Son aylarda sadece ölümler konuşulur oldu. Kayıplarımız büyük… Ülkemiz ağır bir imtihan döneminden geçiyor. Aslında tüm dünya insanları için imtihan ve ilahî ikazlar var. Çünkü bu sefer yaşananlar aynı anda tüm dünyayı etkiliyor. Zengin, fakir ayrımı yapmaksızın ölüm ani ve beklenmedik şekilde tüm insanların kapısını çalıyor. Başbakanlar, prensler, krallar, kraliçeler ölüm korkusuyla yüz yüze geldi.
Koronavirüs Ne zaman Gündem Oldu?
Bir ay önce bizim gündemimiz çok farklıyken dünya ülkeleri, Çin’de görülen virüs salgınının bir pandemi olup olmadığını konuşuyordu.
Bizim gündemimiz hatırlanacağı üzere İdlibti. 27 Şubat tarihinde 33 askerimizin kandil gecesi, Rusya ve Suriye çapulcularının kalleş saldırıları ile şehit edilmesi hepimizin yüreğini kavurmuştu. Hemen arkasından Suriye ve Afganistan başta olmak üzere onlarca farklı ülkeden Türkiye’ye sığınan milyonlarca mülteci için sınırlarda engelleme yapılmaması kararı gündem olmuştu.
Özellikle de 5 Mart’ta gerçekleşen Moskova zirvesi, -toplantısı ya da yaşanan her ne tür bir diplomatik, siyasi garabet idiyse- sonrasında pek çok şey değişti. Rusya ile savaş, Şam’a yürümek konuşulurken bir de bakıldı ki askerlerimiz gözlem noktalarında kalakaldı. Askerlerimizin kanı Putin’in elinde daha kurumamışken anlaşma imzaladık.
Görüşmeler öncesinde “vazgeçilmezlerimiz”, “kırmızıçizgilerimiz” diye tanımlanan pek çok madde unutldu gitti. Moskova’ya gidilmeden önce bu ilkelerin dışında davranan olursa “omuz üstünde baş kalmayacak” idi. Bizim heyetimiz ayakta kaldı, temsilcilerimiz kapıda bekletildi. Resmi Rus televizyonu bekletildiğimiz süreyi kronometre tutarak kahkaha efektli videolarla servis etti. Nisan ayı başında, her gün Türkmeneli’nden çatışma haberleri geliyor.
Hatırlayalım, 6 Mart günü gündem artık bambaşka idi. Avrupalı dostlarımız ile hesaplaşmaya gittik. Haber kanallarında “tokalaşmayan lider” dikkat çekmeye başladı. Şehit acıları yavaş yavaş unutulmaya başlandı.
Sınırdan geçen mültecilerin çetelesini tuttuk. Doğrudan doğruya sayın bakan başka işi yokmuş gibi sınırdan geçen göçmenlerin sayısını verdi. Yunanistan’ın “geri itme” politikasından vazgeçmesi için birinci ağızdan demeçler verdik. O zamanlar Avrupa’nın en büyük korkusu “koronavirüs” idi. Bizim dikkatimizi ise virüs yeni yeni çekmeye başlıyordu.
Anlaşmalar tokalaşmadan imzalanınca bu durum bazılarının dikkatini çekmeye yeni yeni başladı.
Peki Nereden Çıktı Bu Koronavirüs, Birileri Gündem mi Değiştiriyor?
Katil ve zalim Çin hükümeti tarafından gerçeklerin ne kadarının üstünün örtüldüğünü bilmesek de Ocak başında virüs ile ilgili açıklamalar yapıldı. Başlangıçta Çin halkı durumun ciddiyetinin çok da farkında değildi. Sonradan öğreniyoruz ki; salgın, Çin için çok önemli olan “Çin Yeni Yılına” denk geldi. Bu olayların ekonomiyi etkilememesi için merkezi hükümet; salgını “tanımlanamayan ani ölüme yol açan, farklı bir tür zatürre” olarak teşhis eden doktorları ve bilim insanlarını hapse atmayı tercih etti.
Yılbaşı tatili için dünyanın her yerine yayılan insanlar saatli bombayı da tüm ülkelere taşımış oldu. Olaylar birden kontrolden çıkmış gözükse de aslında insanın açgözlülüğü dışında bir şey değil. Muhtemelen bu satırları okuduğunuz zaman 100.000’i aşkın ölüm ve milyonlarca hasta insandan bahsediliyor olacaktır.
Çin’in Hubey eyaletinde, Vuhan kentinde Aralık 2019’da tanısı koyulan “koronavirüs” ülkemizde ilk kez 11 Mart’ta görüldü. Aniden ortaya çıkan, ya da gözümüzü yeni açtığımız koronavirüsü ile yaşantımız değişmeye başladı. Büyükşehirlerde pek çok insan ölümden kaçmak ve her halde ölümsüz olabilmek için stoklar yapmak üzere marketlere koştu.
İçinde yaşadığımız karantina şartları, muhatap olduğumuz yasaklar ve ülkemizde kimsenin alışkın olunmadığı kurallar uygulanmaya başlandı. Şehirlerarası seyahatler izne bağlandı. Okullardan camilere, restoranlardan düğün salonlarına kadar binlerce işyeri kapandı. Yüzbinler işsiz kaldı. Döviz ve altın fiyatları yükselişini devam ettirirken ekonomik sıkıntı hayatın her alanında kendini hissettirmeye başladı. Oldukça olağanüstü şartlar ve bu şartların tetikleyeceği artçı etkiler dünyadaki, siyasi, ekonomik, sosyolojik pek çok dengeyi değiştirmeye aday.
Ülkelerin Her Gün Açıkladığı Ölü Sayıları Ne Anlama Geliyor?
Ülkemizde koronavirüs sebepli ilk ölüm vakası 17 Mart’ta yaşandıktan sonra 5 Nisan’da, bir günde 73 vatandaşımızı kaybetmeye başladık. Ölüm hayatın elbette kaçınılmaz bir parçası. Ülkemizde her yıl 400.000’i aşkın insan yaşamını kaybediyor. Bu da günlük 1.150’den fazla kayıp demektir.
Bu salgında ise durum çok farklı. Önü alınmaz, doğru tedbirler alınmaz ise korkunç rakamlara ulaşacağını tahmini olarak hesaplamak zor değil. Sabit bir seyir izlemeyeceği Avrupa’daki örneklerde görüldü. Uzmanlar, işin en korkunç tarafının ölümlerin aniden ve sağlık sistemini çökertecek kadar yoğun olması olarak ifade ediyorlar. Bu hastalığın bir tedavisi ya da aşısı olmadığı için bulaştığı her 100 kişiden 5 ila 8’inin ölebileceğini söylüyorlar. Salgının ülkenin %70’ine bulaşmadan durmayacağı da ifade ediliyor. Eğer gerçekten bu yaşananlar ciddiye alınmaz ise çok yakın zamanda ölü sayısının milyonlarla ifade edilmesi mümkün. Bir de işin cinayet kısmı var tabii ki. Hastalığa yakalanıp da kendisi bile fark etmeyen kişiler, bu hastalığı hastalandığı zaman ölecek kişiye ulaştıracak taşıyıcı olmanın vebalini üstlenmemelidirler.
Uzmanlar, yaşananları 2. Dünya Savaşından beri dünyanın karşılaştığı en büyük sorun olarak nitelendiriyor. Artık, yaşanan kriz bir sağlık meselesi olmanın çok ötesinde.
Evlerimiz Yeniden Kültür Yuvası Olsun
Bu karantina, evlerine çekilen insanlar için bir fırsat. Çaresizce beklemek yerine, şehir yaşamında birer otele dönen, insanların birbirleri ile konuşmadıkları geçici tünekler gibi kullandıkları evlerini gerçek anlamıyla birer “hane” haline getirmeleri için fırsat.
Düşünmek, okumak, üretmek için, insan fıtratına aykırı koşuşturmanın bize ne fayda sağladığını düşünmek için, en yakınlarımızdan başlayarak yeniden tanışmak için bir fırsat.
Her gün Kur’an’dan anlayarak bir sayfa okumak hanelerin gündemini bambaşka bir hale çevirecektir. Uzmanlar bu tür büyük sıkıntılarla psikolojik olarak baş edebilmenin tek yolunun kendi varlığından değerli bir amaca hizmet etmek olduğu konusunda hemfikirler.
Bizler, bu sıkıntılı günlerin ardından, kendimize insan yaratılışına uygun bir yaşantı ve medeniyet inşa edebilmekte üzerimize ne görev düştüğünü sormalıyız. Karantinadan çıkarken, “Avrupa’da yaşayan Müslüman halka moral olması için okunan mahalli ezanların önyargıları kırması ve özgürce tüm dünyada yankılanması için bize ne görev düşer?” sorusu zihnimizi zorlamalıdır.
Birey, gerçek yaşam amacının idrakinde değilse onun için ölüm sondur, korkunçtur. Bu kaçınılmaz sonun yaklaşmış olduğunun kabulü, kişinin nevrotik dünyasının dışsal etkilerle sarsılmasına ve bunalımına yol açacaktır.
Maalesef siyasiler, birliğe en çok ihtiyacımız duyduğumuz bir dönmede dahi krizi siyasi ikballeri uğruna “Yardımları kim toplarsa daha çok siyasi prim sağlar” hesaplarını yapmaktadırlar. Kriz sonrası dünya yeniden şekillenmeye doğru gidiyor. Ekonomiden siyasi sisteme, eğitimden teknolojiye varıncaya kadar tüm dünyada toplumların yapısı, yaşantısı yeniden düzenleniyor. Yeniden yapılanmanın sancıları dünyayı değiştirirken Türkiye olarak bu değişime ne kadar hazırız, bunun planlaması, bunun hazırlıkları yapılmalıdır. Hamasetle yürütülen politikalar kısa vadede seçmenin gönlünü hoş tutar ama rasyonel temellere oturtulmayan, geleceği hesap etmeden günü kurtarmaya dönük politikalar acı gerçekler karşısında telafi edilemeyen bedeller öder ödenmesine sebep olur.
Kısır çekişmeleri bırakıp geleceğe bakalım. “Dünya değişirken hazır mıyız?” sorusuna cevap arayalım.
Yeni bir dünyanın kurulması için gereken; insan fıtratına aykırı yönetimlerin, sömürgeci kapitalizmin Koronavirüs’ün etkisi ile kendiliğinden çöküşü değil, İslâm’ın ulvi amacının idrakindeki bireyin uyanışıdır. Uyanmak ve yeni doğan medeniyeti birlikte selamlayabilmek duası ile okumaya ve anlatmaya, beraberce çabalamak için çağın teknolojik imkânlarını en verimli şekilde kullanmaya davet ediyoruz.