KUR’AN-I KERİM HEM LAFIZ HEM DE MANA OLARAK YÜCE ALLAH’A AİTTİR

Son yıllarda ilahiyatçılarımız; Sakız orucu bozar mı? Midye yemek günah mı? Kabir azabı var mı yok mu? Sahuru ne zaman yapalım? Âdemden önce başka âdemler var mıydı? Hz. İsa yeryüzüne tekrar gelecek mi gelmeyecek mi? Şefaat var mı yok mu? gibi soyut, konuları ısrarlı bir şekilde tartışmakta ve gündemde tutmaktalar. Bu konulara geçtiğimiz günlerde bir yenisi daha eklendi. ‘Kur’an Allah sözü olamaz’, ‘Kur’an’da müşriklere sövme ifadelerinin’ var olduğu sözleri hararetli bir tartışmayı beraberinde getirdi.

Yüce Allah (cc), tarih boyunca birçok peygamber göndermiş; hepsine de kendi dillerinde vahiy indirmiş, kutsal kitap vermiştir. Bunun amacı, Yüce Allah’ın mesajlarını insanların anlayabilmesidir. Mesela Tevrat, Hz. Musa’ya (as) İbranice, İncil, Hz. İsa’ya (as) Ârâmice, Kur’an da Hz. Peygamber’e (sav) Arapça olarak indirilmiştir. Bu dillerin seçilmesinin sebebi, kendisine peygamber gönderilen toplumların bu dilleri konuşmasıdır. Bu konuda Kur’an’da şöyle buyrulur; ‘Biz, onu anlayasınız diye Arapça Kur’an olarak indirdik.’ 1

Kur’an-ı Kerim ve onun açıklayıcısı olan Allah resulünün uygulamaları İslam dininin temel kaynaklarıdır. Allah Resulü hayatta iken onun Allah’ın elçisi olduğunu kabul etmeyenler, Kur’an’ın Allah’ın sözü olmadığını, Hz. Muhammed tarafından uydurulup Allah’a nispet edildiğini iddia ediyorlardı. Kur’an ise bunun doğru olmadığını, kendisinin Allah tarafından gönderildiğini belirtiyor ve muhataplarına “Eğer bu kitabın Allah’tan geldiği konusunda şüpheniz varsa haydi onun bir benzerini meydana getirin. Eğer doğru söylüyorsanız bunu yapmak için Allah’tan başka şahitlerinizi de (yardımcılarınızı da) çağırın”2  diye meydan okuyordu.

Diğer taraftan bilindiği gibi Kur’an, şiir ve edebiyat alanında ileri düzeyde olan Araplara, çeşitli zamanlarda Kur’an’ın bir benzerini, on suresinin veya en azından bir suresinin benzerini meydana getirmeleri konusunda meydan okumuştur.  Fakat buna hiçbir Arap şairi karşılık verememiştir. Onların bunu kesinlikle yapamamaları, Kur’an’ın manasının olduğu gibi, lafzının da Yüce Allah’a ait olduğunu, aynı zamanda kesinlikle taklit edilemeyeceğini göstermektedir.

Kur’an, cin ve insanların hepsi toplansa, bunu yapamayacaklarını ifade etmiştir. “De ki: Bu Kur’an’ın benzerini getirmek için bütün insanlar ve cinler toplanıp da birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.”3

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur; “Yoksa Onu (Kur’an’ı)  kendisi uydurdu mu diyorlar? De ki: Eğer doğru iseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi (yardıma)  çağırın da siz de onun gibi uydurulmuş on sure getirin.”4

Allah, Kur’an’da Kendi Sözünden Bahsediyor

Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın kelâmı olduğunu bildiren şu ayetler Kur’an vahyinde lafız ve mananın beraber olduğunu göstermektedir:

“Müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyecek olursa, ona bu hakkı ver, tâ ki Allah’ın kelâmını dinlesin.”5  

“Onlardan bir zümre, Allah’ın kelâmını işitirler de iyice anladıktan sonra, bile bile onu tahrif ederlerdi.”6

Allah’ın kelâmı denildiğinde, lafız-mana birlikte olmak üzere Kur’an anlaşılmaktadır.

Hz. Peygamber’in Hiçbir Şekilde Ayet İhdas Etme Yetkisi Yoktur

Konumuzla ilgili dikkat çekmemiz gereken bir diğer boyut da, Hz. Peygamber’in asla ayet ihdas etme ve uydurma gibi bir yetkisinin bulunmamasıdır. Şu ayetlerde bu gerçek açıkça ifade edilmektedir:

“O, (kesinlikle kendi) hevâsından (kafasından ve nefsi kuruntularından) konuşmaz-konuşmamıştır. Onun konuştukları kendisine Allah tarafından gönderilen vahiyden başka bir şey değildir.”7

“Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bizimle karşılaşacaklarına inanmayanlar, ‘Bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir’ dediler. Onlara şöyle de: ‘Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbime itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım.’ Yine de ki: Allah (öyle) dileseydi ne ben onu size okuyabilirdim, ne de siz onu anlayabilirdiniz; o gelmeden aranızda uzun bir sure yaşadım, siz aklınızı kullanıp düşünmez misiniz?”8

 “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız.”9

Bütün bu ayetler de gösteriyor ki, Hz. Peygamber’in Kur’an’ın ne lafzına, ne de manasına müdahale etme yetkisi bulunmamaktadır. Aksi takdirde helak olması gerekiyordu.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Kur’an-ı Kerim hem lafız, hem de mana olarak Yüce Allah’a aittir. Bütün Müslümanlar bu konuda ittifak halindedir. Ayrıca bu ayetlerde ‘Allah’ın kelamı’, ‘benim kelamım’ ifadeleri açıkça Allah’ın kelamının var olduğunu göstermektedir.

Ayrıca ilk paragraftaki konular milletimizin ve Müslümanların tamamını ilgilendirmeyen soyut, teorik ve ayrıntı konulardır. Müslümanların tamamını değil de ilahiyat camiasını ilgilendiren soyut, teorik ve ayrıntı konuların televizyonlarda tekrar etmek daha ciddi ve önemli konuların mevcut olduğu bu ortamda ve zamanda tartışılması zaman ve enerji kaybından başka bir şey değildir. Milletimizin veya Müslümanların tamamını ilgilendirmeyen konuların milletin gözü önünde tartışılmasının bu millete bir yararı olmadığı gibi İslam’ın saygınlığını da zedelemektedir.

Kur’an, sadece cenazede, düğünlerde, siyasi toplantılarda,  temel atma törenlerinde okunurken, siyasi hayatta, ekonomide, eğitimde,  hukukta, ailede, ahlakta neden yok?  İslam, hayata dair olmalıdır. Hayatın içinden olmalı ve yaşadığımız hayata bir anlam katmalıdır. Yaşadığımız problemlere çözüm üretmelidir. İslam dini dünya ve ahiret mutluluğunu hedefler. Yüce Allah, Resulü vasıtası ile Kur’an gibi bir kılavuzu insanlığa armağan etmiştir. Hayatı bu yüce kitabın prensiplerine göre düzenlersek dünya ve ahiret mutluluğuna ulaşabiliriz. Bizim kendimize, insanlara, topluma ve Allah’a karşı sorumluluklarımız var. Bu noktada Kur’an tembellik eden insanın hesaba çekileceğini belirtiyor. Bu hesabı unutarak insan üzerine düşenleri yapmak yerine tembellik ve beceriksizliğini örtbas edercesine, İslam’ın prensiplerini bir bütün olarak tebliğ etmeyen, anlatmayan, açıklamayan insan, (eğer varsa) âlim, mütefekkir büyük bir sorumluluk altındadır.

  1. Yusuf suresi, 2. ayet.
  2. Bakara suresi, 23 ayet.
  3. İsra suresi, 88. ayet.
  4. Hud suresi, 13. ayet.
  5. Tevbe suresi, 6. ayet.
  6. Bakara suresi, 75. ayet.
  7. Necm suresi, 3-4. ayetler.
  8. Yunus suresi, 15-16.
  9. Hâkka suresi, , 44-47. ayetler.
  10. Hud suresi,112. ayet.

 

Yorum Yapın

Navigate