MUHTEŞEM TÜRKİYE HAREKETİNİN ALTI BÜYÜK HEDEFİNE BİR İZAH DENEMESİ

HUKUK DEVLETİ

Hukuk devleti, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan devlet olarak tanımlanır kısaca. Hukuk devleti, hukuka bağlı devlet yönetimini ifade eder, bu ilke keyfi idarenin tamamen reddedilmesidir. Herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebepler ile ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit kabul edildiği bir düzen hukuk devletinin temelini teşkil eder. İnsanın iradesini örseleyen, hürriyetlerini gasp ile onu maddi ve manevi gelişmeden mahrum eden her türlü kirli ve yıkıcı teşebbüsü engellemenin biricik yolu hukuk devleti ilkesini güçlendirmekten geçer. Hukuk, özünde bir adalet talebidir. İçinde adalet barındırmayan düzen hukuki de değildir. Bir yasaya hukukilik kazandıran ana unsur onun adalete uygun düzenlenmesidir. Bu sebeptendir ki hukuk devleti ilkesi bir adalet devleti ülküsünü gerekli kılar. Hukuk devleti istisnasız tüm idari işlem ve eylemlerin yargı eliyle incelendiği, değerlendirildiği ve hukuka aykırı durumların ortadan kaldırıldığı ideal bir yönetim ilkesidir.  Yargıdan kaçırılan idari işlem sayısı arttıkça yönetimde keyfilik ve kişisellik hâkim olacak bunun sonucunda ise toplumda güvenlik algısı zayıflayarak devlet vatandaş ilişkileri millet zararına bozulmuş olacaktır. Bu olumsuz tabloyu ortadan kaldıracak olan şey, hukuka bağlı, denetlenmekten ve hesap vermekten çekinmeyen bir idarenin insan hak ve hürriyetlerine dayalı bir hukuk sistemi ile yönetilenlere güven vermesidir. Ancak bu güvenle güçlünün zayıfı ezmesi ve yok etmesi engellenip siyasi iktidarın bireyler üzerindeki baskısı bertaraf edilebilir. Siyasi sorumluluğun cezai sorumluluğu ortadan kaldırmadığı bir hukuk sistemi tesis edilmeden ne tam bağımsızlıktan ne de müesses bir hukuk nizamından bahsi açabiliriz. Gaye hukukun üstünlüğüdür. Hukuk kurallarının vahşice çiğnendiği bir toplumda terörizm rahatlıkla yayılma kaydeder. Hukuk ve ahlak nizamı tanımayan her ülke kendini dış saldırılara, iç isyanlara açık hale getirir ki bu da bir toplum ve devlet nizamının felaketi demek olur.

DEMOKRASİ

Her şeyden önce demokrasi, insanın emeğine ve yüreğine bir saygının gereğidir. İnsanın temel kabulleri, siyasal birikimleri, kendi öz vicdanının kıyısında en özgür bir şekilde dosdoğru bir tercihe dönüşebilmelidir. Bu da hürriyetçi bir demokrasinin gelişimiyle mümkündür. Fikir ve kanaat hürriyetinin türlü algı operasyonları ile dejenere edildiği siyasi platformlarda tam bir milli irade hâkimiyetinden söz edilemez. Demokrasi ile hedeflenen, toplumun yönetime katılması ve siyasal bağlamda bir farkındalık şuurunun dengeleyici bir unsur olarak artırılıp yönetimin tiranlığa, zorbalığa evrilmesinin önünün alınmasıdır. İnsan hak ve hürriyetlerinin siyasi bir manevra olarak kısıtlandığı yönetimlerin demokrasiyi sadece iktidara geliş biçimi olarak değerli gördüğü öte yandan iktidarda kalma yöntemi olarak her türlü ceberrut hamleyi siyasi istikrar adına tüm ahlaki ilkeleri değersizleştirerek topluma dayattıkları da gözden kaçmamaktadır. Demokrasi; fikri zenginliğin, ufki enginliğin ve siyasal tercihteki kültürel derinliğin ifadesi oldukça millet ve devlet hayatı güçlü, ileri ve mutlu yarınlar için kalıcı bir biçimde ıslah edilebilir. Milletleşme süreci ancak bu yapıcı yöntemle tamama erdirilebilir. Aksi bir durum ayrışmanın, kutuplaşmanın ve siyasi yozlaşmanın kapısını aralayacak,devlet millet bütünlüğünü zaafa uğratacaktır. Kendi kendini yönetme kaabiliyeti elde etmiş toplumların iradeleri zamanla çelikleşir, yine bu toplumlar kudretli bir irade ve karar ile darbe girişimlerine karşı demokratik bir tepki yükseltebilir, dış müdahalelerin tabii seyrini pekâlâ değiştirebilir. İktidarın meşruiyeti milli iradenin tecellisini gerektirir. Gerçek bir milli irade için de hukukun üstünlüğünden güç alan nitelikli demokrasinin siyasal hayatımızı dengelemesine imkân verilmelidir. Taban seviyesinde bir yetkilendirme siyasal gücün çoğulcu bir şekilde dağılmasına yol açacak ve toplumsal ilerleme ve kamusal kalkınma topyekûn gerçekleşecektir.

LAİKLİK

Din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınarak din düşmanlığının ve din istismarının sonlandırıldığı bir laik esas toplumsal barışın çimentosudur. Din işlerinin yürütülmesinde devletin tarafsızlığını muhafaza etmesi, vatandaşların dini vecibelerini hürriyet ikliminde yerine getirebilmesi için önemlidir. Laiklik din devlet ilişkilerinin halk yararına normalleştirilme serüvenidir. Ne devletin dine tahakküm etmesi ne de dinin devlet işlerliliğini kilitleyecek bir taassup üretmesi kabul edilebilir. Özellikle din unsurunun politik çevrelerce çıkar hesaplarına alet edilmesi vesayetçi bir laiklik anlayışının gelişip serpilmesine sebebiyet verecektir. Laikliği bir çatışma aracı değil bir büyük uzlaşının havzası olarak değerlendirmek icab eder. Dinin özüne yönelmiş yozlaştırma ameliyesine karşın onun bütün sadelik ve berraklığı ile vicdanlardaki ışığının devamı için laiklik prensibinin uygulamada samimiyetle devam ettirilmesi toplumsal gelişme açısından da bir zarurettir. Dini tekelleştirip onu toplumsal sömürü haline getirmek isteyenlerin, politik gayelerine ulaşmada bir vesile bilenlerin o kirli emellerine laiklik ilkesi çok insani ve akli bir set çekecektir. Diğer taraftan laik bir zeminde bilimsel yaklaşımlar daha da zenginleşeceğinden dini ve siyasi düşünceler her türlü ideolojik tesir ve dayatmanın uzağında serbest bir gelişimle insanın ve tüm toplumsal hayatın olgunlaşma sürecine olumlu katkı verecektir. Laiklik din devlet etkileşimini engellemez, bilakis laik bir sistemde din ve devlet kurumunun birbirine karşı özerk oluşu bu etkileşimin daha sağlıklı bir  zeminde ilerlemesini sağlar. Laiklik ilkesi dinin toplum hayatı üzerindeki etkisini yok edici de değildir. Asıl gaye toplumsal uzlaşıyı sağlamak dinin devlete devletin dine tahakkümünü engellemektir. Batı toplumları laikliği İslam prensiplerinden devşirdiler ve onu bir büyük uzlaşı vesilesi bildiler. Doğu toplumlarında ise bu esaslı umde batı taklitçilerince kavganın merkezine getirilmiştir. Laiklik bir ideoloji değildir, bir arada yaşama yöntemidir.

KERİM DEVLET

Kerim; şanı yüce, onuru ve değeri yüksek anlamına gelir. Kerim devlet, merhamet ve adaletiyle kendine bağlı insan ve toplulukların mutluluklarını tesis edecek olan teşkilatlı bir siyasi organizasyonun ana vasfıdır. Devletin kerim olması onun sosyal adalet kavramını hayata dosdoğru bir şekilde tatbik etmesiyle doğru orantılıdır. Sosyal çürüme ve siyasal çöküş adaletin terkiyle başlar. Grup çıkarlarını her şeyin önüne almak ve bireysel tutkuları zorla hâkim kılmak arzusu adaleti büsbütün yok eder. Kim adaletten kopmuşsa o artık her meseleyi yalnızca kendi lehine döndürmek ister ve o hep kendi fasid dairesinde dönmeyi bizatihi hakikat zanneder. Bu sebeple kerim devlet ilkesi ancak tam demokratik siyasi oluşumlarda uygulanabilir. Ceberrut iktidar anlayışının terkedildiği devletin şefkat elinin tüm vatandaşlara eriştirildiği bir sosyal adalet nizamı tam olarak kerim devleti tarif etmektedir. Her çalışanın hak ettiği ücreti tastamam aldığı, yoksulluğun tamamen sonlandığı, israfın devlet ve millet hayatından sökülüp atıldığı, üretimin verimin ve kalitenin artırıldığı toplumsal hayatta tam bir birlik, barış ve dayanışmaya varıldığı ideal bir devlet anlayışıdır kerim devlet. Tüm engelli vatandaşlara hayatı kolaylaştıracak imkânlar tanımak, kadın, çocuk ve ihtiyarların pozitif bir ayrımcılıkla desteklenmesini sağlamak bu ideal anlayışın hayat bulmasıyla mümkün olacaktır. Devletin sadece cezalandıran değil uygun şartların tahakkukunda af mekanizmasını da devreye alan, emek ile sermaye arasında üstün bir ahengin tesisi için çalışan tam bir adalet aygıtına dönüşmesi gerekmektedir. Bu bağlamda devlet her vatandaşının, gıda, eğitim, sağlık ve seyahat ihtiyaçlarının giderilmesinde birinci derecede sorumluluk üstlenerek gereken takibatı ve tahkikatı yapar ve vatandaşına bu insani hizmetlerin ulaştırılmasında öncü rol oynar…

BİLGE DEVLET VE BİLİM TOPLUMU

Mitolojinin değil bilimin verilerine dayanmak bir devleti bilge kılar. Bilimin rehberliği hem devletin kendi organlarında uyumlu çalışma disiplinini geliştirir hem de toplumun medeniyet yolunda ilerlemesine vesile olur. Devletin bilge vasfı toplumdaki gelişme niteliğini durduran hurafe kalıntılarını muhakkak kökünden kazıyacaktır. İlmin en hayati prensipleri toplumun genel kabullerine dönüşünceye dek hummalı bir çalışma azmini yükseltmek hedefimizdir.Pozitif bilimlerin toplum nezdinde saygınlığını artırmak maddeten ilerleme ve manen yücelişi hazırlamak içinşarttır. Bu da bilimsel niteliği şüpheli olan her şeyin reddini gerektirir. Kitleyi tepkileri uyuşturulmuş bir millet haline dönüştüren ana amilin bilimsel milli siyaset ilkesine göre hareket etmemekten kaynaklandığını söyleyebiliriz.Teknolojik ve ekonomik bağımsızlığın ancak bilge devlet ve bilgi toplumu hedefine ulaşmakla elde edileceği çok açık bir gerçekliktir. Kol gücü ile beyin gücünün buluştuğu, maddi birikimle bilgiyi yorumlama becerisinin aynı potada yoğrulduğu toplumlar kalkınmanın önündeki engelleri rahatlıkla aşabildiler. Bilgi ve iletişim teknolojilerini toplum tabanına süratle yaymak, gelişmenin lokomotifi olan sivil toplumun önündeki engelleri kaldırmak bizi bilgi toplumu hedefine kolaylıkla ulaştıracaktır. Bu hedef için demokratik hak ve özgürlüklerin teminatı olan hukuk devleti ilkesinden asla taviz verilmemelidir. Hukuk devleti inşa edilmeden demokrasi gelişmez, demokrasinin gelişemediği bir toplumda ise bilge toplum idealine erişilemez. Tüm bu ilkeler birbirleri ile sıkı uyum içindedir. Tam teşekküllü bir sosyal adalet düzeni içinher ilkenin gereği ne eksik ne fazla yerine getirilmelidir.

İSLAM RÖNESANSI

Rönesans yeniden doğuş demektir. Bilge devlet ve bilge toplum idealine yükselmek barış medeniyeti temelinde bir İslam Rönesans’ını zorunlu kılacaktır. İslam Rönesans’ı İslam’a Rönesans değil bizatihi İslam’ın Rönesans’ıdır. İslam Rönesans’ı ideali İslam’ın Protestanlaştırılma ameliyesi değil asırlardır uyuyan Müslüman coğrafyayı kendi kökleriyle buluşturup yeni bir medeniyet ikliminde selamete kavuşturma gayesidir. İslam medeniyetinin yeniden dirilişi için esaslı bir Rönesans hamlesine ihtiyaç vardır. Bu hamle bütün vatan sathında ilgili tüm sivil toplum kuruluşların en geniş iştiraki ile ‘İslam Rönesans’ı Kongreleri’ biçiminde başlatılmalıdır. Mücerret Rönesans idealini müşahhas bir şura disipliniyle perçinlemedikçe söylediğimiz her söz medeniyet lakırdısından ibaret kalacaktır. Hiçbir ideolojik bağnazlığa ve doktriner dayatmaya geçit vermeksizin gelenekle modernite arasında bir köprü inşa etmek ve kalpleri bu kutlu güzergâhta birleştirmek bu ideal bağlamında ana hedefimizdir. Varoluş şuurunu yükseltmeyi ve sonsuzluk kıvamında bir kanaat üretmeyi beklenen o büyük Rönesans için hayati bir vazife bilmekteyiz. Zaferin ancak birlik yolunu tutanların ve tüm ihtilafları hak ve hakikat adına unutanların olduğunu hatırdan ırak etmeyerek meselenin ciddiyetini idrak etmekteyiz. Dünya barışının tesis edilmesinde İslam’ın özgün yorumunun çağları aşan medeniyet birikimiyle harmanlanıp aktif bir düşünce sistematiğine dönüştürülmelidir. Ancak bu aksiyoner Rönesans girişimiyle küreselleşmenin getirdiği sömürgeleştirme hile ve tehlikelerinden korunmak mümkün olabilir. Küresel tehditlerin arttığı günümüz dünyasında mazlum milletlerin emperyalist işgal kuvvetlerince yok edilmek istendiğini iyi biliyoruz. İslam Rönesans’ı davasını yöneten Muhteşem Türkiye hareketi işte bu yok oluşa giden yıkılışı durduracak temel prensipleri Türk siyasal hayatında tek tek işaret etmiş, zaferin apaçık, meşru, demokratik yollarını özellikle belirtmiştir. Altı büyük hedefi birbirine muntazam bir şekilde eklemleyen bu siyasi analiz derinlik ve yetkinliği bakımından eşsiz bir niteliği gözler önüne getirmektedir. Ey davaya inanmış ve ona sonsuz bir liyakat ve sadakatla bağlanmış mücadeleci nefer, köklü fikriyatımızın her umdesini tek tek anlama ve anlatma vaktidir şimdi. Haydi davran, yarın çok geç olmadan…

 

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate