NEDEN SİYASET? NASIL SİYASET?

Siyasetle ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç; cahiller tarafından yönetilmeye mahkûm olmaktır.” (Platon)
Siyaset Hayatımızın Neresinde?

Sabah gözümüzü açar açmaz başlıyor siyaset. Banyoda kullandığımız su siyasetin belirlediği fiyatlara bağımlı. Çocuğumuzun okulda olması gereken saati, hangi müfredatı göreceğini, öğretmeninin kim olacağını siyaset belirliyor. İşe giderken uyacağımız trafik kurallarını, işyerinin işleyiş normlarını, ödeyeceğimiz vergiyi, ne zaman emekli olacağımızı siyaset tespit ediyor. Akşam eve giderken marketten alacağımız ekmeğin hangi kriterleri taşıyacağını siyaset belirliyor…. 

Bunlar siyasetin hayatımızı sarıp sarmalayan rolüne ilişkin günlük yaşamdan verilebilecek binlerce örnekten sadece birkaçı

İstesek de istemesek de siyaset hayatımızın her alanına nüfuz ediyor. Biz siyasetle ilgilenmesek de o bizimle ilgilenmeyi ihmal etmiyor ve bizi çepeçevre kuşatıyor. Bu kadarla kalmıyor; siyaset, sadece bireylerin değil toplumların, ülkelerin ve tüm insanlığın kaderini çiziyor, dünyanın dengesini belirliyor.

Farklı tanımları olmakla birlikte kısacası siyaset: devlet işlerini düzenleme, yönetme bilim ve sanatıdır. Bu bağlamda siyaset, erdemli, bilgili kişilerin mutlaka aktif rol almasını gerektiren kutsal ve seçkin bir bilim ve sanat olarak karşımıza çıkıyor.

Oysa geçmişte ve günümüzde, siyaset denilince, çıkarların önde olduğu, kirli işlerin yapıldığı, yalanların söylendiği, türlü ayak oyunlarının uygulandığı adeta bir şeytani faaliyet alanı akla gelmektedir. İşte bundan duyduğu rahatsızlıktan ötürü olsa gerek Soljenitsin, “Tanrıyı politikaya geri getirin” der.

Genellikle “politika” batının, “siyaset” ise doğunun tercih ettiği kavramlar. Bizim niyetimiz etimolojik inceleme ve aralarında ki farklılıkları ortaya çıkarmak olmadığından her iki kavramı da eş anlamlı kullanmakta sakınca görmüyoruz. İster “siyaset” ister “politika” diyelim ne fark eder? Hem Hıristiyan Batı açısından hem de Müslüman doğunun siyasal düşüncesi bakımından esas meselenin “siyasetin ahlakileşmesi” zorunluluğu olduğu realitedir.

Ahlak yoksunu siyasetin dünyayı sürüklediği uçurum, insanlara verdiği zulüm körlerin dahi görebileceği kadar net. Açıktır ki siyaset ahlaksız bilgisiz, soysuz siyasetçilere terk edilemeyecek kadar önemli.

“Seccademi Serdiğim Yer Vatanımdır(!)”

Popüler bir dini cemaatin İzmir de ki üst yöneticilerinden birisi ile yıllar önce konuşuyorduk. Ben sohbetimizi siyasi sorumluluğa, ülke ve dünya siyasetine taşıyınca şöyle demişti.

“Hocam, ben namazımı kılabiliyor muyum, orucumu tutabiliyor muyum ona bakarım. Beni kim
yönetiyormuş bana ne; kim yönetirse yönetsin ne fark eder?”

Bu çarpık bakış açısının neresini düzeltmeli? İbadetlerine müsaade edilmesi ve kendi cemaatlerinin faaliyetlerine destur verilmesi karşılığında, tam bir teslimiyeti normal gören; yönetenlerin siyasal düşüncelerinin, yöneticilerin aldığı kararların ve icraatlarının önemsiz olduğunu zanneden bu ucube görüşü İslam’la nasıl bağdaştırmalı?

Bu garabetin bir başka sürümüne değinelim şimdi de. Daha yakın bir zamanda yine dini başka bir cemaat mensubuyla sohbetimizde ben vatan sevgisinin öneminden söz edince “çok abartmaya gerek yok kardeşim” giriş cümlesinden sonra şunu eklemişti:

“Seccademi serdiğim yer vatanımdır.”

Sonraları sosyal medyada gördüğüm ve büyük beğeni toplayan bu süslü söz, aslında Müslüman’ın davasını minimize eden, dünyasını küçülten, inanç sahiplerini siyasetten uzak tutmayı (depolitize etmeyi) hedefleyen ve vatan sevgisini kısırlaştıran akıl dışı bir lâkırdıdır.

Vatanı, seccade boyutuna indirgeyenlerin her zaman seccade serecek yer bulmaları mümkündür lakin vatansız kalmaları da kaçınılmazdır!

İslam’ı idari, siyasi, sosyal, ekonomik, bilimsel boyutlarından, ilahi emir, yasak ve tavsiyeler bütününden soyutlayan; sadece ibadet dinine indirgeyen hastalıklı yaklaşımlara karşı Resulün ve Kuran’ın inananlarından taleplerini, Sayın Edibali’nin de ısrarla altını çizdiği ve haykırdığı “Arz Müslümanındır!” hakikatini idrak gerekmiyor mu?

Yüce Allah, “Doğrusu Ben yeryüzünü Salih kullarıma varis bıraktım” (Enbiya: 105), buyurmaktadır.

Keza Hz. Peygamber ‘…Yeryüzü benim için mescit kılındı…’ buyuruyor. Bu cümlenin en açık anlamı; Peygamberimiz tüm yeryüzünü bize hedef göstermekte yeryüzünü imar, düzenleme ve geliştirme görevini ümmetine yüklemektedir. Örnek almamız gereken Sahabe, seccade serip namazla yetinmemiş şunu yapmıştır: Kaynaklar ve işin uzmanlarına göre sayıları yüz binden fazla olan sahabeden sadece on bin kadarının mezarının Mekke ve Medine’de olduğunu belirtmektedir. Yani onlar dünyanın her yanına gitmişler, Allah’ın mesajını, Hz.Peygamberin kendilerine bıraktığı emaneti yeryüzünün dört bir yanına sınır tanımadan ulaştırmışlardır.

Emperyalizmin asli hedeflerinden birisi olan, depolitize Müslüman hedefini Mısır’lı düşünür Seyyid Kutup’un şu tespiti çok güzel özetliyor:

“Onlar Amerikancı İslam’ı istiyorlar. Onlar abdesti bozan şeylere fetva veren ama Müslümanların siyasi, iktisadi ve içtimai durumlarına fetva vermeyen İslam’ı istiyorlar.”

Sonuç itibarıyla kendimize sormamız gerekli soru şu:

Ben, emperyalizmin biçtiği seccade Müslüman’ı mı; yoksa tüm cihanın hâkimi gerçek Müslüman mı olmalıyım?

İyiliği Emretmek ve Kötülükten Sakındırmak Siyasetle olur! Yüce Allah tarafından verilen başlıca vazifelerden birisi “Emr-i bil-maruf nehy-i ani’l-münker”dir.

“İçinizden, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun…” (Âl-i İmran, 3/104)

Dikkat ediniz yaratanımız bize rica edin, tavsiye edin, nasihat edin demiyor. Ne diyor? “Emir verin” buyuruyor. Yani bizden olan ehil topluluğun “emir” erkine sahip olmasını, yine kendisine iman etmiş olanlara emrediyor. Şüphe yok ki “iyiliği emir” ve “kötülükleri men” devlet yönetimine talip olmayı, yasa düzenleyicisi olmayı, yasaların uygulayıcısı olmayı gerekli kılmaktadır. Aynı zamanda Kuran’ın bütününde görüleceği üzere “emir erki” olunmasını cebren değil; adaletle insanların onayıyla tesis edilmesini istiyor. Bunun yegâne meşru alanı ise siyasettir.
Kutlu Siyaset Seferi

Humus valisinin Halife Ömer bin Abdülaziz’e şöyle bir mektup gönderdiği rivayet edilir:

-Humus şehrinin duvarları harabeye döndü. Onarılması gerek. Ne buyurursunuz? Ömer bin Abdülaziz aynı kâğıda cevabını yazar ve gönderir:
-Humus şehrinin duvarlarını adalet duvarı haline getir. Yolları korkudan, zulümden temizle. O zaman duvarın harca, kerpice ihtiyacı kalmaz

Elbette belediyecilik hizmetlerinin en güzeli verilmelidir. Tabii ki yollar, köprüler, barajlar yapılmalıdır. Ama bunlardan daha önemlisi adaleti, güveni, ahlakı tesis etmektir. Günümüzde Siyaset, ilkesiz, ahlaksız, çıkarcı siyaset madrabazları tarafından işgal ve iğfal edilmektedir.

Her şeye rağmen siyasette temiz bir saha açılarak “hak” siyaset yürütülmelidir. Fakat kötüyü mazeret gösteren bazılarının “ben siyasetle uğraşmam” diyerek çok ahlaklı olduğunu vurgulayanların; hatta kendini daha yukarılarda bir seviyede görüp “ben siyaset üstüyüm(!)” diyenlerin ahlakından ve inancından şüphe duyulmalıdır. Bunlar sorumluluktan kaçıp kendilerini aldatmaktadır. Zira Peygamberlerin yaptığı şeyi ahlaksız saymak ahmaklıktır. Peygamberlerin meşru gördüğü ve uygulayarak örnek oldukları bir alanı dışlamak ve küçümsemek; ahlakla, inançla ve akılla bağdaşmaz!

Dolayısıyla yapılması gereken, siyasetten uzak durmak değil; şeytani siyasete bulaşmadan, siyasetin Rahmani olanına katılmaktır. Kazanıp kazanmayacağı gibi basit hesaplara dalmadan; gündelik küçük menfaatlere aldanmadan, sadece hak ve batıl arasında tarafını belli eden bir ahlak siyasetinin içinde olunmalıdır. Hayırlı, Rahmani siyaset eğer yoksa başlatmak; var ise ona dâhil olmak, tam destek olmak bütün ahlak sahiplerinin görevidir.

Bizim gördüğümüz gerçek şu ki ülkemizde belirttiğimiz Rahmani siyasetin tüm güzelliklerini barındıran, uygulayan bir siyasal oluşum bulunmaktadır. Onun adı; MİLLET PARTİSİ’dir.

Yorum Yapın

Navigate