TESBİHÇİ DEDE

Kimi insanlar vardır; derdinize ortak olurlar, derman olurlar. Kimileri de vardır ki bulundukları yeri kaynatırlar, huzursuzluk kaynağıdırlar, ocağına bucağına yaklaşanlara dert olurlar. Halk muhayyilesi onlar için veciz bir tanımlamada da bulmuştur: Nakıs adam.

Şair; böylelerinin durumunu, bunların verdiği zararı ta kabre kadar götürmüştür:

Ne kendi eyledi rahat, ne verdi halka huzur

Çekildi gitti dünyadan; dayansın ehl-i kubur.

İnsanın yüreğinde bir güzellik yeşermeye dursun; o güzellik etrafını güzelleştirmekte pek de gecikmez. Sen yeter ki güzellik yapmayı kafana koy. Sana kim engel olabilir? Olunsa bile öte yandan bir başka güzelliğe kulaç açarsın. Belki o yeni kulvar, daha hayırlı bir kulvar? Kim bilir?(*)

Kimisi şeker dağıtır çocuklara, kimisi gülücüklerini şeker yapar. Kimisi tanıdık tanımadık herkese Allah’ın kutlu selamı ile en güzel temennide bulunur; sabahtan akşama bir dua cümlesi ile güzelleştirir geçtiği her yeri Hacı Veyiszade gibi: Esselamü aleyküm.

Belki garip gelebilir ama dikkatimi çeken birisinden söz etmek istiyorum burada; Tesbihçi Dede.

Esasen tesbih, bir mastardır. Arapça asıllı olan tesbih kelimesi, artık Türkçeleşmiş bir kelimedir. Tesbih, sebbeha kökünden türemiş bir mastardır. Sebbeha; tesbih çekti, “Sübhanellah” dedi anlamlarına gelir. Asr-ı Saadette bizim bugün kullandığımız tesbih ve benzerleri yoktu. Sahabe-i Kiram, 33’e tamamladığı çakıl taşları ile tesbihatını yapıyordu. Zamanla bugünkü tesbih dediğimiz nesneye geçiş oldu basitinden gelişmişine doğru. Bugün artık tesbih üretim, dağıtım ve pazarlanması önemli bir ekonomik-ticari sektör haline gelmiştir. Ayrıca tesbih hobisi, önemli hobilerden biridir. Tesbih koleksiyonculuğu bir sektör haline gelmiştir.

Diyar-ı İslam’da tesbih piyasasında Çin mallarının söz sahibi olması; ayrı ve uzun bir konudur. Doğu Türkistan’da Allah’ın adını anmayı yasaklayan, Allah’ı ve İslam’ı hatırlatan hemen her şeyi yasaklayan Çin yönetiminin ekonomik/ticari girişimcileri Hicaz’da tesbihatın içini dolduramamış müslümanlara tesbih satmaktadır. Hemen her gün “kola” ve İsrail mallarını boykot çağrısında bulunanların marketlerinde adeta başka mal bulmanın imkânsız olduğu gibi.

Ne gariptir ki Allah’ın adını anmak için geliştirilen bir aksesuar, bugün, çıkış noktasından uzak mecralarda yol almaktadır. Ne diyelim; gene de boş durmaktan iyidir mi, diyelim. Ama asıl mecrasına dönmesi, anlam kaymasının önüne geçilmesi önem arzetmektedir.

Tesbihçi Dede, ata yadigârı tarihi ulu mabedin müdavimlerinden idi. Tonton yapısı, ne uzun ne kısa olmayan sakalı ve mütebessim çehresi; onu kolaylıkla tanımanıza yarayacak ipuçları.

Büyük Camiin vaizi daha kürsüye çıkmadan o yerini almıştır. Vaktini asla şaşırmaz. Tam zamanında. Vaiz, aslında zamanında gelip gelmediğini onun gelişiyle kontrol edebilir. Tesbihçi Dede yerini aldıktan sonra gelmişse vaiz, biraz gecikmiş demektir. Yok, Tesbihçi Dede henüz ortalıkta gözükmüyorsa, vakitlice gelmiştir.

Caminin ana kapısından girenin, onun olduğunu hemen fark edersiniz. Çünkü kendine has yürüyüşü vardır; insana güven ve mutluluk veren bir siluet. Ağır ve emin adımlarla mutedil bir yürüyüş. Yeri bellidir. Vaaz kürsüsünün önüne hep o oturmuştur. Onun yerini almasıyla vaiz, artık vaazına başlayabilir. Vaiz, vaaz için kürsüye çıktığında artık boş duvarlara “Muhterem müslümanlar” demeyecektir. Karşısında Tesbihçi Dede, onu takip eden başkaları ve bu ulu mabedi dolduran melekler vardır. Vaizin söyleyeceği her bir cümlenin, kelimenin artık muhatapları vardır. Kelamını ona göre söyleyecek, seslendirecektir.

Tesbihçi Dede, bu, belki basit görülen, ama kendi içinde bir anlam barındıran davranışı ile kendince bir görev ifa etmekte, bir iş yapmaktadır. Onun yaptığı bir şey daha var: Kendi tesbihinden ayrı, ceketinin bir sağ cebinde, bir de sol cebinde taşıdığı birer adet tesbih. Her namaz sonu sağ cebinden çıkardığı tesbihi sağındaki birine, sol cebinden çıkardığı tesbihi de solundaki birine vermek. Tesbihi verirken bir tebessüm, alırken bir tebessüm. Bu haliyle o, Mütebessim Tesbihçi Dede’dir. O, kendi çapında elinden geleni yapmaktadır.

Onun ulu mabede girişi, o ulu mabedi yapan, buraları bize vatan kılan ecdadın gelişini andıran hatıralar çağrıştırır insana. Sanki o, o çağlardan kopup gelen bir bir mübarek hatıradır.

Hendek Kuşatmasında Allah’ın Kutlu Nebisi, akşam karanlığında evinin yakınlarında bir karartı gördü. Savaş hali devam ediyor ve müşrik düşman ordusu her türlü yola başvurmaktan kaçınmıyordu. Bu nedenle güvenlik önlemlerinin üst perdede olmasına ihtiyaç vardı. O karartı, Rasülullah’ın can güvenliğine halel gelmesin diye kendiliğinden güvenlik için görev üstlenen Medine müslümanlarının ileri gelen liderlerinden birisi idi. İhtiyacı görmüş ve Rasülullah açısından bir güvenlik zaafiyeti oluşmaması için gerekli adımı atmıştı.

Benzer duruma Hayber’in fethinden sonra da şahit oluyoruz. Hayber’in fethinde büyük zayiat veren Yahudilerin, Peygamberimize bir zarar vermelerinden endişe eden sahabi Hz. Halid İbnu Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari, gece boyu kendiliğinden Rasülullah’ın kapısı önünde nöbet tutmuştu. Rasülullah’ın, kapısı önünde bekleyen Ebu Eyyüb el-Ensari’yi görmesi şaşkınlığa neden olabilirdi. Bunu önlemek için Ebu Eyyüb tekbir getirdi seslice ve durumu Rasülullah’a izah etti.

Biliyor musunuz; Ebu Eyyüb, İslam’ın gönüllü nöbetçisidir. O, nöbetine son nefesine kadar devam etmiştir. O, gönüllü nöbetinin gereği, ilerlemiş yaşına rağmen, gençlere taş çıkartacak bir dinamizmle ta Bizans surlarının dibine kadar gelmiştir. O, bugün, mezarının varlığıyla adeta nöbete devam etmektedir. Materyalist bir yaklaşımda bunun bir anlamı yoktur. Ama işte bu vardır ve bu bir gerçekliktir. Amel defterinin açıklığına bir de bu açıdan bakmak lazım. Siz, sizi zorlayan birileri olmadığı halde sırf rıza-yı Bari için cehdediyorsunuz. Ve bir de bakıyorsunuz ki; Allah, sizin amelinizi ve duruşunuzu bereketlendirmiş. Demek oluyor ki; amel defterinin açık kalması, biraz da sizin gönüllü nöbete talip olmanızla ilgili; gönüllü nöbete.

Bu irfandır. Bizim bir irfan geleneğimiz vardı. Ona dönmek zorundayız. Başka reçeteler, bununla birlikte bir anlam ifade eder.

Tesbihçi Dede, bana bunları anlattı lisan-ı hali ile. Şimdilerde onu göremiyorum. Belki de görevini ifa etmeye çalışmış bir adamın ruh hali ile bu dünyaya veda etti. Allah rahmet eylesin.

Ama bizim toprağımız bereketlidir. Her köyden/yöreden bir Yunus çıkaracak kadar. Yarın bir başka Tesbihçi Dede çıkar; aynı duygularla bir başka iş yapar. Belki de yapıyordur. Amelleri değerli kılan; halis niyet ve niyetteki derinliktir.

(*) “Boş kaldığında hemen bir işe sarıl. Ancak Rabbine rağbet et.” (İnşirah Suresi/94;7-8.)

Yorum Yapın

Navigate