İBN-İ SİNA’NIN KEŞİFLERİ: (980-1037)
(Ebu Ali el Hüseyin İbni Abdullah
Aristo, kanın kalpten çıktığını gördü fakat kanın kalbe döndüğünü göremedi. İbn-i Sina ise, küçük ve büyük kan dolaşımını meydana çıkardı. Aristo ve Galien, kanı ruhun makarrı (karargâhı) telakki ettiler. İbn-i Sina ise, doğru olarak kanın, gıdayı taşıyan bir mayi olduğunu keşfetti. İbn-i Sina, şeker hastalığında (diyabette) idrardaki şekeri keşfetti. (İbni Sina, Etüd II. Tricot Royer)
Mikropsuz suyun kaşifi de İbni Sina’dır. Civa ile tedavi usulünü de o meydana çıkardı. Ameliyatlarda büyük ağrıları hafifletmek ve şuuru mefluç (hareketsiz) bırakmak için, şuruba afyon, ban otu, sarı sabur ve Hindistan cevizi ilavesiyle uyutucu bir ilaç keşfetmek de ona nasip oldu. (İbni Sina, Etüd 12, Gomuin)
ULUĞ BEY (1395-1449)
Uluğ Bey’in Semerkant’taki rasathanesinin yüksekliği 180 kademdi. Yani Ayasofya yüksekliğinde idi. Rasathanede kutuplara olan mesafeleri ölçme aletleri vardı.
İslam âleminde 9. asırdan itibaren rasathaneler, zeycler yapılırken; Endülüs’te (İspanya) 11. asırda meşhur kimyager ve astronomi âlimi Cabir tarafından Sevil şehrinde de bir rasathane yapılmıştı. Hristiyanlar oraları işgal ettikleri zaman bu rasathanenin ne olduğunu kestiremeyerek onu çan kulesi yaptılar. (Draper’e istinaden, Şemsettin Günaltay, Zulmetten Nura) Hristiyan tarihçi Corci Zeydan’dan öğrendiklerimize göre; Garp âlemi Endülüs’ten öğrenemediği bu ilimleri Şark’ın Müslüman Türk âlimlerinden öğrendiğidir.
ASTRONOMİ DE KEŞİFLER VE HARİZMÎ: (?-850
Abbasi Devleti’nin meşhur vezir oğlu veziri Yahya Bermeki, “Beytül Hikme” yani “felsefe evi” adında bir akademi kurdu. Bunun reisi Harzemli Ebu Abdullah Mehmet İbn-i Musa’dır. Avrupalıların El Harezmi dedikleri Harzemli Türk, halife Me’mun’un kütüphaneler müdürüydü. Zamanın en yüksek heyet ve riyaziye (Matematik) alimi yine bu Türk’tü.
Bu büyük alim Bağdat ve Suriye de ilk defa esaslı iki rasathane kurdurdu. Uzun yılların emeğiyle “Zeyc-i Harizmi” vücuda getirildi.
Zeyc: Yıldızların hareketini hesap eden ilimdir. Asırlarca ilim âlemine bu zeyc, rehber oldu. 12. asırda Adelar Debat tarafından Latinceye tercüme edilmişti. Bu eser 16. asır Avrupa Rönesansçılarına temel oldu. (1. Türk Tarih Kongresi, Şemsettin Günaltay, s.289-306)
İslam âleminin yetiştirdiği en büyük Türk âlimlerden biri olan El-Harizmî, bütün ortaçağda matematik alanında fikir ve faaliyetlere en ziyade tesir etmiş olan bir şahsiyettir. (Philip Hitti, Precis d’Histoires des Arabes)
Harizmi’nin “El Cebr-u ve’l Mu’akala” adını verdiği cebir kitabı meşhurdur. Bu kitabın adının birinci kelimesi “Algorithme” şekline sokularak, nihayet logaritma halinde bu güne kadar gelmiştir.
Gerard de Ciremon tarafından tercüme edilmiş olan bu eser; eski Araplar tarafından kurulan Büyük Matematik yapısının köşe taşlarından biri olmuş ve bir zaman sonra, ilk Batılı meslektaşlarını cebirin ve âşârî (ondalık) aritmetiğinin hususiyetlerine alıştırmıştır. (Max Vintan, Joux Le Miracle Arabe, Edition Charlot)
İBN-İ TÜRK VE HARİZMÎ:
İslam âleminde riyaziyenin temelini atan 9. asırda İbn-üt-Türk-ül Ceylî’dir. İsmi üstünde Türkoğlu Türk’tür. (Şemsettin Günaltay, Birinci Tarih Kongresi, s.298) Bütün dünyanın kullandığı bu günkü rakam sistemini beşeriyete hediye eden, O Türk âlim Harizmi’dir. Eski Latin rakamları çok güçtü. Halbuki Harizmi’nin sistemi sadece (1……9) dokuz rakam ve bir (0) sıfırla bütün sayıları ifade kabiliyetini kazandırdı. Frenkçedeki rakam manasına gelen “chiffre” kelimesi, sıfır kelimesinden alınmıştır. Görülüyor ki, cebir, logaritma, rakam Avrupa’ya hep İslami isimlerle geçiyor. (İslam Kültürünün Garbı Medenileştirmesi, Ahmet Gürkan)
DİĞER KEŞİFLER VE HÂZEN:
Müsellesat (trigonometri) da cebir gibi Müslümanların diriltip meydana çıkardıkları bir ilimdir. Ve yine bunu yapan da bir Türk’tür. Horasan Türklerinden Eb-ül-Vefa, mümas ile temam-ı mümas (tanjant ve kotanjant) düsturlarını o buldu. Hatta Kotekant düsturunu da o keşfetti. Harizmi gibi onun eserleri de Latinceye tercüme olunmuştur. (Şemsettin Günaltay, Birinci Tarih Kongresi, İslam Medeniyetinde Türklerin Mevkii)
Müsellesatta “ceyb”leri, (sinüsleri) bulan da, Merv’li Hasip Ahmet namında bir Türk’tür. (Hilmi Ziya Ülken, Tercümenin rolü, s.188)
Cebirin hendeseye (geometri) tatbiki şerefi de, Descartes’in değil, Müslümanlarındır. (Zulmetten Nura, Draper’in “Avrupa’nın Fikir İnkişafı Tarihi”ne istinaden.)
Meşhur fizik âlimi Hâzen: 965 yılında Basra’da doğdu. Hazen’in asıl doğru ismi Heysem’dir. Eski Yunanlılar rü’yeti (görme) gözden çıkan şuaların görünen cisme varması şeklinde izah ederlerdi. Hâzen ise, bunun aksini söyledi. Yani Rü’yeti, cisimlerden gelen şuaların gözdeki şebekeye aksiyle izah etti. Gözümüz iki olduğu halde niye tek gördüğümüzün sebebini de bildirdi. Işık kırıl
masından dolayı görüşlerimizde nasıl galatlar (yanılmalar) olduğunu da meydana çıkararak, gözün öyle emin bir ilim vasıtası olamayacağını bildirdi. Hava tabakasının takriben 100 km. kalınlığında olduğunu derin bir deha ile hesap etmiştir. Hâzen, cazibe-i arz’ı (yerçekimi) bulmuştu. O, cazibe kuvvetinin mesafe ile değiştiğini anlamıştı. (Şemsettin Günaltay, Zulmetten Nura)
Kimya ilmi dahi ismi üstünde İslam Medeniyetinin eseridir. Kimyanın en yüksek kudreti İbn-i Sina’da tecelli etti. Meşhur Fransız kimyageri Berthelot bile, İbn-i Sina’nın bulduğu hakikatler sayesinde bu günkü kimyanın terakkisine (gelişmesine) bir çok hizmetler ettiğini söyler. (Meşhur Adamlar, İbrahim Alaeddin, s.768) Tricot Royer, İbn-i Sina’nın “Arziyat” (jeoloji) ilminin babası olduğunu yazmıştır. (İbn-i Sina, Tıp kısmı, II. Etüd.)
Voltaire’e kadar dev insanların kemikleri zannedilen iskeletlerin, büyük deniz hayvanlarına ait olduğunu ve bunların karaların deniz olduğu zamanlardan kalma bulunduğunu söyleyen yine İbn-i Sina’dır. (Tricot Royer)