İSLAM RÖNESANSI YENİ İNSANLIK DÜZENİ İDEALİ VE NAZARİYESİDİR

VIII. – XIII. Yüzyıllar arasında İslam dünyası bilimsel açıdan zamanının en ileri toplumuydu. Karanlıklar içinde debelenen Avrupa için bilginin gerçek hazinesini elde edebilecek en önemli kaynak İslam dünyasındaki bilimsel eserlerdi. XII. Yüzyılda İspanya ve Sicilya’da Arapçadan yapılan yoğun tercümeler modern Avrupa biliminin temelini teşkil etmiştir. Bugün en temel hayati soru şudur: VIII. Yüzyılda Yunancadan tercümelerle eski Yunan biliminin yeniden yorumlanma faaliyeti gibi insanlık tarihi açısından son derece kritik bir sıçrama dönemini gerçekleştirmek için beklenen yeni insanlık düzeni adına neler yapılabilir?

Bu sorunun cevabına Beytü’l-Hikme modeline kısa bir temasla başlayabiliriz. Genişleyen İslam coğrafyası ile Müslümanlar farklı kültür ve medeniyet prensipleri ve problemleri ile karşılamış oldular. Bu karşılaşma neticesinde çeşitli müsbet menfi etkileşimler de hızla artmıştır. Müslümanlar kendi inanç ve düşüncelerini yabancılara karşı en iyi bir şekilde savunmak ve İslam’ın üstünlüğünü kanıtlamak için onların kültür sistemlerini inceden inceye anlamak gereği duydular. Bu temel ihtiyaç bir tercüme bürosu gibi çalışan devlet destekli kurumsal bir yapının doğmasını zorunlu kılmıştır. Kökleri Emevi halifesi Mansur’a kadar uzanan, Abbasi Halifesi Memun döneminde kurumsallaşmaya başlayan bu ileri kültür ve medeniyet  merkezinin adı Beyt’ül Hikme’dir. Sadece bir tercüme bürosu olmayıp aynı zamanda pozitif bilimlerin araştırıldığı bir eğitim merkezi olan bu kurumun İslam Rönesansı’nın başlamasında oynadığı tarihi rolü dönemin iktidar gücünü yadsıyarak açıklayamayız. Siyasi iktidarın ikna olmadığı hiçbir vizyoner proje hayat bulamaz. Ya da başka bir ifade ile iktidar gücüne erişmeyen hiçbir medeniyet tezi amacına ulaşmış sayılamaz. O halde yeni insan ve yeni medeniyet davasında insanlığın evrensel mirası olan tüm bilimsel verilerin takip edilip yeni bir düşünce sistematiğine erişmek için demokratik bir milli iktidar yolu muhakkak açılmalıdır.

Çağları aşan bilim sanat ve felsefe akademisi olan Beytü’l-Hikme modelini salt bir iktidar misyonu haline getirmek de doğru değildir. Türk Milleti’nin maddi ve manevi yükselişini hedefleyen tüm vakıf ve derneklerin kendi bünyelerinde bu modelin mikro planda uygulayıcısı olmaları gerekir. Makro düzeyde büyük sıçrama elbette milletin de tam desteği ile siyasi iktidarların uzun vadeli kültür ve medeniyet programlarıyla ancak gerçekleştirilebilir. Kalıcı bilimsel faaliyetler için devlet gücünün zaafa uğratılmaması millet iradesinin yıpratılmaması şarttır. Bu hakikati bize 500 yıldan fazla İslam dünyasının bilimle beslenmesine vesile olan Beytü’l-Hikme’nin 1258’de Hülagü tarafından yakılıp yıkılması gerçeği fazlasıyla anlatır. İslam Rönesansı’nın tam teşekküllü olarak gerçekleşmesinde kültür ve medeniyet birikiminin yok edilmesini engelleyecek modern bir güvenlik paradigmasıyla siyasi, sosyal ve kültürel tedbirlerin geliştirilmesi büyük bir önem arz eder. Çağdaş Hülagü’lerin yakın tarihimizde başlattığı Irak işgali ile İslam medeniyetinin hafızası tümden yok edilmek istendi. Bir gün dirileceğinden korkulan o büyük medeniyet birikiminin arkeolojik kalıntılarına bile tahammül edemediler. Kütüphanelere saldırarak binlerce el yazması eserleri çaldılar, acımasızca yağmaladılar. Modern zamanlarda İslam’ın yeni bir Rönesans çağıyla tüm şeytani rejimlerin ve ideolojilerin sonunu getireceğini anladılar ve bu soluğu kesmenin en sinsi yollarını sonunda arayıp buldular.

Demokrasi maskeli küresel müdahaleyi sözde insani bir seçenek olarak kitlelere yutturmak isteyen emperyal güçlerin en büyük gayesi İslam medeniyetinin Ortadoğu özelinde ta kalbinden hançerlenmesiydi. İslam’ın yeniden doğuş ümidini sistematik saldırılarla hayat ve tarih sahnesinden kaldırma girişiminden başka bir şey değildi tüm bu olup bitenler. Büyük sancı derinden derine hissedilmeye başladığında işgal daha da genişlemişti. İslam Rönesansı idealini geciktirecek başkaca sözde İslami anlayışlar çoktan türetilmişti bile. Bir yandan “Radikal İslam” ile bedevice bir fikriyatın izini sürenler hızla terörize edilirken diğer yandan “Ilımlı İslam ”la gücenmiş kalplere teselli veriliyor daha öte yandan ise “ Demokratik İslam” ı parlatarak bölücü faaliyetlere dini motifler üzerinden özerklik kazanmanın yolu gösteriliyordu. Tüm bu kavramsal sapmaları bertaraf edecek “yeni dünya düzeni ”ne karşı  ‘yeni insanlık düzeni’ idealini yükselten İslam Rönesansı’nın teorik çerçevesi üzerinde daha fazla düşünmek ve derinleşmek mecburiyetindeyiz. Batı ekseninde geliştirilen hiçbir kurtuluş modelinin hamlesinin millet yararına olamayacağı çok açıktır. İslam Rönesans’ı düşüncesi etkin ve tutarlı bir felsefi zemine oturtulduğunda Müslümanlar Tanrı’ya değil doğaya egemen olmakla bilimsel gelişmelerin izini deneysel bir süreç içinde sürebilecekler hakça bir dünya nizamını gerçekleştireceklerdir.

İslam Rönesans’ı yeni insanlık düzeni ideali ve nazariyesidir. Küreselleşme rüzgârlarına kapılan hemen her ülkede sosyal eşitsizlikler ve siyasi belirsizlikler toplumsal hayatın çözülmesine sebebiyet vermiş ve özellikle az gelişmiş bölgelerde her geçen gün artan bir yoksulluğa bağlı olarak terör faaliyetleri sosyal ve siyasal yaşamı tehdit eder hale gelmiştir. Yeni dünya düzeni ile işsizlik, adaletsizlik, eşitsizlik ve güvensizlik tavan yapmış, buhranlar anaforunda bir insanlık yepyeni bir düzen arayışına girmiştir. İslam Rönesans’ı gerçekleştiğinde bu adalet düzeni dünya çapında etkin bir güce ulaşacak böylelikle eşitsizliğin bedelini en ağır şekilde ödeyen çaresiz kitlelerin, emperyalizmin cenderesinde can çekişen mazlum milletlerin feryatları dinecektir. Bu bir ütopya değildir en parlak örnekliği tarihen sabit bir fikir ve aksiyon sistemidir.

Unutmayalım ki Orta Çağda Batının bilimsel faaliyetleri neredeyse durma noktasında iken bilimin bayrağı tüm haşmetiyle Müslümanların elindeydi. Orta Çağ Batılılar tarafından karanlık çağ olarak kabul edilirken Müslümanların altın çağı olmuştur.  Şimdi uzay çağındayız bu çağa mührünü Müslüman Türk Milleti’nin vurmasını canı gönülden arzulamaktayız. Çünkü Türk Milleti’nin eşsiz tarih birikimi, eriştiği yüksek medeniyet iklimi ve akıllara durgunluk veren aksiyon kaabiliyeti onu İslam Dünyasının öncüsü olmaya zorlamaktadır. İslami hassasiyetlerden uzak, siyasi ve ekonomik bağımsızlıklarını yitirmekle sonuçlanacak nice hataları tekrar edip duran şu ölgün İslam dünyasının yeniden dirilişi ancak Türk Milleti’nin İslam Rönesans’ı davasına sahip çıkarak büyük inkılap yürüyüşünü başlatmasıyla mümkün olacaktır.

 

Yorum Yapın

Navigate