YAŞADIĞIMIZ KADERİMİZDİR, KADERİMİZE SAHİP ÇIKMALIYIZ

 

Dünyanın doğu kesiminde Türkler yaşamışlar. Enerjik, hareketli, kabına sığmaz, kıpır kıpır… Bu özelliklerine rağmen her şeyin bir yolu yordamı, usülü erkânı varmış. Töreleri varmış. Bağlandıkları inançları varmış. Hakanları varmış. (Yaratıcı’nın yeryüzündeki kılıcı. –Zıllullah) Bu anlayıştır ki; milleti hakanlarına karşı muti, hakanı milletine karşı şefkatli, merhametli ve adaletli kılmış.    

Türklerin varlığı bir türlü kabullenilmemiş komşularınca. Çinlilerle mücadele, tarihin sayfalarını doldurmuş. Türklerden “kurtulmak” için her yola başvurmuşlar. Hiçbir masraf yapmaktan çekinmemişler. Kurmadıkları oyun kalmamış. Dünyanın en büyük surunu yapmışlar. Bu surun, seddin; Türklerden korunmak için mi yoksa Türkleri hapsedip imha etmek için mi yapıldığı, ancak “bizim” araştırmacılarımızın uğraşları sonucu ortaya çıkacaktır.

Bakmışlar ki hiçbir çare emellerine ulaşmaya, dertlerine merhem olmaya yetmiyor. Son bir çare düşünmüşler; çil çil altınlarla Türk beylerini satın almak, gönül alıcı ipeklerle gönülleri çalmak, ahu gözlü Çin dilberleriyle kalplerini çatallandırmak.

Türk kağanı oyunu fark etmiş. Çin’in hilelerine aldanmamalarını tembihlemiş. Ve ferman buyurmuş: “Mavi gök gökte, yağız yer yerde durdukça senin töreni kim bozabilir?” Ayakta kalmanın ve düşmana üstün gelmenin formülünü vermiş: Törene sahip çık!

 

Urumçi’den Viyana’ya Yol Gider

Ne ilginç bir olaydır ki Türkler, Rabbülalemin’in son dini gönderilinceye ve onunla müşerref oluncaya kadar sanki son ilahi mesajın taşıyıcıları olacakları belliymişçesine, mesajı ulaştıracakları beldeleri, öncü kuvvetçesine kolaçan etmişler. Hunlar, Uzlar, Peçenekler… batıya, hep batıya yol almışlar.

Tarihin en ilginç olaylarındandır ki Türkler, ilahi mesajla tanışıp onu, hayatlarının gayesi bildiklerinde batıya olan göçleri daha bir hızlanmış, artmış ve yoğunluk kazanmış. Yüklendikleri ilahi mesaj, onları adeta yerlerinde duramaz kılmış, dünyanın bütün insanlarına bu mesajı, bu ilahi, kutlu mesajı ulaştırmak için ceht göstermişler, gayret göstermişler. Son nebinin hicretinden mülhem bir anlayışla Mekke’den Medine’ye hicret edişçesine doğudan batıya akın akın gitmişler.

Türklerin Urumçi’den Viyana’ya yol almalarını ekonomik gerekçelerle izah etmek, başkalarının yaptığı ve bizim de hazırca kabul ediverdiğimiz bir teoriden başka bir şey değildir. Milli devletin üniversitelerinde gerçeklere dayanan milli tarih tezleri ortaya çıkacak ve çelik çomak oynamaktan kurtulan gençlerimizin yürekleri dünyamızı aydınlatacaktır.

 

Sefer Sefer Üstüne

Güneşin doğudan batıya seyrini andıran bir seyirle doğudan batıya göç etmişler. İnsanların dünyasını aydınlatan İslam güneşini doğudan batıya taşımışlar. İlim irfan sahibi büyükler ayrı kalmamış bu akından. Belki onların irşadıyla daha bir anlamlı gelmiş göç onlara. Kimi büyükler kendileri göç etmişler Anadolu’ya. Kimisi talebelerini göndermiş Pir-i Türkistan’ın Horasan erenlerini gönderdiği gibi. Anadolu’nun dört bir yanında pek çok türbenin yükselişini, yatırın mevcudiyetini nasıl açıklarsınız? Anadolu insanı, kendisine İslam’ın tebliğini ulaştıran insanları başının tacı bilmiş. Onların, kendilerine, dünyanın en büyük armağanını getiren insanlar olduğunu, mezarlarının üstüne bir nişan taşı gibi türbeler dikerek göstermişler. (*)

Anadolu’ya gelenler alp olmuş, eren olmuş, alperen olmuş. Anadolu bir dergâh olmuş, mektep medrese olmuş, tekke zaviye olmuş, ordugâh olmuş, han hamam olmuş, bağ bahçe olmuş; vatan olmuş. İnsanlığın ne olduğunu, şefkat ve merhametin ne olduğunu, erdemi, adaleti, yiğitliği, temizliği… onlardan öğrenmiş insanlar.

Nice canların acılar çektiği topraklar huzura ve sükûna kavuşmuş; Anadolu olmuş. Adalet bizden sorulur olmuş. Hakkını alacak bir merci bulamayanlar bizim kapımızı çalmışlar. Fermanımızın gittiği yere adalet ve huzur gitmiş. Vistül’de Türk akıncılarının atları sulandıkça Lehli rahat yaşamış.

Bizim at koşturmamız rahatsız etmiş kimilerini. Ortaya Şark Meselesi çıkmış. İki mesele halledilirse Şark Meselesi amacına ulaşırmış: 1. İslam’ı ortadan kaldırmak, 2. Türkleri Anadolu’dan çıkarıp Asya bozkırlarına sürmek.

Selçuklular ve Osmanlılar, kaç Haçlı Seferine göğüs gerip durdurmuşlar.

Haçlılara karşı destansı bir duruşu Selahaddin-i Eyyubi sergilemiş. Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış. Allah’a dayanıp sa’ye sarılmış ve hikmete ram olmuş. Saff Suresinde Rabbülalemin’in “Allah, birbirini sımsıkı tahkim eden bir bina gibi saf tutarak kendi yolunda savaşanları sever.” beyanı üzere kimi Arap kimi Acem mümin yiğitlerle saf tutmuş. Matematik iflas etmiş onun savaşında. Avrupa’nın tümü gelmiş, çullanmışlar. Ama o, Rabbülalemin’in lütfu keremi sonucu galip gelmiş; Haçlı sürülerini def etmiş topraklarından. Diyar-ı İslam’ı küffara teslim etmemiş. Kudüs’ün muhafızı olmuş.

Bir marangoz Antakya’da şehit olmuş ama bir başka marangozun yaptığı minberde, Mescid-i Aksa’da, Kudüs’ün muzaffer emiri adına hutbe okunmuş.

Emperyal güçler, şamar üstüne şamar yeyip yenilmişler ama asla emellerinden vaz geçmemişler.

Kimi yamyam, kimi bilmem ne bela olan emperyal güçlerin devşirmeleri Çanakkale’de çıkmışlar karşımıza. Yedi düvel ümüğümüze çökmüş. Ama Anadolu coğrafyası ve İslam coğrafyası en zor anda toparlanmış, Çanakkale’de etten bir set oluşturmuşlar. Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi, demiş şair, yüreğinin sesiyle. İmanımız zorlukları kolay kılmış, ırağı yakın etmiş, konuşulan dilin anlatamadığını gönül diliyle konuşmuşlar; Rabbim nusratıyla onları teyit etmiş.

Huylu huyundan vazgeçmez fehvasınca Batı yakasının uşakları, Anadolu’yu yeniden parsellemişler kafalarında. Leş kargalarının saldırışı misali Anadolu’yu tarumar etmek için harekete geçmişler. Ortada iki seçenek varmış: Ya istiklal, ya ölüm.

Osmanlı Devleti, gücünden güç kaybetmiş. Başkalarına derman olmak bir yana, kendi derdine derman olacak gücü kalmamış. Ümitsizlik o kadar artmış ki; kurtuluşu yaban ellerde, derya aşırı, okyanus aşırı diyarlarda arar olmuşlar.

 

Payitaht Ferman Vermiş Mustafa Kemal’e:

-“Allah’ın Lütfu İnayetiyle Bu Milletin Halaskarı Sen Olabilirsin.”

Karabekir; “Emrindeyim”, demiş, “Hocam” dediği; “Komutanım.”

Ümidini kaybetmeyen birlik sevdalıları bir araya gelmişler, ümidi sarsıntı geçirenlerin sarsıntılarını gidermişler önce. Sonra millete ümit olmuşlar, rehber olmuşlar. Yedi düveli karşılarına almışlar. Milleti toparlayıp ayağa kaldırmışlar. Dağınık güçleri tevhid etmişler; kuvva olmuşlar, kuva-yı milliye olmuşlar. Zor zamanda zor işler başarmışlar. Uykuyu haram kılmışlar gözlerine. Anadolu’yu dolaşmışlar adım adım. Dirilişe kapalı, küskün, ümidini kaybetmiş, bedbin, perişan Anadolu insanına ümit aşılamışlar, onları kurtuluşun ana elemanı kılmışlar. “Milleti ancak milletin azim ve kararı kurtarır.” demişler. 23 Nisan 1920’de bir Cuma günü Cuma namazından sonra bütün gayretlerini ete kemiğe büründürüp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açmışlar hatimler, dualar ve âminlerle. Anadolu coğrafyasının anatomisini Ankara’da oluşturmuşlar. Her bölgeden, zümreden ve meslekten insan temsil edilmiş orada. Her bir şey tartışılmış, istişare edilmiş, müzakere edilmiş. Yetki verilenler hesap vermiş. Düşmana karşı siper olmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu, arkasında Müslüman Türk Milleti’nin desteğini hissetmiş. Analarımız, bacılarımız, kardeşlerimiz, delikanlılarımız seferber olmuşlar Mehmetçik’e destek için. Ağzı dualı dedelerimiz ve ebelerimiz en samimi dualarıyla yakarışlar uçurmuşlar “ala külli şey’in kadir” olan Allah’a.

Bütün bir İslam dünyasının gönlü Anadolu için atmış. Kimisi kendisi gelmiş, kimisi asker göndermiş, kimisi para… Kimisi dualarını göndermiş Allah’a.

 

23 Nisan Neden Bayram?

23 Nisan’ın neden bayram olduğunu o günleri görenler bilir. Bir de yüreğinde yaşatanlar. Belki Afganistan’da yaşayanlar, Libya’da yaşayanlar, Irak’da yaşayanlar, Sudan’da yaşayanlar, Yemen’de yaşayanlar, Suriye’de yaşayanlar da bilirler… Doğu Türkistan’da, Filistin’de, Arakan’da…

Tarihi seyirde kim bilir nice destansı olaylar, kahramanlıklar yaşandı. Bunun yanında nice yanlışlar yapıldı, yaşandı. Bizim yaptığımız, sadece panoramik bir seyirden ibarettir. Dedi kodu, onurlu insanların işi değildir. Her doğru, icra edilmeye birincil adaydır. Yanlış ise dedikodudan uzak ciddi müzakereler sonucu tasfiye edilip doğrusunun ikame edilmesine.

 

23 Nisan’ı En İyi Biz Anlamalıyız

Bir mümin, bir delikten iki kare ısırılmaz. Bizimkinin sayısı belli değil. Emperyal güçlerin üzerimizdeki emelleri ve oyunları bitmemiştir. Tarih ve yaşadığımız olaylar bunun şahididir. Anadolu’nun birliği; Türk dünyasının, İslam âleminin ve mazlum milletlerin umududur. Bu birliği bozmak için akla, hayale gelmedik senaryoları oynayacaklardır. Dini, milli, hamasi, etnik, mezhepsel, bölgesel, ekonomik… her bir şeyi kullanmak isteyeceklerdir. Bunu gördük ve biliyoruz.

 

“Zafer Hakk’ın ve Hakka İnananlarındır”

Bütün engelleri aşmanın bir yolu vardır: Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak; Allah’ın iradesine tabi olmak. Ve Allah’ın iradesine tabi olanların iradesini durduracak hiçbir güç yoktur.

Şimdi “Kızıl elma”ya yürümenin vaktidir.

Kızıl elma; bugün, Milli Mücadele, yeni bir Milli Mücadele, Yeniden Milli Mücadele’dir.

Umuda koşmak isteyen herkese burada yer var.

İnanıyoruz: Zafer; Hakk’ın ve Hakk’a inananlarındır. “Ve fetih yakındır.”

———————————————————————

(*)Muazzez dinimiz İslam, mezarların sade olmasını öngörmüştür. Asıl olan budur. Türbe konusunu içeren cümlemiz, o günkü yaklaşımı anlamaya yöneliktir.

 

Yorum Yapın

Navigate