“AN”DA YAŞAMAK     

İstediklerimiz ve istemediklerimiz (araba, ev, çocuk gibi isteklerden ya da hastalık, kaza ve afet gibi istemezliklerden değil, tam olarak eylemin kendisi) üzerine ciddi ciddi düşünmeyi teklif ediyorum. Bunun üzerine yazmanın bana iyi geleceğini, okumanın ise umarım size iyi geleceğine inanıyorum.

“Acaba her insan her istediğini elde edebilir mi?” (Necm 24)

Budist felsefe öğretileri üzerine yazılmış, fark ettirdikleri ile kıymetli bir eser ola olan “Güzel Bir Hayat” adlı eserin ilginç bir savı var. Bu sava göre insan olmanın dayanıksızlığını hissetmemek için “sabit kimlik” oluştururuz. Bu “sabit kimlik” belirsizlikle dolu dünyada bize sahte de olsa bir dayanak sağlar. Böylece “ben buyum”, “doğru budur” şeklinde iddialarda bulunabiliriz. Bu sahte saadet bir kriz durumuna kadar sürer gider. Bu “sabit kimlik” olgusuna “egoya yapışma” denir. Dayanıksızlığımız ve insan olmanın kaçınılmaz muğlaklığı içerisinde “egoya yapışma” derin bir kibir ve her şeyi isteme bağımlılığımızdan kaynaklanır.

Bu satırları sinir bozucu bulmak mümkün. Bir şeyi istemenin neresinde kibir olabilir ki diyebiliriz? İstemek veya arzulamak insanları motive eden üretmeye sevk eden duygulardır. Bu duygular ile hayal ederiz, çabalarız. İstediklerimiz nedeniyle kaybetmekten korkarız. Buraya kadar her şey normal ve olmalıdır. Fakat beklediğimiz sonucu alamayınca da üzüntüden kahra, kızgınlıktan öfkeye atar dururuz kendimizi. Hatta bazen istediklerimizin engelleyeceği korkusuyla kötülükler bile yapabiliriz. İsteklerimizin gerçekleşeceğine dair bize verilen bir söz mü tutulmamıştır? Ya da biz öyle istedik diye öyle mi olmalıdır? İşte o anlarda kendi yüceliğimiz üzerine oluşan inançlar oturmuşlar ağlıyorlar.

“Gerçeklik” isteklerimizden daha uyumlu ve dengelidir. İstediklerimizin gerçekleşmemesi üzerine yakılan ağıtlar ise sadece yorumlarımız. Epiktetus adına yazılmış “Kendisinin Efendisi Olmayan Hiç Kimse Özgür Değildir” adlı eserde sahip olmadığımız bir şeyi kaybedemeyeceğimizi hatırlatır bize. O nedenle istediklerimiz olmadı diye düşünüp üzülürken yaşanılan bir kayıp gerçek bir kayıp değil fantezi kaybından ibarettir. Yine aynı eserde Epiktetus başımıza gelen şeylerin başımıza geldiğini düşündüğümüz şey olmadığını iddia eder. Bu hoş tekerlememsi şey şer olarak gördüğümüz şeyin sırf biz öyle düşünüyoruz diye şer olmadığını iddia eder.

Ki her olay nötrdür. Dünyayı olduğu gibi kabul etmediğimiz, isteklerle dolu fantezi dünyamız içerisinde esen yelden korktuğumuz sürece dingin bir yaşam sürmek mümkün olmayacak. “Anda kalmak” deyimini hazcı söylemlerden kurtararak “şükür” dolu ve tatmin duygusu yaşatan zihniyete yeniden kazandırmak gerekir. Anda kalmak, her ne hal üzerinde olursak olalım, o anı fark etmek, yaşamak ve keyfine varmak anlamına gelir. Anda kalmak geleceğe ve geçmişe kaçan dikkatimizi “dem bu demdir” diyerek terbiye eder. Vakit nakittir, nasihatinde olduğu gibi var olan, yaşanmakta olan zamanın kıymetini bilmektir. Anda kalmak “istemeyi” alışkanlık haline getirmiş bizlere “beklemeyi” öğretebilir.

İçinde bulunduğumuz günler de geçecektir kaybettirdikleri şeyler ve kazandırdığı yeni deneyimler ile. Ne getirecek bunu da bilemiyoruz. Çünkü hayatın kendisi muğlak ve belirsizdir. Buna rağmen bir reklamda diyor ya “bu günleri güzel anılar yapmak bizim elinizde”

Geleceğe dair tasarılarını gerçekleşmedi diye kahırlanmak hakkında bir bilgi sahibi olmadığımız şeyin peşine düşmektir. Ve son hatırlatma:

“Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan sorumludur.” (İsra 36)

 

 

Yorum Yapın

Navigate