Kıbrıs, Türkiye’nin güney sigortasıdır

Türkiye’nin güney sigortası olan Kıbrıs, jeopolitik ve jeostratajik konumundan dolayı küresel güçlerin dikkatlerini hep üzerine çekmiştir.

“Kıbrıs adası Türkiye’nin hemen yanı başında, Türkiye için Akdeniz’e (ve uluslararası sulara) çıkış yolu üzerindedir. Yunanistan Batı’da Ege’yi büyük ölçüde kapatmıştır. İstanbul’dan İzmir’e ya da Marmaris yöresine giderken Türk gemileri ve tekneleri, Yunanlıların denetimi altında bulunan adalardan, Yunan karasularına girmemek için dolaşmak zorundadırlar. Güney (Akdeniz’e), Türkiye’nin tek rahat çıkış alanı(deniz ve hava) olarak kalmıştır. Türkiye 40 mil yanında ve tarihi ve kültürel olarak da Türk kimliğinin bulunduğu, ikinci büyük nüfusu Türklerden oluşan bu adayı, bir başka ülkenin (Rumlar ve Yunanistan) tam denetimine bırakamaz. Bu, tarih, coğrafya ve toplumsal doku açısından “adil olmaz. Türkiye aynı zamanda bir Akdeniz ve Orta Doğu ülkesidir. Bölgenin en büyük ülkesinin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu’da ekonomik ve siyasal varlığını sürdürebilmesi için Kıbrıs’ta Türk varlığının korunması (KKTC’nin korunması) yaşamsal bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin Afrika ve Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerini sağlıklı sürdürebilmesi de KKTC’nin varlığına ve Kıbrıs’ın tamamının başka ülkelerin eline geçmemesine bağlıdır.

Kıbrıs’ın bir Yunan (Rum) adası haline gelmesi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki dengeleri tamamen ortadan kaldıracaktır. Ege’de denge Yunanistan lehine, Türkiye aleyhine dönmüştür. Meis’ten Midilli’ye kadar Anadolu Yunanistan’ın egemenliği altındaki Ege adaları tarafından kuşatılmıştır. Akdeniz’de de Kıbrıs Yunanistan’ın (Rumların) egemen oldukları bir konuma gelirse, bölgenin en büyük ölçekli ülkesi nefes alamayacak bir duruma düşer.” (1)

Akdeniz’in, enerji jeopolitiğinin önemi

“Akdeniz’in, enerji jeopolitiğinin önemli olmasının çeşitli nedenleri var. Akdeniz bir yandan Hazar havzası ve Orta Asya petrollerinin Bakü- Ceyhan boru hattı ile Doğu Akdeniz’e aktarması, diğer yandan Musul ve körfez petrolünün Batıya taşınması ve bir diğer yandan da Afrika kıtasından Avrupa’ya enerji trafiğinin geçiş noktası olması itibariyle çok önemli. Bu bakımdan Akdeniz’e dair hiçbir meselenin lokal kalması mümkün değil. Akdeniz’in kuzeyi ile güneyi birbirine ancak enerji- ekonomi dengesi içerisinde eklemlenebiliyor.” (2)

Kıbrıs enerji kaynağı

“Akdeniz ve Kıbrıs çevresi zengin petrol kaynakları nedeniyle bir süredir dünya enerji devlerinden yoğun ilgi görüyor. Noble enerji firmasının yetkilileri ada çevresinde Avrupa’nın önümüzdeki 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayabilecek petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğunu öne sürüyorlar.

Bu bakımdan Kıbrıs adası, Kissenger’ın ürettiği tabirle “Akdeniz’de demirlemiş, batmayan bir uçak gemisi” ya da “askeri açıdan stratejik bir üs” olmanın yanı sıra, artık deniz ortasında “doğal yoldan inşa edilmiş büyük bir enerji platformu” hüviyetine de sahip.” (3)

Kıbrıs’ın sahip oluğu bu coğrafi konumundan dolayı Türkiye oradan hiçbir şekilde vazgeçemez. Kıbrıs, Türkiye’nin güney sigortasıdır. Türkiye bu sigortayı kaybettiği anda ateş çemberi içinde intiharını bekleyen yengeç pozisyonuna düşecektir.

Kıbrıs’ta; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile birlikte 1959 yılında Zürich anlaşması ile Kıbrıs üzerinde garantör olmuşlardır. Bu garantörlük anlaşması doğrultusunda Türkiye Kıbrıslı soydaşlarının haklarını koruyacak, Kıbrıs’a yabancı müdahalesine engel olacak, güneyde kendine tehdit oluşturabilecek bir yapılanmaya karşı müdahale hakkı bulunacaktı.

1959 Kıbrıs Anlaşmalarına göre, adada %20’lik Türk azınlığının bazı siyasal hakları Rum çoğunluğu tarafından koruncak ve güvenceye alınacaktı. Kıbrıs yasama meclisinde Rum ve Türk toplumları ayrı ayrı temsil edilecek, bir Rum cumhurbaşkanı ile bir Türk yardımcısı seçimle belirlenecek, önemli konularda her iki tarafın da veto hakkı olacaktı. Adanın güney kesiminde, ada topraklarının dışında sayılan iki İngiliz üssü olduğu gibi kalacaktı. Garantörlük anlaşması gereği olması gereken Türklerin hakları hiçbir zaman korunmamış, bu plan hiçbir zaman iyi işlememiştir.

Rumların hedefi Enosis’i gerçekleştirmek

Rumların adada barış içinde yaşama gibi bir düşünceleri hiçbir zaman olmamıştır. Onların bir tek hedefleri vardı, Enosis’i gerçekleştirmek. Enosis, Megalo İdea hedefi çerçevesinde Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanmasının adıdır.

‘’Makarios; 1950 yılında Kıbrıs’taki Ortodoks Kilisesi’ne Başpiskopos seçildikten sonra şu Enosis yeminini etmiştir:  “Ulusal Bağımsızlığımızın doğuşu için çalışacağıma ve Kıbrıs’ı anavatan Yunanistan’a ilhak etme siyasetimizden hiçbir zaman vazgeçmeyeceğim üzerine ant içerim.” (4)

Bu hedeflerine ulaşabilmek için Kıbrıs’ta, EOKA adı altında Kıbrıs’ı “Türklerden temizlemek ve Enosis’i gerçekleştirmek için” bir örgüt kurulmuştur. Ortodoks Kilisesi de hem Türk düşmanlığının, hem de Enosis’in yıllarca öncülüğünü yapmıştır.

Batının şımarık çocuğu Rumlar Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak ve orada yeni bir siyasi yapı oluşturmak için batıdan da aldıkları destekle Türklere karşı ateşli silahlarla saldırmaya başlamışlar, Türkler üzerinde asimilasyon çalışmaları yapmışlar, kendilerine direnenlere karşı barbarca ve vahşice katliamlara girişmişlerdir. Dünya kamuoyu katliamlar karşısında sessiz kalırken var oluş yok oluş mücadelesi veren soydaşlarımız bir umutla anavatandan gelecek yardım ve müdahaleleri bekler olmuşlardır.

Rum tarafının antlaşmalara aykırı tutumları ve gün geçtikçe Türkler aleyhine gelişen olaylar ve kanlı eylemler neticesinde Türkiye, Kıbrıs’ta yaşanan bu acı gelişmelere son vermek amacıyla adaya asker çıkarmayı planlamıştır. Kıbrıs’a Türk askerinin çıkması için planlanan tarih, 7 Haziran 1964 olarak belirlenmiştir. Türkiye çıkarma hazırlıkları yaparken Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından Başbakan İsmet İnönü’ye 5 Haziran’da ültimatom olarak değerlendirilen bir mektup gönderilmiştir.

Johnson: Türkiye’nin adaya müdahalesi kabul edilemez

Mektupta; Türkiye’nin adaya tek taraflı müdahalesinin Türk ve Yunan tarafları arasında savaşa yol açabileceği, NATO üyesi olan bu iki ülkenin savaşmasının kabul edilemez olduğu ifade edilerek Türkiye’nin müdahale kararı almadan önce müttefiklerine danışması gerektiği belirtilmiştir.

Türkiye’nin müdahalesi ile oluşacak bu savaşın Sovyetler Birliği’nin de Türkiye’ye müdahale ihtimalini doğuracağı ve NATO’nun böyle bir durumda Türkiye’yi savunma konusunda isteksiz olacağı ima edilmiştir.

ABD’nin Türkiye’ye sağladığı askeri malzemenin bu müdahalede kullanılmasına da izin verilmeyeceği belirtilmiştir.

Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçmiştir. 1964 yılında düşünülen müdahale ancak 10 yıl sonra gerçekleşebilmiştir.

ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’dan ikinci Johnson mektubu

Johnson mektubu nasıl elimizi kolumuzu bağlayıp hareketlerimizi engellediyse bugün de farklı bir durum yoktur. ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan’dan adeta bir ikinci Johnson mektubu gelmiştir.

06 Haziran 2019 tarihinde ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan tarafından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a bir mektup gönderilmiştir. Gönderilen mektup, ABD tarafından dile getirilen S-400 alırsanız F-35 programından çıkarılması başta olmak üzere Türkiye’ye yönelik bir dizi tehdit, şantaj ve yaptırımları içermektedir. Mektupta özetle; politik, askeri ve ekonomik olarak Türkiye’ye karşı yaptırımların uygulanacağı dile getirilmekte, diplomatik bir dille S-400 alımı üzerinden ültimatom verilmektedir.

Bu mektuplar ‘yardım alan emir alır’ sözünü bir kez daha doğrulamıştır. Türkiye’nin bağımsızlığına yönelik bu ve benzeri mektuplara muhatap olmak istemiyorsak ekonomiden askeri malzemeye varıncaya kadar dışa bağımlı olmaktan kurtulmanın çalışmaları yapılmalıdır. Türkiye’nin savunması emperyalist ülkelerin insafına bırakılamaz.

Türk dış politikasında önemli bir yeri olan bu mektuplar, öncesi ve sonrası ile yeniden değerlendirilmelidir. Tarihi ve sosyal misyonumuz, milli çıkarlarımız göz önüne alınarak oluşturulacak rasyonalist politikalarımıza, yabancı müdahalelerine fırsat verilmemelidir.

Garanti Anlaşmaları ve buna dayanarak müdahale hakkımızın, Kıbrıs Türk halkı ve ülkemiz için önemini diplomatik görüşmelerde dikkatten uzak tutmamak gerekir.

Rumların ve Yunanistan’ın ENOSİS’e ilişkin niyetlerinden vazgeçmedikleri ve bu hedeflerine ulaşmak için her türlü çabayı gösterecekleri unutulmamalıdır.

Barış adı altında uzatılan zeytin dalları hain niyetlerini gizlemenin maskesidir. Ellerine geçecek en ufak bir fırsatta 1974 barış harekatımız öncesi soydaşlarımıza karşı hunharca ve adice giriştikleri eylemleri yeniden tekrarlamayacaklarını kim garanti edebilir?

Diplomatik baskılarla Kıbrıs’ta kalıcı çözüm çalışmalarında Türkiye köşeye sıkıştırılmaya çalışılmaktadır. Çözüm için her türlü tavizi vermek, ver kurtul mantığı ile hareket ederek çözüm bulmaya çalışmak tarihi, kültürel sorumluluklarımızdan kaçmak, geleceğimizi emperyalizmin insafına bırakmak olur.

KKTC’nin adı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirilmeli

Odatv haber sitesinde Nurzen Amuran’ın sorularını cevaplandıran Emekli Tuğgeneral Dr. Naim Babüroğlu KKTC’nin adı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirilmesi gerektiğini belirterek şu çarpıcı bilgileri vermiştir.

“ABD Kongresi’nin 10 Nisan 2019 tarihli kararında;

– Doğu Akdeniz’in güvenliği ABD ve Avrupa’nın güvenliği için kritiktir,

– Yunanistan Doğu Akdeniz’in istikrarı için kilit ülkedir,

– İsrail ABD’nin esas stratejik ortağıdır,

– Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, ABD’nin kilit stratejik ortağıdır, denmektedir. Dikkat ederseniz ABD, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de müttefik bile kabul etmemektedir.

Geçen hafta, ABD Senato Dış İlişkiler Komisyonu’nda kabul edilen tasarıda da;

– GKRY’ye uygulanan silah yaptırımının kaldırılması

– İsrail, Yunanistan ve GKRY arasındaki işbirliği için ABD-Doğu Akdeniz enerji Merkezi’nin kurulması,

– Yunanistan’a askeri yardım yapılması,

– Yunanistan ve GKRY’ye askeri eğitim desteği sağlanması,

– Türkiye’ye F35 savaş uçaklarının verilmemesi maddeleri yer almaktadır.

En önemlisi de, 10 Mayıs 2019 tarihli Temsilciler Meclisi kararında, “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’ta askeri işgali” ifadesi yer almaktadır. Bu kabul edilemez.

Bu arada, Fransa’da devreye girdi ve GKRY ile “Deniz Üssü ve Savunma İşbirliği Anlaşması” imzaladı. Anlaşmaya göre Fransa, GKRY’de deniz üssü kuracaktır; bölgede sürekli varlık gösterecektir. Anlaşmada, Fransız deniz kuvvetlerinin, Fransız şirketi Total’e Türkiye’nin olası müdahalesini önleyeceği ifadeleri yer almaktadır.

İngiltere ise GKRY’de çok sayıda F-35 savaş uçağını konuşlandırma çalışması yapmakta; ABD GKRY’de üs kurma girişimini sürdürmektedir.

Sonuçta, Doğu Akdenİz’de ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Yunanistan, GKRY ve Mısır Türkiye karşısında cephe oluşturmuş durumdadır.

Türkiye gecikmeden KKTC’de deniz ve hava üssü kurmalı; ihtilaflı alanlarda sondaj çalışmasını başlatmalı; Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmelidir. Ayrıca KKTC’nin adı Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak değiştirilmelidir.” (5)

Kıbrıs üzerinden bölgede oluşturulan kirli ittifaklara, Türkiye’nin devre dışı bırakıldığı enerji arama ve enerji ortaklıklarına karşı acil tedbirler alınmalı, bölge için aktif ve caydırıcı politikalar uygulamaya geçilmelidir. Türkiye tarihi, kültürel ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmek, güvenliğini sağlamak için Kıbrıs üzerindeki haklarından hiçbir şekilde vaz geçemez. Kıbrıs, Türkiye’nin can damarıdır, yaşam sigortasıdır.

  1. Erol Manisalı, Dünden Bugüne Kıbrıs, 35-36
  2. Deniz Ülke Arıboğan, Büyük Resmi Görmek, S.84
  3. Deniz Ülke Arıboğan, Büyük Resmi Görmek, S.127
  4. Kıbrıs’ta Barışa Gerçek Engel ENOSİS, KTFD Enformasyon Dairesi Belge Yayınları No 10, Lefkoşa, 1982, s.10.
  5. odatv.com. 7.7. 2019

 

 

Yorum Yapın

Navigate