Federico Pieraccini
Çeviren: Bayrak Araştırma Merkezi
Önce yayınlanan ilk makale uluslararası düzenin tanımı, küreselleşme, jeopolitik teoriler ve bir ülkenin diğer ülkeler üzerine hâkimiyet kurma konseptini nasıl değiştirdiği üzerine odaklanmıştı. Bu ikinci makalede çeşitli jeopolitik kuramlar, bu kuramların modern konseptlerle tercümesi ve Birleşik Devletlerin son on yıllık zaman zarfında küresel egemenliği kurmak üzere amaç edindiği nesnel uygulamaları incelenecektir.
Rimland Stratejisi
Bir önceki yazıda tartışmaya açılan jeopolitik teorileri hatırlayacak olursak, Washington’un, Kalpgah/Heartland diye ifade edilen alanın kontrol altına alabilmesi için Nicholas J. Spykma’nın geliştirdiği Rimland teorisine (kenar kuşak/kıyısal alan) başvurma yoluna gitmişti.
Bunun nedeni ABD yönetiminin İngiliz Coğrafyacı Sir Halford Mackinder’ın geliştirdiği ilk jeopolitik teori, Kalpgah teorisine konu bölgeyi, yani, İran, Çin ve Rusya coğrafyalarını kapsayan alanı elinde bulunduran güçleri doğrudan kontrol altına almasının son derece zor olduğu uygulamada defalarca tespit etmiş olmasıdır.
ABD, bölge İç Çemberini (Inner Circle),yani Rimşland’ı oluşturan ülkelerin, dolaylı olarak da Kalpgah bölgesinin denetlenmesi ve kuşatılması amacıyla kendi kontrolü altında kalmasını sağlamaya hep çalıştı. Bu anlamda, İkinci Dünya Savaşı süreci ve Amerikan’ın Nazi Almanya’sına müdahalesi sayesinde Avrupa fethedilmiş/kontrol edilmiş oldu. İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde Avrupa Atlantik Sistemin ayrılmaz bir parçası olup, Kalpgah alanını kuşatan önemli bir bölge haline geldi.
İç Hilal’in (Inner Crescent), (yani Rimland) diğer alanlara kadar genişletme ve fethi/kontrol altına alma faaliyeti Kore ve Vietnam Savaşları üzerinden Asya’da sürdürülen Soğuk Savaş sırasında da devam etti. Ancak yaşanan başarısızlık Washington’u, kara birlikleri sahada tutmaksızın başka ülkeleri işgal etmeye çalışma ve askeri gücünü sürdürebilme kapasitesi konusunda ciddi manada şüphede bıraktı. Çünkü yerküreyi yönetmede bazı sınırlar var.
Washington’un birincil hedefi, yüksek derece öneme sahip bölge olan Ortadoğu’da, İran devrimi sonrası süreçte, İran güçlerinin bölgede hâkimiyet kurmasını engellemek olmuştu. Bu hedef doğrultusunda Suudi Arabistan ABD’nin en büyük müttefiklerinden biri oldu. Petrol üretim kapasitesi ve petro-dolar finansal sistemi sayesinde, Washington çıkarları doğrultusunda, Kalpgah/Heartland bölgesinde bulunan İran gibi ülkeleri kuşatmak ve yönetimleri üzerine sürekli bir baskı oluşturmak amacıyla, İran ve Suudi Arabistan seçilmiş bölgesel güçlerdir. Türkiye ise, bu anlamda, Batı bloku güç denge sistemine entegre olmuş NATO üyesi bir ülkedir.
Burada izlenen nihai strateji hep aynı oldu: Rusya, İran ve Çin üzerine baskı kurulması amacıyla, doğrudan askeri müdahale, ekonomik ve finansal terörizm veya kültürel yumuşak güç (softpower) kullanma marifetiyle Kalpgah bölgesine komşu ülkeleri (Rimland) kontrol altına almak.
Amerikan iktidar seçkin tabakasının, Kalpgah bölgesi ülkelerini kontrol altına almak yoluyla küresel hegemonya kurma arayışı gibi çılgın bir düşünceyi edinmesine neden olan, özellikle de ekonomik ve askeri araçlar üzerinden tesis edilen, Amerikan’ın küresel güç haline geldiği tek kutuplu dünya düzeni Berlin Duvarı’nın yıkılması (09 Kasım 1989) ve Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra kurulmuş oldu.
Amerikan’ın Soğuk Savaş döneminde en realist hedefi; Kalpgah bölgesini, teoride yer alan diğer bir ifadeyle Dünyanın kalbini, etki alanı altına alabilecek bir ittifakın meydana gelmemesi için başka ülkelerin güçlerine engel olmak. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla birlikte Kalpgah bölgesinde faaliyet gösterebilecek büyük güç ve ABD’ye rakip olacak ülke sahneden çekilmiş oldu. Meydana gelen bu durumdan dolayı Washington’un Dünya üzerinde hâkimiyet kurma düşüncesi gerçeklik kazanmış oldu.
Alfred Mahan’dan Sir Halford Mackinder’e
Birleşik Devletler, Heartland ve Rimland bölgelerinde bulunan ülkeleri ekonomik olarak hâkimiyet altına alma faaliyetinde olduğu gibi, fiziki olarak da işgal etmede/kontrol altına almada tamamlayıcı bir teori olarak Alfred Mahan’ın geliştirdiği, donanma gücünü esas alan üçüncü teoriye her zaman büyük önem verdi. Donanma gücü teorisi, yaklaşık olarak bir asır boyunca, ABD’nin izlediği dış politikada Amerikan doktrininin temel direğini teşkil etmiştir.
ABD Donanma gücü, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları da dâhil, 21.yüzyılın ilk başlarından Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar olan süreçte Birleşik Devletlerin kazandığı zaferde belirleyici rol oynadı. Bu dönemi izleyen yıllarda Berlin Duvarının yıkılması olgusunun, Mahan’ın geliştirdiği donanma gücü teorisini bir taraf bırakmak suretiyle, özellikle, kara hâkimiyeti üzerine odaklanmak için, yukarıda anılıp, analiz edilen üç jeopolitik teoriye dayalı küresel hâkimiyet planının uygulamaya konulması üzerine doğrudan sonuçları oldu.
ABD güçlerinin, 1990 – 2005 arası dönemde, yürüttükleri birçok savaşlarda uçak gemileri ve hava desteği temel önem teşkil etmiştir. Bununla birlikte, işin büyük bir kısmını daima kara birlikleri görmüş oldular. Çünkü yapılan savaş ülkeler arasında veya ülkelerin sahip oldukları savaş gemileri ve de savaş uçakları arasında yaşanmadı, savaş gemileri ve uçaklarının da desteğiyle kara birlikleri arasında yaşandı. Bu durum önemli farklılık arz etmekte…
Irak ve Afganistan savaşlarında görüldüğü şekliyle karadan işgal faaliyetini ön plan çıkaran, hedef seçilen ülkelerde isyan olaylarının düzenlenmesinde yumuşak güç kullanma yaklaşımına önem veren, Ukrayna, Libya ve Suriye’de yaşanan darbe ve ayaklanma olaylarında olduğu gibi ABD politika belirleyici figürlerin izledikleri stratejiler nedeniyle, Berlin Duvarının yıkıldığı1989’dan itibaren Alfred Mahan teorisinin öneminde azalma oldu. Bu nedenle, ABD denizcilik donanma filosunda yaşanan bu göreceli önem azalması öngörülebilir bir sonuçtur.
Mahan’ı Unutmak; Mackinder + Küreselleşme
Kara gücüyle başka bir ülkenin topraklarına ayak basması ve doların ekonomik enstrüman olarak kullanılmasına ilaveten, Heartland/Kalpgah bölgesine dahil ülkelerin yönetimlerine boyun eğdirilmesinde baş vurulan güçlü bir enstrüman küreselleşmedir. Dünyada küreselleşmenin hüküm sürmesi için, dolara dayalı finansal sistemin gerektirdiği koşullarda, tamamıyla Amerikan Merkez Bankası (Federal Reserve) ve Washington’un lehine olacak şekilde, büyük ölçekte de olsa karşılıklı ekonomik bağımlılık durumu ve müttefik olup, olmamalarına da bakılmaksızın, ülkelerin bireysel egemenliğinin söz konusu olmamasını gerekiyor. Birleşik Devletler politika belirleyicileri, Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra, dizginlenemez bir askeri güç kullanma kombinasyonu ile birlikte, tüketimin yükselen değer olduğu, asalak kapitalist ekonomi konseptine dayalı küresel neo-liberal bir model düzenlediler.
Eski Sovyet Cumhuriyetlerin dağılmasıyla birlikte Washington, Rusya Federasyonu sınırlarına giderek daha fazla yaklaşmak marifetiyle, esas itibariyle karadan olmak üzere, Kalpgah diye tanımlanan bölgeye doğru ilerlemeye başladı. Avrupa Birliği (AB) 2004’te üye ülkeler coğrafyasını genişleme yoluna giderek, aynı zamanda, üye ülkeleri NATO blokuna dâhil etti.
Küresel hâkimiyetin sağlanması için, Kalpgah bölgesinde bulunma konumundan dolayı, Rusya’nın kontrol altına alınması gerekiyordu. ABD’nin 1989 dünya koşullarındaki askeri gücü dikkate alındığında, ABD karşısında inandırıcı rakip bir güç olmayışından dolayı, Washington perspektifine uygun, stratejik bir yaklaşım somut olarak şekillenmeye başladı. Dünya ticari faaliyetlerini ve Rimland ülkeleri ulaşım yollarını kontrol etmeyi hedefleyen Alfred Mahan teorisini uygulamaya koymak suretiyle, dolayısıyla da Kalpgah bölgesini doğrudan kontrol altına almak amacıyla, Rimland bölgesini oluşturan ülkeleri, bu ülkeleri çevreleyen denizleri ve okyanusları odak almayı hedefleyen Nicholas Spykman teorisinin aksine olacak şekilde bütün bu gelişmeler meydana gelmeye başladı. Bu değişen yaklaşım tarzı, daha az oranda deniz donanma gücü, daha fazla kara faaliyeti göstermek ve ekonomik yaptırımıyla birlikte Obama yönetimine kadar genişlemeye devam etti.
Nihai hedef olarak Rusya’yı kontrol altına almak üzere, 1990’larda Batılı iktidar seçkinleri tarafından yürütülen ekonomik savaş koşullarının, Gorbaçov ve Yeltsin’in dönemlerinde sağlanan katkı sayesinde, yeniden gözden geçirilmesi gerekti. Bu tutum Batılı iktidar seçkinlerinin gerçek niyetinin ne olduğunu gösteriyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2000 yılında, Washington önünde boyun eğme ve Rusya egemenliğinden vazgeçme anlamına gelen politikayı kesin olarak reddetmesinden sonra iki ülke arasındaki ilişkilerde gerileme yaşandı.
Putin, izlediği politikasıyla, Kalpgah bölgesindeki en değerli üretim alanı Rusya’nın, küreselcilerin eline geçmesinin yolunu açacak askeri kuşatmayı sürdürmek amacında olan Batının bu hileli girişimi; ekonomik ve finansal küreselleşme faaliyetine karşı durdu. Batı’nın zihin dünyasında bu konseptin var olduğu dikkate alındığında, uluslararası finans oligarşinin birer parçası, hepsi de büyük yayıncılık şirket gruplarına ait, Batı medya kuruluşları yayın programlarında Putin’in neden kasıtlı bir şekilde sunulduğunu anlamak zor bir iş olmasa gerek.
Afganistan’da sürdürülen savaş, Rusya sınırlarına yakın bölgelerde NATO üslerinin açılması, darbe düzenlemek marifetiyle ve rejim değişikliği yapmak amacıyla Ukrayna’da yumuşak gücün kullanılması, Asya ve Kafkasya merkezinde terörizm faaliyetleri kullanılarak istikrarsızlık yaratma olayları, Moskova’yı Sam Amca’yı imdada çağırmaya, şu ya da bu şekilde, Atlantikçi netvork’a dâhil etmeye zorlamak amacıyla, Rusya’yı kuşatma ve çevreleme stratejisinin birer parçalarıdır.
ABD’nin bu hedefine ulaşma çabası, Dünya’nın merkezini (Kalpgah), genel anlamda Rusya, İran ve Çin’in temsil ettiği dünya zenginlik kaynakları kontrol etme yolunda karşılaştığı sorundan dolayı hep geri tepmiştir. Burada esas amaç; başta Avrupa’dan Asya’ya kadar olan coğrafya olmak üzere, bütün bir yere küre üzerinden gerçek manada kontrol sağlayarak, diğer kıtaları sıkboğaz ederek egemenlik sağlamak. Görev hep aynı, hiç değişmedi; Dünya üzerinde hâkimiyet kurmak. Berlin Duvarının yıkılmasından sonra bu yaklaşımda değişiklik oldu. Birleşik Devletlerin, 1989’dan bu yana, kendi kültürel, ekonomik ve askeri kaynaklarına olan güveni, ABD yönetimini askeri zorbalıkta güçlü bir doz uygulama kombinasyonuyla birlikte, yozlaşmış turbo-kapitalizm prensibine dayalı uluslararası bir sistem kurmaya sevk etmiştir. Washington’un bu neo-liberal düşüncesi, elinde bulundurduğu askeri güç sayesinde, sıklıkla güçlü bir ivme kazandı ve büyük bir destek gördü. Washington, rejim değişikliği yapma (Ukrayna), Arap Baharı şeklinde yumuşak güç kullanma (Tunus ve Mısır) gibi politik araçlarla neredeyse yaşanan her bir küresel duruma müdahale etme ve hatta ulus inşa etme projeleri (Irak, Libya ve Afganistan) adını verdiği askeri saldırganlık yoluna başvurmuştur.
Asıl amaç; her zaman olduğu gibi, ekonomik çöküş yaşayıp ve en sonunda askeri fethi gerçekleşinceye kadar Kalpgah/ Heartlad bölgesini her yönüyle baskı altına almak. ABD yönetimi, izleme askeri üsleriyle, Rimland teorisine konu ülkeler üzerinden Heartland bölgesini çevrelemek suretiyle bu mantığı sürdürüyor. Rusya, Çin ve İran, Sir Mackinder teorisine uygun olarak, karadan yaklaşım temeline dayalı faaliyetler çerçevesinde, tamamen kuşatılmış görünüyor. Başka bir örnek verilmesi gerekirse, ABD’nin geliştirdiği Anti-Balistik Füze sistemleri (ABS), savaş halinde ABD güçlerine kayıp verme ihtimaline karşı, saldırı yeteneğini ortadan kaldırmak üzere, Rusya, Çin ve İran’ı hedef almaktadır.
ABD’nin hâkimiyet kurma çıkarları açısında hayati derecede önem taşıyan başka bir ülke Japonya’dır. Bu ülke coğrafyası ABD’ye, Çin’in kuşatılması hedefinde, olağanüstü bir sınırlama getirme olanağını sağlıyor. Sadece Okinawa Adasında, Çin sahillerine 400 Km mesafede, ABD’ye ait 13 adet askeri üs kurulmuş ve işler vaziyette. Benzer bir şekilde, Rimland bölgesine sınır, yüzü denizlere dönük her bir ülke Washington için stratejik önem arz ediyor. Filipinlerin 16. Devlet Başkanı Rodrigo Dutert’in zaferi paniğe sebep olması şaşırtıcı olmasa gerek. Vietnam ve Malezya gibi Güney Asya ülkelerine özel bir dikkat gösterilmeye devam ediliyor. Washington, Çin’i çevrelemek üzere, Rimland bölge ülkelerini kontrol altına alma stratejisi için daha az müttefik bulma kaygısını taşıyor.
Bir haritaya bakacak olursak, Amerikan İmparatorluğunun, müttefik ülkeleriyle birlikte dört bir yandan, dolaylı veya doğrudan, Herartlan/Kalpgah bölgesine baskı uyguladığını rahatlıkla görebiliriz. Japonya’nın sağladığı destek ve ABD deniz donanma birliklerinin Çin denizde varlığından dolayı Güney-Doğudan Çin Halk Cumhuriyetine baskı uygulanıyor. NATO/AB sınırlarında Batı’dan genişleme sağlayarak Rusya’ya karşı baskı yapılıyor. Güney-Doğu’dan, Suudi Arabistan, Katar ve ABD’nin Ortadoğu’da kurulu üsleri sayesinde İran’a da baskı yapılıyor. Washington yönetimi, Güney’de NATO üyesi Türkiye’ye ilaveten, Rusya’nın çevrelenmesi faaliyetlerinin tamamlanması açısında Hindistan ile ittifak kurmak istiyor. Amerika’nın izlediği bölge stratejisi açısından Yeni Delhi yerinin ne kadar önemli olduğunu görebiliriz.
İlk olarak, Kalpgah ülkelerinin (ve bazı Rimland ülkeleri) doğrudan fethinin/kontrol altına alınmasının mümkün olduğu, ikinci olarak da, söz konusu ülkelerin karadan fethinin daha uygun olduğunu ve bu politikanın izlenmesinin tarihsel öneme haiz olduğunu düşünen politika yapıcıları son yirmi yılda ABD’de hâkim durumdalar. Hitler de aynı şekilde düşünmüştü. Washington’daki iktidar seçkinleri sadece kültürel ve ekonomik kontrol önerisinde bulunmuyorlar, aynı zamanda, askeri yaklaşım dayatmasını çözüm yolu olarak telkin ediyorlar. Fetih/kontrol altına alma amacıyla kara ordu gücünü kullanma şeklinde stratejik tercih olarak,1989’dan bu yana, çok sayıda savaş yaşandı: Yugoslavya, Afganistan, Somali, Libya, Suriye ve Irak. Arap Baharı olayları sırasında ve Ukrayna’da yumuşak gücün kullanıldığı konusunu da unutmamalıyız. Bütün bu olaylar, Kalpgah bölgesi ülkelerinin kontrol altına alınması yönünde askeri çözüm yolu sunarken, şimdilerde kullanılabilir teknolojinin yüzyıl sonra Sir Mackinder teorisinin güncellenmesiyle tamamlayıcı yaklaşımlardır. Bu doktrin, Kalpgak alanını kontrol altına almak ve Dünya’yı hâkimiyet altın almak amacıyla, ticari yolları bloke etmek ve Rimland ülkelerini çevrelemek üzere, denizlerin üstünlüğü kullanmayı öneren, Alfred Mahan tarafından teorisi düzenlene deniz yaklaşımı yanına konuldu.
Bush yönetiminden Obama yönetimine kadar en yeni doktrinlerle, yumuşak güç (softpower) olarak bilinen, en son olarak da insan hakları taktiğini uygulama kombinasyonu ile birlikte, Sir Mackinder teorisinin karması bir teori kullanılıyor. Bu yaklaşımın sonuçları, Ortadoğu’nun daha derin bir kaos ortamına batmasına neden oldu, bölge ülkelerini giderek Şii ittifak yapmasına sürükledi. Bu durum aslında ABD için düşünülemez bir felaket anlamına gelir. Rusya, İran, Çin ve Hindistan gibi ülkeler giderek daha birleşik hedefler etrafından toplanmaya başladılar. Rusya ve Çin arasında ittifak kurulmasını engelleyen Soğuk Savaş hedefinde başarısızlık yaşandı. Hindistan, genel anlamı itibarıyla, hala Moskova’nın bir müttefiki olmaya devam ediyor. Yeni Delhi, Washington ile de iyi ilişkileri olmak birlikte, ne biri, ne de diğeri yanında açıkça yer almıyor.
Bir sonraki yazıda, İran Rusya ve Çin yönetimlerinin, egemenliklerine yönelik sürekli hal alan saldırıları püskürtmek üzere, yıllardan beri verdikleri tepkiler ele alınacak. Amerikan’ın Dünya üzerinde hegemonya kurma politikası nasıl da Amerikan’ın tek kutuplu düzeni sonunu hazırladığı konusu ve şimdilerdeki çok kutuplu dünya düzeni realitesi üzerinde durulacak. Dördüncü ve son makalede yeni seçilen Donald Trump yönetimi döneminde, son otuz yıldan beri ABD hâkim dış politikasında izlenen yaklaşımlarda, ne yönde değişiklikler olacağı – yani, son yüzyılda yaşanan gerilemeler/başarısızlıklar – konusu üzerine odaklanma yapılacak.
Kaynak:http://www.strategic-culture.org/news/2016/12/23/united-states-and-race-global-hegemony.html