten sonra olmak üzere iki kez de dirilmiş olmaktadır. Halbuki ayet yalnız bir doğum, bir ölüm ve bir dirilişten söz etmektedir.

Zaten ayette “asıldığım ve öldürüldüğüm günde” değil, “öldüğüm günde” demektedir. Şayet asılmış ve öldürülmüş olsaydı o zaman “öldüğüm günde” değil, “asıldığım ve öldürüldüğüm günde” derdi. Bu da onun asılmadığı ve öldürülmediği, aksine kendi eceliyle öldüğünü gösterir.

“Allah: Ey İsa! Ben seni vefat ettireceğim, katıma yükselteceğim, inkâr edenlerden seni arındıracağım, sana uyanları, kıyamet gününe kadar, inkâr edenlerin üstünde kılacağım. Sonra dönüşünüz banadır, demişti” (Ali imran 55)

“Oysa onu öldürmediler ve asmadılar. Fakat onlar için biri kendisine benzetildi/benzer gösterildi/onlara öyle göründü. Onun hakkında anlaşmazlığa düşenler, hakkında tam bir kuşku içindedirler. Bu konuda bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyorlar. Onu kesin olarak öldürmediler, bilakis Allah onu katına yükseltti. Allah güçlüdür, hakimdir.” (Nisa 157-158)

Bunun anlamı şudur:

”Öldürmeye kalkışanların elinden ben seni kurtaracağım, onlar seni öldüremeyecekler ve asamayacaklar, onlardan kurtulduktan sonra ecelin gelinceye kadar yaşayacaksın, ecelin gelince/ömrün son bulunca da ben senin canını alacağım, yani öleceksin”.

Aynı şekilde, ayette Allah, “onlar öldürdükten sonra ben seni yükselteceğim.” değil, “ben seni öldüreceğim ve ben seni yükselteceğim.” diyor. Yani öldürmeyi onlar yaptılar, yükseltmeyi ise ben yapacağım demiyor. Böylece Hz. İsa’yı düşmanları değil, eceli geldiğinde her insanı öldürdüğü gibi Allah İsa’yı da öldürmüştür.

Yüce Allah, ”Herkes ölümü tadacaktır.” (Enbiya 35, Rahman 26) ayetleriyle ve Hz. Peygamberden önce hiç kimseye ölümsüzlük vermediği gibi onun da öleceğini belirttiği “Senden önce de hiçbir insanı ölümsüz kılmadık, sen ölürsün de onlar baki mi kalır?” (Enbiya 34) ayetiyle bütün canlıların ölümlü olduğunu kesin olarak belirtmiştir. Düşmanların elinden kurtulan Hz. İsa, Allah tarafından kurtarıldıktan sonra eceli gelinceye kadar yaşamış ve yaşadığı süre içerisinde peygamberlik görevini yerine getirmiştir. Onun için Hz. İsa’nın yarım kalan işlerini tamamlamak için yeryüzüne ineceği mitolojik olmaktan öteye geçmez.

Son nebi olan Hz. Muhammed’den sonra Hz. İsa’nın peygamber olarak değil, vatandaş olarak geleceğini söylemek, nebilik unvanını geri almak ve nebi olduğunu belirten ayetleri inkâr etmek olur. Böyle bir itirazın önüne geçmek için Hz. İsa’nın nebi olarak değil Hz. Muhammed’in şeriatı ile hükmeden adil bir kişi olarak geleceğini söylemek ise dayanaktan yoksundur. Çünkü böyle bir bilgi ancak vahyin bildirmesiyle bilinebilir. Vahiy ise bu konuda bir şey söylemiş değildir. İddia edildiği gibi tekrar gelecek olan Hz. İsa Kur’an’ı tasdik edecekse, kendisinin peygamber olduğunu bildiren ayetleri de tasdik edecek demektir. O zaman da Hz. Peygamberin son peygamber olduğunu belirten Ahzab/40 ayetiyle çelişecektir. Çünkü hem kendisinin hem de Hz. Muhammed’in aynı anda peygamber olduğunu görecektir.

Kur’an’da Hz. İsa’nın dönüşü ile ilgili hiçbir bilgi yoktur. Bu inanç yahut anlayış hadis olarak kitaplara geçen ve tamamen İslam öncesi din ve kültürlerin yansıması yahut uzantısı olan rivayetlere dayandırılmakta, Kur’an’dan bazı ayetlerde o doğrultuda yorumlanarak rivayetlerdeki anlatıma payanda yapılmaktadır.

İsa’nın öldükten sonra dirilip göğe çıktığı, tamamen Hristiyanlığa ait bir inanış olduğu gibi, Mesih olarak bir gün yeniden yeryüzüne döneceği beklentisi de tamamen bir Hristiyan akidesidir. İlginç veya tuhaf olan, böyle bir inanışın İslam kültürüne de girmiş olmasıdır.”(8)

Hz. Peygamber(S.A.V)’in vefatı esnasında yaşanan olayları ve Hz. Ömer (R.A) ın tepkisi ve bu tepkiye Hz. Ebu Bekir(R.A)’ın cevabını burada bir kez daha hatırlamakta fayda vardır.

Hz. Ömer’e Allah Rasulünün ölüm haberi ulaşınca, “Rasullullah (S.A.V) ölmemiştir, O ölmez ancak Musa(A.S) gibi Allah ile buluşmak üzere gaip olmuştur. Dönecektir. Ona öldü diyenin ellerini ayaklarını keserim.” diyerek feveran eder. Bu esnada Hz. Ebu Bekir gelerek “Ey Rasulüm elbette sen öleceksin ve elbette o kâfirler de ölecekler (Ez Zümer 39/30) ayetini okuyup, arkasından da “Kim ki Muhammed’e (S.A.V) tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (S.A.V) ölmüştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.” Konuşmasıyla Hz. Ömer ve onun gibi düşünenleri uyarır. Bu konuşmayı dinleyenler Rasulullah’ın gerçekten vefat ettiğine inanmış, söylediklerinin, duyduğu teessürün şiddetinden geldiğini bildirmiştir.

Kıyamet kopmadan önce bir kişi gelecek olsa, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV) gelirdi. Böyle bir olayın meydana gelmeyeceği, ayeti Kerime ve sahabenin tavır ve söylemlerinden net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Türk İslam Dünyası’da Mesih İddiaları

Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü zamanlarında Allah’tan gayri tabiatüstü varlıklardan yardım beklendiğine pek az rastlandığı halde, çöküş zamanlarında Mehdi ve benzer inançlara çok rastlanmaktadır.

Osmanlılarda pek çok mehdi hareketi ortaya çıkmıştır. Bu tür iddialarla ortaya çıkanlar sert bir şekilde cezalandırılıyordu. Osmanlı arşiv belgeleri ve kroniklerinde bunlarla ilgili pek çok kayıt bulunur. Daha 15. yüzyıl sonlarında İran’dan gelerek İstanbul’da mehdilik iddia eden bir şahıs, Osmanlı ulemasının fetvasıyla katledilmişti.

1626 yılında İzmir’de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Sabetay Sevi (1626- 1676) 1665 tarihinde Mesih olduğunu ilân etti. Sabetay Sevi, haham olarak sinagoglarda ateşli konuşmalar yaptı ve taraftarlarının sayısını her gün arttırdı. Avrupa’dan Yemen’e, Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında dalgalanmalar, kaynaşmalar oldu. Bunun sonucunda heyecan kasırgası ile Yahudiliğin resmî tutumundan ayrı, yeni ve radikal bir akım doğdu.

Sultan Dördüncü Mehmet, Sabetay Sevi’yi tutuklayarak yargı önüne çıkardı. Yargılama sonunda önüne iki seçenek kondu:

İddialarından vazgeçmezse öldürülecek, Müslümanlığı kabul ederse, hayatı bağışlanacaktır. Sevi:

“Bu can bu bedende olduğu sürece Müslüman’ım.”  der, Aziz Mehmet Efendi adını alır. Taraftarlarının bazıları bu ihaneti kabullenmez ve intihar ederler. Çoğunluk ise Müslümanlığı kabul eder. Mesih, yâni kurtarıcı, kendisini kurtarabilmek için dinini değiştirmiştir.

Sabetay Sevi ve yandaşlarına, dinlerinden döndükleri için, ‘dönme’ veya ‘avdeti’ denilir. Fakat onlar, İslâmiyet’i kabul ettiklerini söylemelerine, görünüşte Müslüman gibi hareket etmelerine rağmen, gerçekte Musevîliğe inanmaktadırlar.

Sonuç

Allah hiçbir toplumu Mehdi ve Mesih inancında anlatıldığı gibi, olağanüstü kurtarıcılarla kurtarmamıştır. Hangi peygamber gönderildiği toplumu değiştirmek için ömür boyu mücadele etmeden olağanüstü bir şekilde kurtarmıştır?

Onun için kurtarıcıların yapacaklarına değil, kendi emeklerimize, amellerimize ve fedakârlıklarımıza bakalım. Her şeyden önce sözde kurtarıcılar inancından kurtulmaya çalışalım. Çünkü kurtuluş umudunu kurtarıcılara bağlamış toplumun ne kendisine, ne başkalarına yararı olur. Onun için kurtarıcıların kurtarmasına değil, kendi çabalarımıza bakalım ve geleceğimizi kendimiz hazırlayalım. Kurtuluş için önümüzde tahrif olmamış yüce kitabımız Kur’an vardır. Yaşayan canlı Kur’an olar

Comments are closed.

Navigate