Evveet değerli okurlar, yazarınız Çuvaldız bir ay sonra yine yanınızda. Evet, hem de evinizde ve de elinizde. Durun yahu, nereye, niye kaçışıyorsunuz öyle. Ellerinizi yıkamaya mı? Korkmanıza gerek yok, bizzat değil, sadece karaladığım birkaç satırla geldim hanenize. Bari bir hoş geldin deseydiniz…
İstanbul Sözleşmesi
Koronanın il il dolaşıp, bugün kimlerin kapısını çalsam acaba diye çıkıntılarını kaşıdığı günlerden bir gün Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, Hacı Bayram Camiinde şöyle bir Cuma hutbesi irad eder.
İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lutiliği, eşcinselliği lanetliyor. Peki, nedir bunun hikmeti? Hastalıkları beraberinde getirmesi, nesli çürütmesidir. Yılda yüz binlerce insan gayrı meşru ve nikahsız hayatın İslami ıstılahındaki ismi “zina” olan bu büyük haramın sebep olduğu HIV virüsüne maruz kalıyor…
Vaayy, sen misin bunları diyen. Başta Ankara ve İzmir Barosu olmak üzere tekmil “din düşmanları” harekete geçti. Kimi içlerindeki kini boşalttı, kimi de adliyelerin yolunu tuttu, “bu halkı tahrik eden, kin ve nefret saçan bir konuşmadır” diye dava açtı.
Ve tepki tepkiyi doğurdu. Bu defa da milliyetçi ve muhafazakârlar sahne aldı ağızlarını açıp gözlerini yumarak. Kimileri birkaç satır karaladı, kimileri de davaysa dava diye adliyenin kapısını çaldı.
Bakalım mahkemeler neye karar verecek kimleri haklı görüp, kimleri de mahkûm edecek. İsterseniz ben şimdiden söyleyeyim. Korkarım ki bu davayı barolar kazanacak ve Türkiye kaybedecek. Şimdi niçin böyle dediğimi merak ettiniz değil mi?
Durun, durun yahu, hemen kızmayın. Zira ortada bizi kıskıvrak bağlayan İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen ve adı da “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan dışı süslü içi zehir dolu bir sözleşme var.
11 Mayıs 2011’de ilk olarak bizim imzaladığımız, 14 Mayıs 2012’de onaylayarak 01 Ağustos 2014’te yürürlüğe koyduğumuz, güya kadınları korumaya yönelik olan, ancak asıl korumak istediği kadın ve aile olmayan bir sözleşme…
HDP’nin Meclise getirdiği, CHP’nin desteklediği, AKP ve MHP’nin de evet dediği o sözleşme diyor ki arkadaş, sen insanları cinsel tercihinden dolayı ne dışlayabilirsin ne de suçlayabilirsin. Kim lezbiyen, kim gey, kim de biseksüel veya transgender olmak istiyorsa olur, her türlü fuhşiyatı da aleni yapar.
Diyecekseniz ki hani bu sözleşme kadını ve aileyi koruyacaktı? Orası işin elma şekeri. Bu sözleşme, kutsallarımızla ilgili örf ve adetlerin, hatta Kur’an ayetlerinin bile kökünün kazınmasını istiyor. Eee, zinayı suç olmaktan çıkardınız, bunları da kaldırın da artık olsun bitsin bu iş diyor.
Kadın cinayetlerinin artmasından başka bir işe yaramayan 6284 sayılı yasayla ve British Council destekli “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi” ile toplumun direği olan aile yapımızı dinamitlemekten bir an önce vaz geçin ve İstanbul Sözleşmesi’ni de yırtıp çöpe atın, ne olur.
Londra Mahkemeleri
“Ülkeyi otoyollarla, İstanbul Boğazı’nı köprü ve tünellerle donatıyor, İzmit Körfezi’ni de sizin için kısaltıyoruz, korkmayın, bütçeden beş kuruş dahi para çıkmayacak” dediler.
Biz beş kuruşa dünden razıydık, bütçeden kuruş yerine liralar çıktı, öyle az da değil milyarlarca. Ne kadar çıkacağı ise daha belli değil. Yani ne çıkarsa artık kara bahtımıza. Biz Deli Dumrul’u bir masal kahramanı bilirdik, meğerse gerçekmiş. Geçenden de geçmeyenlerden de beşer akçacık alınıyor. Tabi günümüz akçası ile, yani ya Dollar ya da Euro’yla…
Ne yapalım, elimiz mahkûm, veririz dedik. Ne de olsa vergilerimiz bizlere otoyol, köprü ve de tünel olarak geri dönüyor. Ee, bundan iyisi Şam da kayısı diyeceğim amma şimdi işimiz Şam’la değil Londra ile. Londra da nereden mi çıktı?
Piyangodan. Evet, Reis’in piyangosundan. Yahu hangi piyangodan bahsediyorsun demeyin, lütfen şöyle biraz ilerleyin. Bakın bakayım, ne yazıyor? Bir şey göremediniz değil mi?
Göremezsiniz tabi, burada değil, sözleşmelerde yazıyor. Bu hükümetçe imza konulan yap işlet ve devret sözleşmeleri, anlaşmazlık halinde Londra mahkemelerini yetkili kılıyor. Yanlış okumadınız, Ankara’daki değil, Londra’daki mahkemeleri.
Gerekçe, kredilerin İngiltere’den alınmış olması. Kel alaka denilen bu olsa gerek. Avrupa Birliğinin kapısında kölelik yetmiyormuş gibi bir de Londra mahkemelerine mahkûmiyet. AB, ABD ve Rusya ile kurulan sözde stratejik dostluk kisveli köleliğe bir de bu eklenmiş. Dünya liderliği işte bu olsa gerek.
Bizim için yapılacak tek bir şey var. O da her ne kadar geçmesek de köprü ve tünellerin, hastalanıp gitmesek de şehir hastanelerinin parasını kuruşu kuruşuna ödemek. O kadar iş-güç arasında bir de Londra mahkemeleriyle uğraşmayalım, değil mi…
Bir ülkeyi bir partiye ve o partiyi de birilerinin projesine eş başkan olmuş birine emanet edersen bunlardan başka ne beklersin ki. Devlet sırrı diye açıklanmayan sözleşme ve anlaşmalarla kim bilir kimlere daha neler neler taahhüt edildi. İnşaallah bütün bunlar sonunda bu milletin kıyameti olmaz.