EMEK VE RIZIK

Gökten yağmur adaletli bir şekilde yağar

Adaletsizce paylaşanlar insanlardır.

Yüce Allah, insanı dünyaya göndermeden önce dünyayı insan hayatına uygun şekilde hazırlamıştır. Kâinatı insanın faydalanması için yaratmıştır. Bitkiler, hayvanlar, yeraltı ve yer üstü zenginlikleri gökyüzü, yediğimiz besinler, içtiğimiz su, teneffüs ettiğimiz hava kısaca canlı ve cansız bütün maddeler insanın hizmetine verilmiştir.

Allah, bütün canlıların ihtiyaç duydukları şeyi ilahi bir plan dâhilinde yaratmıştır. Kur’an’da yeryüzündeki bütün canlıların rızkını verenin Allah olduğu vurgulu bir şekilde anlatılır. “Yeryüzünde hareket eden her canlının rızkı Allah’a aittir.”1

İnsanın, Allah’ın bahşettiği bütün nimetleri elde etmesinin tek yolu çalışmaktır. İnsan, barınma, beslenme, korunma gibi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için çalışmak zorundadır. Dolayısıyla insanlar Allah’ın sunduğu rızkı kendileri arayıp bulmalıdırlar. Allah Kur’an’da “… Yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfunu isteyin.”2 buyurarak, insanın çalışıp kazanç sağlayabileceği imkân ve ortamı araştırması gerektiğini belirmektedir.

Ayrıca bilgili, kültürlü, görgülü bir insan olmak için okuyup ilim öğrenmek, bilimsel araştırma ve incelemelerde bulunmak, bu konularda başarılı olmak için de çalışmak gerekir. Bu gün bilimsel ve teknik alanlarda yapılan, hayatımızı kolaylaştıran pek çok alet ve buluşlar çalışmakla gerçekleşmiştir.  Hayatta mutlu ve başarılı olmanın temel anahtarı çalışmaktır.

Çalışmak Allah’ın bir emridir. Bu nedenle dinimize göre çalışmak bir ibadettir. Kur’an, insanın ancak çalışarak, gayret ederek birtakım şeyleri hak edebileceğini, emeğinin karşılığını mutlaka göreceğini bildirmiştir. “İnsan ancak çalıştığının karşılığına sahip olur. Onun çalışması şüphesiz görülecek ve ona karşılığı tastamam verilecektir”3

Yine Kur’an emek olmadan yemek olmayacağını şu ayetle ifade etmiştir. “Bu hurma ağacını kendine doğru salla da üzerine taze olgun hurma dökülsün.” 4 Yüce Allah şüphesiz hiçbir eylemde bulunmasa dahi Hz. Meryem’e o hurmayı ikram edebilirdi. Ancak o doğum sancısı çekmekte olan Meryem’e dahi bunu yapmadı. İhtimal ki, bizlere bu hayatta hiçbir şeyin zahmetsizce olmayacağını öğretmek istedi. Allah, Müslüman bile olsa tembel insanları sevmez ve yardım da etmez. Tembelliği alışkanlık haline getirenlerin kendileri için takdir edilen helal rızka kavuşma aşamasında büyük zorluklarla karşılaşacakları bir gerçektir.

Emek, insanın bir amaca ulaşması, bir yarar elde etmesi için zihinsel ve bedensel olarak çaba sarf etmesi, gayret göstermesidir. Diğer bir ifadeyle emek,  insanın bilinçli olarak belli bir amaca ulaşmak için giriştiği hem kendisini hem de toplumsal çevresini değiştiren çalışma sürecidir.

Emek ve gayret, faydalı işlere harcandığı gibi kötü işlere de harcanır. “…Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği kötülük de kendi aleyhinedir…”5 Kur’an insanı iyi ve faydalı işler yapmaya çağırır ve bu tür işlere de ameli salih der. “Şüphesiz iman edip, güzel işler yapanlar var ya; işte onlar yaratılmışların en hayırlısıdırlar.”6

Çalışma da iki çeşittir; bedenen çalışmak ve fikren çalışmak. Bir şeye fikir yorarak çalışmak bir iştir ve manevi bir emektir. Aslında bütün çalışmalar insan seviye ve kalitesinin yükseltilmesi içindir. Burada şunu belirtmeliyim. Bilge lider Edibali’nin “artık Müslümanların sırtları değil alınları terlemelidir.” derken fikren çalışmanın önemine dikkat çekmiştir. Kur’an en küçük bir amel ve gayretin karşılıksız kalmayacağını söyler. “Kim zerre kadar iyilik yapmış olsa onu görür. Kim zerre kadar kötülük yapmış olsa onu da görür.7

İslâm’a göre emek, helâl kazanç ve alın teri mübarektir, mukaddestir. Müslüman, bir taraftan dünyasını kazanmak, diğer taraftan da ahireti için hazırlık yapmak durumundadır. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar, din, dünya ayırımı gözetmeksizin iki dünya mutluluğuna ulaşmak için durmadan, yorulmadan çalışmalıdır. “Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma!” 8 şeklindeki ilâhî buyruk, hem ahireti hem de dünya geçimini birlikte ele almayı, denge içinde yürütmeyi gerektirmektedir. İnsan, emeğinin karşılığından mahrum bırakılmaz. Bunun yanısıra hak etmediği bir şeyi isteyemez.

Yakın geçmişte Müslümanlar çalışma hayatına, günün en bereketli zaman dilimi olan sabah namazı ile başlarlardı. İnanan insan, sabah aydınlanırken kendisini hayırla rızıklandırması duasıyla Allah’a yönelirdi. İbadet anlayışıyla güne erkenden başlayan mümin, aynı şevkle helâlinden kazanmaya, maişetini alın teriyle temin etmeye koyulurdu. Allah Resûlü’nün, “İnsanın yediği şeylerin en güzeli, kendi kazancından olandır…”9  hadisine göre hareket ederdi. Bu bilinçle çalışan bir insanın çalışma arzusu daha farklı olur. Dünyada başarılı olur, çünkü çalışan kazanır. Alın teri ve emeği birleşmişse, helâl kazanç için çabalamışsa ahiretteki mükâfatı kazanır. Alın teriyle yaptığı işle bir değer üreten ve bu üretimle kendine, ailesine, ülke ekonomisine fayda sağlayan bireyin hayatı anlamlı ve değerlidir. Allah Resûlü’nün beyanıyla: “Kesinlikle hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek yememiştir…”10

Allah tarafından birer örnek ve öğretmen olarak seçilmiş olan peygamberler de çalışıp maddî ya da mânevî bir değer üretme konusunda çaba içinde olmuşlardır. Onlar hem Rablerine şükürlerini ifade edebilmek hem de ailelerine karşı yükümlülüklerini yerine getirmek ve onurlu bir şekilde yaşayabilmek için kendi geçimlerini çalışarak sağlamışlardır. Peygamberlerden her biri yaşadığı memleketin şartlarına ve imkânlarına göre birer meslek sahibiydiler. Hz. İdris terzilikle, Hz. Nuh ve Hz. Zekeriyyâ marangozlukla, Hz. İbrahim, Hz. Hûd ve Hz. Salih ticaretle, Hz. Eyüp ise çiftçilikle uğraşarak kimseye yük olmadan rızkını temin etmenin en güzel örnekleri olmuşlardır. Hükümdarlığını yaptığı devletin gelirleriyle geçinmeyi uygun görmeyen Hz. Dâvûd, zırh yaparak geçimini sağlamıştır. Hz. Musa çobanlık yapmıştır. Sevgili peygamberimiz gençlik yıllarında da ticaretle uğraşmıştır.11

İnsanın rızkını elde etmesi onun çalışmasıyla yakından alakalıdır. İnsanların, doğuştan getirdikleri kabiliyetleri,  karşılaştıkları imkân ve fırsatların azlığı veya çokluğu, elverişli olup olmaması ve bunları farklı şekillerde değerlendirmeleri ve insanların çalışıp çabalamalarına göre rızıkları, kazançları farklı olmuştur ve olacaktır.12

Tarih boyunca insanların ve milletlerin fakirlik dönemleri olduğu gibi refah ve bolluk içinde yaşadığı zamanlar da olmuştur. Her toplumda zengin de fakir de vardır. Yüce Allah Kur’an’da, dünyada dilediği kimselerin rızkını açacağını, genişleteceğini, dilediğinin rızkını da daraltacağını bildirmektedir.13 Bunun sebeplerinden birisi de insanın bu dünyaya imtihan için gönderilmesidir. Allah insanı bazen zenginlikle sınadığı gibi, bazen de malda, canda ve ürünlerde noksanlıklarla sınar.14

Günümüzde fakirliğin en önemli sosyal problemlerden birisi olduğu bir gerçektir. Müslümanların fakir kalmaları, haricî sebeplerin yanı sıra şüphesiz kendi ihmallerinden ve gayretlerinin azlığından kaynaklanmaktadır. Ancak toplumda bazen haksızlıklar, adaletsizlikler, zulümler olabilmektedir.  Kur’an-ı Kerim bu olumsuzlukları önlemek, insanların serbest iradeleriyle hür bir ortamda çalışmaları sonucunda elde ettikleriyle mutlu bir şekilde yaşamalarını temin etmek ve fakirliği önlemek amacıyla çok önemli kurallar getirmiştir.

İslam, emeğe dayanmayan çalışmadan kazanmayı ve üretmeden tüketmeyi hoş karşılamaz.  Dinimiz, el açıp dilenmeyi, “rızkı veren Allah’tır.” diyerek gayret göstermeden başkalarından beklemeyi uygun görmez. Aynı zamanda rızkın adil dağılımını ister. Gelirin yalnız zenginler arasında dolaşan bir güç olmasına müsaade etmez. Tekelleşmelerin önüne geçmek, emeğin hakkını savunmak ve almak, zenginle fakir arasında uçurum oluşmasını engellemek ister. Bununla birlikte kazanç yollarının meşru olması da son derece önemlidir. Onun için dinimiz, insanlar arasında haksızlığa neden olan ve toplumun temel değerlerine zarar veren hırsızlık, gasp, kumar,  rüşvet, tefecilik, karaborsacılık, faiz ve hile yapmak gibi her çeşit haksız kazanç yolunu yasaklamıştır.

İslam’ın ekonomik prensiplerinin temelini teşkil eden kurallardan biri de, zenginlik bütün topluma yayılmalıdır. Servet sadece zenginler arasında dolaşmamalı veya zenginler gün be gün daha da zenginleşirken, fakirler daha da fakirleşmemelidirler. Yüce Allah Şöyle buyurmuştur: “…O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet (ve güç) hâline gelmesin diye (Allah böyle hükmetmiştir).”  15

İslam’ın, zekât, infak, karz-ı hasen ve sadaka gibi yardımlaşma emir ve prensipleri ile fakirlik en aza indirebilir veya ortadan kaldırılabilir. Böyle bir durumda servetin akışının fakirlerden zenginlere değil, zenginlerden fakirlere doğru olacağı akacağı bir açıktır. Böylece yoksullar onurlu bir hayat seviyesine ulaşabilir, hem de iki tabaka arasındaki çatışma potansiyeli, sevgi, şefkat, saygı ve kardeşliğe dönüşür.

İslâm meşru yoldan kazanılan zenginliği teşvik etmiştir. Kazanılan mal ve mülkün helâl yollardan elde edilmiş olmasına büyük önem vermiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber, Müslümanlara el emeği ile geçinmenin faziletini anlatarak fakirliği ortadan kaldırmak ve insanların daha iyi imkânlara kavuşmasını sağlamak için herkesin çalışmasını, iyi imkânlara sahip olmasını istemiştir. Resûlullah, “Salih kişi için salih (iyi) mal ne güzeldir!” 16 buyurmuştur. Bu hadisiyle Hz. Peygamber helâl yoldan kazanılmış hayırlı malın, zenginliğin, iyi ve takva sahibi insanların elinde büyük bir değer ifade ettiğini vurgulamaktadır. Çünkü böyle bir kişinin elindeki servet, zekât, sadaka, infak, fabrika ve iş imkânı olur. Nihaî hedef, mülkün asıl sahibinin rızasına götürmesi gerekir. Mal ve mülk, anlamlı yerde kullanıldığı takdirde Allah katında değer bulur.

Örneğin, Türkiye, kaynakları kendisine yetecek kadar zengin bir ülkedir. Ama kaynakların çeşitli sebeplerle adaletsiz paylaşımı nüfusun büyük çoğunluğunu muhtaç duruma düşürmüştür.

2017 TUİK verilerine göre;

Nüfusun en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 47,4

Nüfusun en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 6,3 olmuştur.

Bu ülkede, dinin emirlerini yerine getirecek kadar inançları sağlam kişiler çoğunlukta olsa, en azından herkes orta derecede varlık sahibi olur. Çünkü zengin insan, zenginliğin sadece kendi çalışması sonucunda el ettiği, kendi yeteneğiyle kazandığı bir şey olmadığını bilir, Allah’ın kendisine bu rızıkları ihsan ettiğinin şuuruna varır. Bu da kendisinin rızkın sahibi değil, emanetçisi olduğu, muhtaç olan insanların bu servette haklarının bulunduğu hakkın hayrat olarak değil, onların hakkı olarak verilmesi gerektiği 17 bilincinin gelişmesine sebep olur.

Müminlere yaraşan hareket, emek sarf etmek, alın teri dökmek ve üretmektir. Yüce Allah, “Erkek veya kadın, kim mümin olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.” 18 ayetiyle, çaba gösterenleri dünyada ve ahirette ödüllendireceğini müjdelemiştir.

Ayrıca imkânlarını seferber ederek işin en iyisini ve en güzelini yapmaya çalışmak, elde edilen başarı ile yetinmeyerek daha iyisi için yeniden kolları sıvamak da müminlere yakışan bir hayat tarzıdır. “Kendi rızkımı temin ettim, bu kadarı bana yeter, aşırıya gitmemek gerekir!” şeklindeki bir yaklaşım, sürekli çalışmayı ilke edinen insanlarda olmamalıdır.  Bu anlamda bizlere yol gösteren Hz. Peygamber, Allah rızası gözetilerek yapılan bütün emeğin ve kazancın değerli olduğunu anlatmıştır.  Allah Resûlü, “Eğer bu kimse çocuklarının geçimi için çalışırsa, Allah yolundadır. Eğer yaşlı ana babasının ihtiyaçlarını gidermek için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolunda hizmettir. Eğer kendi izzet ve erdemi için çalışırsa, onun yaptıkları yine Allah yolundadır…” 19 buyurur.

Öte taraftan, insandaki mal sevgisinin, servete düşkünlüğün ve mülk hırsıyla sermaye biriktirmenin bir sonu olmadığını, tamahkâr insanın asla tatmin olamayacağını Kutlu Elçi şu çarpıcı ifadesiyle belirtmiştir: “Âdemoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, bir vadi dolusu malı daha olmasını arzu eder. Âdemoğlunun gözünü ancak toprak doldurur. Allah tövbe eden kimsenin tövbesini kabul eder.” 23 Buradaki ölçü dünya malından uzaklaşmak değil, malı dünyanın geçici bir güzelliği ve metaı olarak görüp değerlendirmektir. Biriktirilen servete teslim olmamak, bilakis onu teslim almak, gerektiği yerde harcamak, Allah rızası için feda etmek ve hayırlı işlere vesile kılmaktır.

Mümin, zenginlik ve fakirliğin birer imtihan vesilesi olduğunu unutmamalı ve Rahmet Elçisi’nin şu duasıyla Rabbine sığınmalıdır: “Allah’ım, cehenneme gitmeye sebep olacak fitnelerden, cehennemin azabından, zenginliğin ve fakirliğin şerrinden sana sığınırım.” 20

Yüce Allah, insanı en güzel surette yaratmış ve evrende olan her şey onun hizmetine vermiştir. Dolayısıyla mümin daima Allah’a şükretmeli ve tüm bu imkânları kendisine sunan Rabbine minnettarlığını göstermelidir. Çalışılıp helâlinden kazanmak için yaptığımız her türlü meşru iş, Allah’ı hoşnut etmekte ve en geniş anlamda “kulluk/ibadet” kapsamına girmektedir. İnanan insandan beklenen, imkânlar ölçüsünde kendisini, ailesini ve milletini huzur içinde, yaşatmaya yetecek kadar çalışması, bunu ibadet bilinciyle yapmasıdır.

 

  1. Hud suresi, 6. ayet; Ankebût suresi, 60. ayet.
  2. Cuma suresi, 10. ayet.
  3. Necm suresi, 39-41. ayetler.
  4. Meryem suresi, 25. ayet.
  5. Bakara suresi, 286. ayet.
  6. Beyyine suresi, 7. ayet.
  7. Zilzal suresi, 7-8. ayetler.
  8. Kasas suresi 77. ayet.
  9. Nesâi, Büyû, 1.
  10. Buhâri, Büyû,15.
  11. Hadislerle İslam, C 5, s. 40.
  12. Nahl suresi, 71. ayet.
  13. Ra’d suresi, 26. ayet.
  14. Bakara suresi, 155. ayet.
  15. Haşr suresi, 7. ayet.
  16. Hadislerle İslam, C 5, s. 48.
  17. Zariyat surrsi, 19. ayet.
  18. Nahl suresi, 97. ayet.
  19. Taberâni, El Mu’cem’ül evsat, C 7, s. 56.
  20. Ebu Davud, Vitr, 32.

Yorum Yapın

Navigate