SAHABE DÖNEMİ SİYASİ OLAYLARINA BİR BAKIŞ

Sevgili Peygamberimiz(s.a.v.)hayatta iken Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmiş ve Müslümanların işlerini düzene koymuştur. İnsanları iman, ibadet, ahlak bakımından eğitmiş, hukuk işlerini çözümlemiş, siyasî birliğin tamamlanmasından sonra devlet başkanlığı ve ordu kumandanlığı görevlerini üstlenmiştir.

Kur’an’da ve sahih hadislerde, devlet yönetimi konusunda adalet, emanet, ehliyet, meşveret ve maslahat, zulmü önleme gibi kamu yönetimini ilgilendiren genel ve evrensel ilkelerden söz edilmiştir.  Ancak devlet başkanlığı, devletin yönetim şekli, devletin başına geçecek kişinin kimliği ve nasıl seçileceği gibi konularda ayrıntılı hükümler yer almaz. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), kendisinden sonra devleti kimin yöneteceğine dair doğrudan herhangi bir kanaat belirtmemiştir. Bu nedenle devleti kimin ve nasıl yöneteceği, devlet yönetimindeki kurumların oluşturulması ve devlet başkanının tesbiti gibi konuların sorumluluğu, zaman ve mekâna göre Müslümanlara bırakılmıştır.

Hz. Ebu Bekir Dönemi

İslâm tarihinde hilâfet müessesesi, Hz. Peygamber’in vefatının ardından Hz. Ebu Bekir’e biat edilmesiyle ortaya çıkmıştır. Resûlullah’ın vefatıyla sarsılan sahabiler İslâm toplumunun birliğinin bozulmaması için bir lidere ihtiyaç bulunduğunun bilincindeydiler. Henüz Hz. Peygamber’in naaşı toprağa verilmeden Ensar’dan bazı kimseler, Muhacirlere danışma gereğini duymadan, devletin başına geçecek kişiyi seçmek için Benî Sa’îde’de toplanarak Sa‘d b. Ubâde’ye biat etmek üzere harekete geçtiler. Ancak toplantıyı haber alan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın da katılması ile olayın seyri değişti. Halife, Ensar’dan mı olmalı yoksa Muhacirlerden mi olmalı tartışması başladı. Muhacirler adına hareket edenler, halifenin Ensar’dan olmasına karşı çıktılar. Hatta Hz. Ebu Bekir’in bu toplantıda, Hz. Peygamber’e dayanarak “İmamlar Kureyş’tendir.” hadisini naklettiği de bildirilmiştir.1

Yapılan tartışmalardan sonra Hz. Ebu Bekir’e biat edildi. Daha sonra Mescid-i Nebevî’ye giden Hz. Ebu Bekir’e burada bütün Medineliler gelerek biat ettiler. Sa‘d b. Ubâde Hz. Ebû Bekir’e ömrü boyunca biat etmemiş, fakat aleyhinde de herhangi bir faaliyette bulunmamıştır.  Benî Sa’îde’de toplantı sürerken Hz. Peygamber’in cenazesinin yıkanmasıyla meşgul olduğu için görüşmelere katılamayan Hz. Ali başta olmak üzere Abbas, Zübeyr b. Avvâm, Utbe b. Ebu Leheb, Ebu Zer el-Gıfârî, Ammâr b. Yâsir, Übey b. Kâ‘b ve Selmân-ı Fârisî gibi sahabiler Hz. Ebu Bekir’e daha sonra biat etmişlerdir.2

Hz. Ebu Bekir, Müslümanları iki yıl yönettikten sonra hastalandı. Müminler, onun idaresinden çok memnun kalmışlardı. Abdurrahman b. Avf, Hz. Osman ve Üseyd b. Hudayr gibi bazı sahâbîlerin de görüşlerini alan Hz. Ebu Bekir kendisinden sonra Hz. Ömer’in halife olmasını vasiyet etti ve Hz. Osman’ı çağırarak vasiyetini yazdırdı. Hz. Ömer’in kendi akrabası olmadığını da belirten Hz. Ebu Bekir, onu Müslümanların iyiliği için seçtiğini açıkladı.  Hz. Ali ve Talha, Hz. Ebu Bekir’in yanına gelerek, kimi halife seçtiğini sordular. O da, Ömer’i seçtiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir’e, “Allah’a ne cevap vereceksin?” sorusunu yönelttiler. Buna karşılık olarak da onlara: “Derim ki, onların üzerine kullarının en iyisini seçtim. ” diyeceğini söyledi. Hz Ebu Bekir’in Hz. Ömer’i seçmesine Zübeyir ibn Avvam da karşı çıktı. Bu uygulama, daha sonraki dönemlerde istismar edilerek saltanat sistemi içinde yapılagelen veliaht tayinlerine dayanak olarak gösterilmiştir.3

 

Hz Ömer Dönemi

Hz. Ömer, iç politikada kabileler arasındaki dengeye çok önem vermiştir. Hz. Ömer idarî, siyasî ve dinî konularda zaman zaman kendisinden önceki uygulamalardan farklı tercihler yapmasıyla tanınır. Hz. Ömer, yönetim makamına geçer geçmez, cephede savaşan ordunun başında bulunan ünlü komutan Halid ibn Velid’i görevden aldı ve onun yerine Ebu Ubeyde’yi tayin etti. Halid ibn Velid gibi ünlü bir komutanı görevden almak önemli bir uygulamaydı. Hz. Ömer’in bu kararında Halid ibn Velid’in Müslümanlar arasındaki konumu, bir takım siyasi kaygılar ve kişisel tercihlerin etkili olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Halife Ömer, yönetimi sırasında, kendi kabilesini yanına yanaştırmadığı gibi, halktan gelen şikâyetleri de özenle incelemişti. Ancak, Mugire b. Şu‘be’nin Basra valisi iken edindiği kölesi Ebu Lü’lüe, sabah namazında hançerle Hz. Ömer’i yaraladı. Müslümanların elinden kurtulamayacağını anlayan Ebu Lü’lüe kendini de öldürdü.   Halife ölüm döşeğinde iken kendisine yerine birini bırakması teklif edilince sahabeden altı kişilik şûranın toplanarak üç gün içerisinde aralarından birini halife seçmelerini istedi. Şura üyeliklerine; Ali ibn Ehi Talib, Osman ibn Affan, Abdurrahman ibn Avf, Sa’d ibn Ehi Vakkas, Zübeyir ibn Avvam ve Talha ibn Ubeydullah’ı atadı. Hz. Ömer üç gün sonra vefat etti.4

 

Abdurrahman b. Avf, şûra üyelerinin her biriyle uzun görüşmeler yaptı. Ayrıca Medine’de bulunan muhacir ve Ensar’ın ileri gelenleri, hac dönüşü oraya uğrayan valiler, kumandanlar ve şehir dışından gelen kabile reisleriyle görüştü. Üç gün süren bu görüşmelerin ardından dördüncü gün sabah namazından sonra kararını açıklamak üzere halkı Mescid-i Nebevî’de topladı. Önce Hz. Ali’yi, ardından Hz. Osman’ı çağırıp ikisinden de Allah’ın kitabına ve resulünün sünnetine uyma, ayrıca ilk iki halifenin siyasetini takip etme hususunda teminat istedi. Hz. Ali’nin “gücümün ve bilgimin yettiği kadar” şeklindeki cevabına karşılık Hz. Osman’ın tereddütsüz cevabı üzerine Hz. Osman’ı halife ilân ettiğini açıklayıp ona biat etti. Daha sonra Hz. Ali ve mescitte bulunanlar da biat etti, ardından da halkın biatı alınmıştır.

Hz Osman Dönemi

Hz. Osman’ın halifelik dönemi, başarılı geçen sükûnet devri (644-649) ve halifenin öldürülmesiyle sonuçlanan İslâm tarihinin ilk büyük fitnesinin yaşandığı karışıklık dönemi (650-656) olarak iki safhaya ayrılır. Biz burada konumuz gereği ikinci safhayı incelemeye çalışacağız.

Halifeliğinin ilk yıllarından itibaren Hz. Osman’ın veya valilerinin bazı uygulamaları çeşitli grupların şikâyetlerine sebep olmuştur. Bu şikâyetler bilhassa halifeliğinin son yıllarında özellikle Kûfe, Basra ve Fustat’ta (Mısır) artmıştır. Etkileri günümüze kadar gelen kanlı fitne hareketi bu şikâyetlerle başlayıp Hz. Osman’ın öldürülmesi ve ardından Cemel ve Sıffin savaşlarıyla devam etmiştir.

Hz. Osman’ın eleştirildiği konuların başında O’nun önemli devlet görevlerine akrabalarını tayin etmesi geliyordu. Kûfe valiliğine önce anne bir kardeşi Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt’ı, ardından yine akrabalarından Saîd b. Âs’ı getirmişti. Mısır valiliğine Amr b. Âs’ın yerine sütkardeşi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i, Basra valiliğine Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin yerine dayısının oğlu Abdullah b. Âmir’i tayin etmişti. Amcasının oğlu Mervan’ı devlet kâtipliğine getirmişti. Devleti adeta Mervan yönetmekteydi. Bu tayinler neticesinde devletin bütün idarî kademeleri bazılarının liyakati tartışılan Ümeyyeoğulları’nın eline geçmiş oluyordu.

 

Hz. Ali, Talha ve Zübeyir ve diğer ileri gelen sahabilerin de eleştirdiği bu uygulama, Kureyş içinde Emevî-Hâşimî rekabetini gündeme getirdi. Diğer Müslümanların da Hz. Osman’dan uzaklaşmalarına neden oldu.

İlk Müslümanlardan Ebû Zer, Muâviye’nin bazı harcamalarını ve Müslümanların ihtiyaç fazlası mallarını Allah yolunda sarf etmeyip biriktirmelerini şiddetle eleştirdi. Ebu Zer, Muaviye’nin şikâyeti üzerine Hz. Osman tarafından Medine’ye çağrıldı. Hilâfetin dünyevî bir iktidar haline gelmesinden endişe eden Ebu Zer eleştirilerini devam ettirince zorla Rebeze’ye gönderildi.

Yahudi asıllı Abdullah b. Sebe, Hz. Osman zamanında İslâm’ı kabul etmiş, ancak bir müddet sonra Müslüman beldelerde sapık fikirler yaymaya başlamıştır. Abdullah b. Sebe’nin Basra, Kûfe ve Suriye’de bir süre kaldıktan sonra Mısır’a gelmesiyle muhalefetin birinci merkezi Mısır oldu. İbn Sebe, Hicaz, Basra, Kûfe, Mısır ve Şam diyarlarını dolaşarak buralardaki insanları fitneye sürüklemeye çalışmış, onlara Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vasisinin Hz. Ali olduğunu iddia etmiştir. İbn Sebe, Hz. Osman’ın, Hz. Ali’nin hakkı olan halifeliği haksız yere ele geçirdiği ve bu nedenle Hz. Osman’ın hilâfetten indirilip yerine Hz. Ali’nin getirilmesi gerektiğini ileri sürmüştür.

Ayrıca halife, ganimetlerin önemli bir kısmını yakınlarına tahsis etmek ve diğer akrabalarından bazılarına haksız yere mal ve toprak vermekle de itham ediliyordu. Hz. Osman’ın bu tür uygulamaları gerek Muhacir ve Ensar gerekse taşradaki insanlar arasında hoşnutsuzluk uyandırmıştı.   Bütün bu nedenlerden dolayı Hz. Osman döneminde Müslüman toplumun siyasi bir yönetim sorunu meydana geldi.

Dedikodular artınca Hz. Osman müfettişler göndererek vilâyetlerdeki durumu öğrenmek istedi. Valilerini Medine’ye çağırarak onlarla bir toplantı yaptı. Söylenenlerin bir tertip olduğunu, dolayısıyla endişe edilecek bir durum bulunmadığını söyleyen valilerinin çözüm tekliflerini aldı. Hz Osman olaylara Allah’ın emirleri çerçevesinde çözüm arayacağını belirtti. Valilerine de insanları fitneden uzak tutmaya çalışmalarını ve itidalli davranmalarını tavsiye etti.

Fitne hareketinin tehlikeli bir hal aldığını gören Muaviye bu sırada Hz. Osman’ı fitne ateşi sönünceye kadar Suriye’ye götürmek istedi. Hz. Osman’ın bunu reddetmesi üzerine kendisini korumak için Suriye’den asker göndermeyi teklif ettiği, ancak halifenin Medinelileri rahatsız etmemek için bunu da kabul etmediği bildirilmektedir.

İbn Sebe tarafından yönlendirilen Mısır, Kûfe ve Basra’daki gruplar, Hz. Osman’ı ve valilerini açıktan eleştirmeye başladılar. Ayrıca Hz. Ali, Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe başta olmak üzere ashabın büyüklerinin ağzından mektuplar yazarak onları da bu işin içinde göstermeye çalıştılar. Bu mektuplar Medine’de de etkisini gösterdi ve Hz. Osman’a yönelik kişisel kırgınlıklar Medine’deki muhaliflerin sayısını arttırdı.

Hz. Osman’ı halifelikten indirmekte kararlı olan âsiler,  Medine’ye girip Hz. Osman’ın evini kuşattılar. Kuşatma sebebi olarak da Hz. Osman tarafından eski Mısır valisine yazılan ve liderlerinin ölümle cezalandırılmasını emreden bir mektubu ele geçirdiklerini söylediler. Hz. Osman’ın böyle bir mektup yazmadığını belirtmesine rağmen evinin etrafında mevzilendiler ve tarafsız kalan Medinelilere dokunmayacaklarını ilan ettiler. Sözü edilen ve geriye dönüşlerini haklı göstermek için uydurdukları anlaşılan bu mektubun halifenin bilgisi dışında kâtibi Mervan tarafından yazıldığı rivayetleri de vardır. Hz. Osman bu durum karşısında gizlice haber göndererek valilerinden yardım istedi. Halifenin öldürülebileceğini hiç düşünmeyen Medinelilerin çoğu muhasaranın ilk günlerinden itibaren evlerine kapanıp mecbur kalmadıkça dışarı çıkmadı.

İsyancılar, Hz. Osman’a halifeliği bırakmasını, aksi takdirde öldürüleceğini söylediler. Âsilerin yalnız kendisini öldürmek istediklerini anlayan ve halifeliği bırakmayı da reddeden Hz. Osman o sırada evinde olup kendisini savunmak isteyenleri tehlikeye atmak istememiş, onlardan silah kullanmamaları için kesin söz almıştı. Hz. Osman âsilere boyun eğmeyi reddetti. Nihai olarak isyancılardan bir gurup muhasara altında tuttukları Hz. Osman’ın evine girerek onu şehid ettiler.

Ardından evini ve beytülmali yağmalayan âsiler Hz. Osman’ın defnedilmesini de engellediler. Bu sebeple halifenin cenazesi, hanımı Nâile’nin gayretleriyle ancak akşam-yatsı arasında çok az kişi tarafından gizlice kaldırılabildi. Cenazeye Hz. Osman’ın iki hanımının yanında üç-on yedi arasında erkeğin katıldığı ve onun Cennetü’l-baki bitişiğindeki Haşşükevkeb denilen yere defnedildiği bildirilmektedir.5

Hz Ali Dönemi

Üçüncü halife Hz. Osman’ın isyancılar tarafından şehid edilmesi üzerine Medine’de bulunan ashap Hz. Ali’yi halifeliğe getirdi. Hz. Ali’yi bekleyen en önemli mesele Hz. Osman’ın katillerini bulup cezalandırmaktı. Ancak ortada belirli bir katil yerine, “Osman’ı hepimiz öldürdük” diyen bir isyancı topluluk mevcuttu. Öte yandan yeni halifeye yalnız Medine’de biat edilmiş, diğer vilâyetlerin durumu henüz aydınlanmamıştı. Halife, biata yanaşmadıkları için Hz. Osman tarafından tayin edilen valilerin bir kısmını değiştirme kararı almış, bunu öğrenen Talha, Basra, Zübeyr de Kûfe valiliğini istemiş, ancak onların bu isteği kabul edilmemişti. Bunun üzerine Talha ile Zübeyr halifeden umre için Mekke’ye gitmek için izni istediler.6

Hz. Aişe, Hz. Peygamber’in eşi ve Hz. Ebu Bekir’in de kızı olması ve mü’minlerin annesi7 de olduğundan, yönetimden şikâyeti olanlar dertlerini ona da anlatmaktaydılar. Bu konum, Onun siyasi konularla da ilgilenmesi sonucunu doğurmuştu.

Cemel Savaşı

Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra Medine’den uzaklaşan Emevî ailesi mensupları ile Osman’ın Basra ve Yemen valileri, vilâyetlerinin beytülmâlinde bulunan para ve savaş malzemesiyle birlikte Mekke’ye gelerek Âişe’ye katıldılar. Talha ile Zübeyr de Hz. Âişe’nin safında yer aldılar.

Mekke’de ‘Osman’ın kanını talep için’ Hz. Âişe’nin önderliğinde oluşan topluluk, Basra’ya gitmeye karar verdiler. Hz. Âişe ve beraberindekiler Basra önlerine gelince Hz. Ali’nin Basra valisi Osman b. Huneyf, Hz. Âişe’ye Basra’ya geliş maksatlarını öğrenmek üzere kendilerine İmrân b. Husayn ile Ebü’l-Esved ed-Düelî’yi gönderdi. Hz. Âişe, gayelerinin isyancı takımın bozduğu barış ve düzeni geri getirmek, mazlum olarak öldürülen Osman’ın katillerini cezalandırmak ve Müslümanların arasını düzeltmek olduğunu bildirdi.  Bu arada söz konusu gelişmelerden haberdar olan Hz. Ali de kendi ordusuyla Medine’den yola çıkmış ve Basra yakınlarına gelmiştir. İki tarafın ordusu birbirine yaklaşmış ve karşı karşıya konumlanmıştır. Hz Ali anlaşma sağlama ümidiyle Hz. Âişe’nin karargâhına sahabeden Ka‘ka’b. Amr’ı elçi olarak göndermişti. Ka’ka giderek Hz. Âişe, Talha ve Zübeyr ile görüşmüş, kendilerini, Hz. Ali’nin halifeliği etrafında toplandıkları takdirde katilleri cezalandırmanın kolaylıkla mümkün olabileceği yolunda ikna etmeye çalışmış, onlar da halifenin bu görüşte olması durumunda barışı kabul edebileceklerini bildirmişlerdi.  Hz. Ali’nin, Talha ve özellikle Zübeyr ile bizzat görüşmesi de olumlu sonuç verdi. Hatta Zübeyr, bu işten vazgeçmek istediğini Âişe’ye bildirdi. Ancak oğlu Abdullah onu korkaklık ve döneklikle suçladı. Bu sırada kimse ne olduğunu anlamadan iki taraf da kendisini savaş içinde buldu. Bir rivayete göre, Hz. Osman’ın katline iştirak edenlerden bir grup barış sağlandığı takdirde cezalandırılacaklarını düşünerek savaşı başlatmıştır.  Birdenbire şiddetlenen savaş özellikle Hz. Âişe’nin etrafında cereyan ediyordu. Hz. Ali, savaşın Hz. Âişe’nin bindiği devenin etrafında cereyan ettiğini görünce devenin öldürülmesini emretti ve öldürülmesiyle bir anlamda savaş da sona ermiş oldu. Hz. Âişe’yi kalabalıktan uzaklaştırdılar. Hz. Ali, hem Hz. Aişe’ye hem de onun yanında savaşa katılanlara son derece iyi davranmıştır. Hz. Âişe, kardeşi Muhammed ile birlikte Basra’dan ayrıldı, önce Mekke’ye gitti, hac ibadetini eda ettikten sonra Medine’ye geçti ve hayatının sonuna kadar orada kaldı. Bu çarpışma, İslâm tarihinde acı hatıralar bırakmıştır. Hz. Âişe savaşı devesinin üzerinden idare ettiği için bilinçli bir tercihle “Cemel Savaşı” yerine, “Cemel Vak’ası” diye anılmıştır.8 Sonuçta Medine’ye düşen kanı temizlemek için yola çıkan müminler, ne acı ki Basra topraklarında daha çok kanın akmasına sebep olmuştur.

Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı

Hz. Ali, Cemel Harbini kazanmıştı ama Şam Valisi Muaviye, Medinelilerin çoğunluğunun seçtiği Hz. Ali’yi, devlet başkanı olarak tanımadı. Başlangıçta hilafet iddiasında bulunmayan Muaviye, Hz. Osman’ın katledilmesinden Hz. Ali’yi sorumlu tuttu. Ona göre, Hz. Ali, Hz. Osman’ı öldürmemiş olsa bile öldürenleri korumaktaydı. O, meseleyi ‘Ali-Osman tartışmasına’ çevirdi.  Bundan sonra Muaviye, Hz. Osman’ın katillerinin kendisine verilmesini istemesinin yanında,  Hz. Ali’nin halifeliği terk etmesini ve Müslümanların şûra ile başlarına bir emir seçmelerini teklif etti.9

Muaviye, devamlı olarak bu görüşünü tekrar etmekteydi. Hz. Ali’nin halifeliğinin meşruluğunu tartışma konusu yapması, onun için siyasi bir zaferdi. Muaviye Hz. Osman’ın kanını istedikçe güç kazanıyordu. Muaviye, Hz. Osman’ın öldürülmesi konusunda Şamlıları öyle inandırmıştı ki, Şam halkı Muaviye ile birlikte Hz. Ali’ye karşı savaşmak için ittifak ettiler. Belki de İslam siyasi tarihinde, halk desteğinin önemini kavrayan ve halk gücünü yönlendirerek, yönetime el koyma becerisini gösteren kişi Muaviye olmuştur.10

Muaviye’nin isyan etmek konusunda ısrarlı olduğunu gören Hz. Ali onunla mücadele hazırlıklarına başladı. Mısır, Kûfe ve Basra valilerine haber gönderip hazırlanmalarını emretti. Halife Ali taraftarları ile Şam Valisi Muaviye taraftarları bir yanda savaş hazırlıkları yaparlarken, diğer yandan da karşılıklı elçiler aracılığı ile diplomatik görüşmeler yapıyorlardı. Bu diplomatik görüşmeler de bir sonuç vermedi.

Neticede Sıffîn ovasında iki taraf arasında çatışmalar başladı. Hz. Ali askerlerine, kaçanları ve yaralıları öldürmemeleri, evlerine girmemeleri, kadınlara asla dokunmamaları talimatını verdi. Çeşitli kabilelere ait birlikler altı gün boyunca savaş alanına çıkarak birbirleriyle savaştılar. Gittikçe şiddetlenen çatışmalar, neticesinde Hz. Ali, âsilere karşı savaşı kazanmaya çok yaklaşmıştı. Ancak Muaviye’nin danışmanı Amr b. Âs, ihtilâfın Kur’an’ın hakemliği ışığında çözülmesi teklifini gündeme getirerek bu sırada kaçmayı düşündüğü söylenen Muaviye ve ordusunu yenilgiden kurtardı. Teklifi uygulamaya koyan Muaviye, askerlerine Kur’an sayfalarını mızraklarının ucuna takıp karşı tarafı Kur’an’ın hükmüne çağırmalarını emretti. Bunun üzerine Suriyeli askerler mushafları mızraklarının ucuna takarak, “Ey Iraklılar! Artık savaşı bırakalım, aramızda Allah’ın kitabı hakem olsun” diye bağırmaya başladılar.

Bu teklif, savaştan yorulmuş ve çoğu aynı zamanda akrabaları olan dindaşlarına kılıç çekmekte tereddüt eden Hz. Ali’nin ordusundaki askerleri birbirine düşürdü. Hz. Ali onlara bunun bir savaş hilesi olduğunu, Muaviye’nin Kur’an’ın hükmüne uymak değil kendi bütünlüklerini bozmak amacıyla bu işe giriştiğini söyleyip savaşa devam etmelerini istedi. Fakat savaşın durdurulmasını isteyen askerler onu dinlemedikleri gibi savaşı durdurmadığı takdirde kendisini Muaviye’ye teslim etmek veya öldürmekle tehdit ettiler. Bunun üzerine Hz. Ali savaşı durdurmak zorunda kaldı.

Muaviye, Hz. Ali’nin hakeme razı olması üzerine, ona bir mesaj göndererek maksatlarının aralarındaki anlaşmazlığı Kur’an’ın hakemliğine başvurmak suretiyle çözmek olduğunu söyledi. Buna göre iki tarafı temsil etmek üzere seçilecek iki hakem halifelik meselesini Kur’an’ın hükmüne uygun olarak çözecekti.

İki ordunun savaş alanına gelişinden itibaren yaklaşık üç ay (genel kabule göre 110 gün) geçmişti. İki ordunun mevcuduyla ilgili olarak 50.000 ile 150.000 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Genel temayül her iki tarafın 90.000 civarında askere sahip olduğu şeklindedir. İki taraf da on binlerce kayıp vermiştir. Abartılı bulunmakla birlikte kaynaklarda 70.000 civarında Müslümanın öldüğü zikredilir.

Muaviye tarafında, temsilcinin belirlenmesi konusunda herhangi bir sorun çıkmadı. Muaviye, “Temsilci olarak Amr ibn As’ı seçtim.” deyince, Şam halkı: “Biz razıyız, kabul ettik” cevabını verdi. Bu durum Şam halkının Muaviye’ye bağlılığını göstermesi bakımından önemlidir.

Hz. Ali ise Abdullah b. Abbas’ı veya Mâlik b. Hâris el-Eşter’i temsilci düşünüyordu. Ancak onu hakemi kabule zorlayanlar bu defa Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’den başkasının hakemliğini kabul etmemekte direndiler. Hz. Ali bu isteklerini de kabul etmek zorunda kaldı. Ardından iki taraf arasında hakemlerin uyacağı kuralların belirlendiği metin (tahkimnâme) hazırlandı. İki tarafın verilecek hükme uymayı taahhüt ettiği metne göre bir araya gelecek iki hakem halifelik meselesini Kur’an’a, Kur’an’da bir hüküm bulamazlarsa sünnete başvurarak âdilâne çözecekti. Bu sırada Hz. Ali’nin ordusunda yeni bir bölünme ortaya çıktı. Bir grup halifelik meselesinin iki hakemin takdirine bırakılmasına itiraz etti. Çoğu Temîm kabilesinden yaklaşık 12.000 asker ordudan ayrıldı ve ilk Haricî zümresini oluşturdu.

Yapılan uzun toplantı ve uzun görüşmelerde Hz. Ali ile Muaviye’nin bu işin dışında tutulmasını ve şûra tarafından bir başkasının halife seçilmesini kararlaştırdılar. Bu karar önce Hz. Ali’nin hakemi Ebu Musa tarafından açıklandı. Söz sırası Muaviye’nin hakemi Amr b. As’a gelince o alınan kararın aksine yine hileye başvurup Muaviye’yi halife tayin ettiğini bildirdi.  Ancak Amr b. Âs alınan kararın aksine yine hileye başvurup Ebû Mûsâ’nın aldatıldığını söylemesi bir işe yaramadı. Sonuç olarak Hakem Vak’ası ihtilâfı çözmek yerine İslam dünyasını da birtakım siyasi ve sosyal huzursuzluklara sürükledi.11

Sonuç ve Değerlendirme

Öncelikle şunu belertelim ki; yaklaşık 1400 yıl önce geçen olayları tüm yönleriyle anlamamız mümkün değildir ve şu anki anlayışımıza göre hükümler vermemiz haksızlık olur. Ancak bu döneme ait olayların araştırmacılar tarafından olabildiğince objektif bir şekilde incelenmesi, daha sağlıklı bilgilere ve sonuçlara bizleri ulaştıracaktır.

İslam tarihinde yaşanmış en büyük ihtilaflar ve bu ihtilaflar sonucunda çıkan ayrışmalar, Hz. Osman’ın şehadeti ve Hz. Ali’nin halifeliği döneminde yaşanmıştır. Muaviye’nin Hz. Osman’ın kanını bahane ederek başlattığı iktidar mücadelesi, Müslümanlar arasında iç savaşlara sebep olmuş ve binlerce Müslümanın ölümü ile sonuçlanmıştır. Müslümanlar arasında baş gösteren bu tartışma ve savaşlar bu dönemden itibaren ve günümüze kadar devam eden siyasi tartışmaların başlangıcını teşkil etmiştir.

Yapılan savaşlarda bir tarafta Bedir kahramanları, diğer tarafta Uhud kahramanları karşı karşıya gelmiş, birbirlerine kılıç çekmişlerdir. Cemel savaşı, ilk defa iki Müslüman kitle arasında kanlı bir savaş olmuştur. Hz. Ali, Cemel harbini kazanmıştı ama hilafetinin meşruiyeti, siyasi açıdan büyük bir darbe almıştı.  Savaş meydanındaki korkunç tablo, zihinlerde de birtakım soruların doğmasına yol açtı. Müslümanın Müslüman kanı akıtması haram değil miydi? Bu durumda, her iki tarafın da Müslüman olması hangi anlama gelmekteydi?

Cemel ve Sıffin savaşlarında taraflar, hilafet meselesinde odaklanan siyasi çıkarlar için savaştılar. Taraflardan biri, diğerini küfürle itham etmemişti. Ancak ilk dönemde bazı aşırı Şiî grupları, Sıffin Savaşı’nda Hz. Ali’nin karşısında yer alan Muaviye ve ordusunun meşru imama karşı geldiği için küfre düştüğünü iddia etmişlerdir. Ancak bizzat Hz. Ali de Sıffin dönüşü Haricîlerin Muaviye ve ordusunu tekfir etmesi üzerine yaptığı konuşmada Şamlılarla küfür içinde bulundukları için değil,  karışıklıkları önlemek için savaştıklarını ifade etmiş, onlardan “Onlar bize isyan eden Müslüman kardeşlerimiz” diye bahsetmiştir.12

Cemel ve Sıffin Savaşı siyasî ihtilâf ve itaatsizlik sebebine dayalı bir iç savaştır. Bu savaşlarda vuruşan her iki taraf da Müslümandı. Hucurat suresinin 9. ayetine göre iki Müslüman topluluk savaşmak zorunda kalsa da onları barıştıran yine Müslüman bir topluluk olmak durumunda. İslâm toplumu, haksız çatışmalar karşısında ilgisiz ve duyarsız kalamaz, barış ve adaletin gerçekleşmesi için elinden geleni yapmakla yükümlüdür.  Son yüzyıllarda savaşan Müslüman devletler ve toplumlar ne için, kim adına savaşmaktalar ve onları barıştıran kimler olmaktadır. Müslüman ülkeleri barıştıranlar hangi Müslüman olamayan ülkeler ve uluslararası kuruluşlar olduğu dikkat çekicidir.

Cemel savaşı, Hz. Peygamber’in vefatından sonra ilk ortaya çıkan ve etkileri günümüze kadar devam eden bir iç savaş olmuştur. Hz. Ali, Müslümanların çoğunun desteğini alarak hilafete geçmesine rağmen bir türlü arzulanan birlik ve beraberliği sağlayamamıştır. Hz. Osman’ın katillerinin bulunamayışı, sahabenin büyüklerinden bile muhalif sesler yükselmesine neden olmuş ve maalesef tarihi Emevi-Haşimi mücadelesini başlatmıştır.

Dört halifeden her birinin, yönetimin başına geliş şekli bir birinden farklı olmuştur. Kuruluş devrinde oluşturulan bu siyasi yapı, özü bakımından kişi, kişilik ve kimlik temeline dayandırılmıştır. Bundan dolayı da, yöneticinin kimliği öne çıkmıştır. Sistem kurumlaşmaya değil, kişilere dayanan bu siyasi yapı ortaya çıkarmıştır. Bu durum henüz yeni bir medeniyet oluşumunun başında bulunan o toplum için o günkü şartlara göre iyi sayılabilecek bir kurumlaşma oluşumu olduğu da söylenebilir.

Siyasi alanda çıkan ve maalesef Müslüman kanının aktığı bu karışıklıklar sonucunda büyük günah, iman-amel ilişkisi, kader ve kadercilik gibi konulardan kaynaklanan itikadi, siyasi ve ameli mezheplerin çıkmasına etkili olmuştur. Tarihsel süreçte Haricilik, Şia, Mutezile ve Ehl-i Sünnet ekolleri ön plana çıkmış ve bunlar da kendi aralarında ayrıca gruplara ayrılmışlardır. Bütün bu gruplar içerisinde, birbirlerini tekfir edecek derecede kutuplaşmalar görülmüştür. Bu dönemden sonra maalesef akıl büyük oranda devre dışı bırakılmıştır.

Bu dönemdeki siyasi tartışmalar insanların tavır belirleyip kamplaşmalarına yol açmış ve meydana gelen olaylar asırlar boyu Müslümanların kafasını karıştırmıştır. Tarihin belirli bir diliminde yaşanan bu olaylara daha sonra yaşayan Müslümanlar taraf olmuşlardır. Bu da Müslümanlar arasında ayrışmalara sebep olmuştur.  Bu tarihi gerçek, bugün biz Müslümanların önünde durmaktadır.

Sahabe dönemindeki bireysel ve kitlesel çatışmaların, siyasi alanda değerlendirilmesi gerekir. Bu değerlendirme yapılarak geleceğimizi sağlam temeller üzerine kurabiliriz. Eğer Müslümanların siyasi açmazlarına çare bulunmak isteniyorsa, önce düşülen bu problemlerin tanınması ve bilinmesi gerekir. Bu bakımdan sahabe dönemi, ibretlerle dolu bir dönemdir. Bu nedenle bizler tarihimizi doğru değerlendirmek durumundayız. Eğer geçmişimizi doğru değerlendiremezsek, gelecekle ilgili isabetli planlar yapamayız.

Müslüman, her an daha iyiye ve daha güzele ulaşmak zorunda olan insandır. Her Müslüman, muhteşem geçmişi ile daha muhteşem olması gereken gelecek arasında, onları birleştiren bir köprü kurmak ve köprü olmak durumundadır. İşte İslam Rönesans’ı düşüncesi İslam dünyasındaki bu ve benzeri problemlere çözmek için ortaya çıkmış bir tezdir.

 

 

 

1 Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Ahmet Akbulut,  s. 56. ‘İmamın Kureyş’ten olması’ konusu üzerinde İslam âlimleri ayrıca durmuşlardır. Bu konuda Kütübü Sitte’de geçmeyen bir hadis rivayet edilmektedir.  Ebu Davut, Müsned, s.926. İslam İnancının Temelleri, Akaid, s. 191.  Bayrak Yayıncılık.(İmamın Kureyşiliği ile asabiyet fikri arasındaki bağ ile ilgili olarak İbn Haldun’un Mukaddimesisinin ilgili bölümüne bakılmalıdır.)

2 TDV İslam ansiklopedisi, C. 17,   s. 546-553

3 Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Ahmet Akbulut,  s. 125

4 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 34, s. 51-53

5 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 33. s. 438-443

6 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 7.  s. 320-321

7 Ahzab suresi, 6. ayet.

8 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 7. s. 320-321

9 TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37. s. 107-108

10 Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, Ahmet Akbulut, s. 174-175

11 TDV İslâm Ansiklopedisi, C.37. s. 107-108

12 TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 37.  S. 108-109

Yorum Yapın

Navigate