BUGÜN OLAN DÜN OLDU

Ben küçükken şöyle bir macera kitabı vardı: Romanın kahramanı sizdiniz. Bir yere kadar roman olay örgüleri ile sürüyor ve bir yerde kahraman olarak sizin bir tercih yapmanız gerekiyordu. Tercihleri listeliyordu size kitap. Eğer sağ tarafa giden yoldan devam ederim diyorsan sayfa 50’ye, eğer sol tarafa giden yoldan devam ederim diyorsan sayfa 60’a, eğer ortada bulunan yoldan giderim diyorsam sayfa 70’e gidiyordunuz. Roman kahramanı olarak siz de tercihte buluyor, ilerleyen sayfalarda yine bir tercih imkânı sunuyor kitap ve nihayetinde bir anlamda “kaderinizi çiziyordunuz”.  Bu kitap hakkında daha fazla detay hatırlamıyorum fakat zannederim ki kitaptan payıma düşeni aldığımı düşünüyorum.

Bir bakıma hayat da tam olarak bu formatta ilerliyor. Bu ilerlemenin adına da zaman diyoruz.[2] Seçenekler içerisinden kendimizce en uygun olanın seçme eğilimiz ve ne olacağına dair öngörümüz var. Seçenekler arasında en uygunu ifadesinin altını çizmek istiyorum. Çünkü bu uygunluk çok kişisel, kişi için en tanıdık, her zaman doğru olmayan ve geçmişimizden bir şıkka götürür bizi. İşin ironik yanı bazı tercihlerimiz zarar verici olsa da, menfaatimize olmasa da, canımıza mal olsa da bizim tercihimizdir. İnsana verilen iradi güç ne kadar muazzam…

Ve elbette sınırlı. Sınırlılığı bilgi ve görgüsünden kaynaklanıyor. Bunu bir benzetme ile ifade etmek gerekirse farklı bir gezegende yaşamın bulunduğu ve hiçbir ön çalışma yapılmadan (orada yaşam nasıldır, oralılar ne yer ne içer, nerede yaşar?) oraya giden ilk araç ile sizin gönderildiğinizi. Örnek bu ya, elbette o yaratıklarla ortak noktalarımız olsun. Mesela sizi karşılamak için mükellef bir sofra kursunlar. Sofrada hihu (görünüşü kuru köfteye benzeyen, içinden çeşitli sosların aktığı, yiyenlerin yüzünde hoşluk yaratan bir yemek ) tertkiy (kalın bir ansiklopedi gibi görünen, pişmemiş ete benzeyen, yumuşak bir dokuda, iştah açıcı ve yaratıkların çok sevdiği bir yemek) piğni (lapa kıvamda, kırmızı renkte güzel kokulu yerel bir çorba) ve bizim bildiğimiz ekmek olsun. Elbette sadece ekmek yer kalkarsınız. Kokusu veya görünüşü iyi olsun olmasın, tanıdık olanın en güvenli olduğuna dair bir kod var hepimizde. Merak duygunuzu ve iştahınızı daha az dinlerseniz bu kod ile muazzam bir sofradan kuru ekmek yiyerek kalkmak mümkündür. Bir bakıma bu kod bizi sindiremeyeceğimiz şeyleri yemekten, zehirlenmekten ve ölme riskinden de koruyacaktır elbette. Fakat o gezegende uzun süre kalmayı tasarlıyorsanız bilgi ve görgünüzü geliştirmek iyi olur.

Bu benzetmeden hareketle, bizim olaylar karşısındaki seçimlerimizde tam olarak böyle. Bize en tanıdık olanı seçme eğilimiz var.  Geçmişimizde nasıl tepki vermeyi öğrendiysek yine benzer olaylarda aynı tepkileri veriyoruz. Mesela bir trafik kazasını ele alalım. Bu kaza bazı ihlal, ihmaller neticesinde fizik kanunlarının gereği olarak gerçekleşir. Bir bakıma şimşeğin çakması için gerekli koşullar oluşmuş ve şimşek çakmıştır. Yani trafik kazası dediğimiz olay tek başına, nötr bir olaydır. Fakat trafik kazası deyince aklınıza ilk gelenleri yazın desem (dilerseniz yazının devamını okumadan önce düşünün) korku, dehşet, panik, acı, sakat kalmak, ölüm, polis, mahkeme, ambulans… gibi olumsuz yaşam olayları aklınıza gelecektir. Elbette olumlu bir yaşantı olduğunu iddia edecek değilim fakat bu çağrışımlar bizim yorumlarımızdan kaynaklanır. Trafik kazasını kötü olarak etiketleriz ve diğer kötü yaşam olayları ve duygular ile arasında bağ kurarız. Olaylar karşındaki yorumlarımız tercihlerimizi etkiler. Mesele geçirmiş olduğumuz trafik kazasından sonra yaşamın anlamını sorgularız ve zaten geçmişte sağlam bir zeminde değilse derin bir keder hissederiz. Mesela geçmişte ölüm gerçeği üzerine düşünmemiş ve kabul etmemişsek, yoğun korku ve kaygı hissederiz. Geçmişte kendimizi suçlu hissetmiş ve bu durum ile uzlaşamamışsak kazada yolcu koltuğunda olsak bile kazanın sorumluluğunu üzerimize alırız. Çünkü bu kaza bizim günahlarımız nedeniyle gerçekleşmiştir.

Biraz daha esnek bakıyorsak, kazanın olduğu ve kayıplarımız ile ilgili sağlıklı üzülebilir, kaybetmediklerimize dair şükür geliştirebiliriz. Kaza ile ilgili tedbirsizlikleri değerlendirip kazanın öğrencisi olabiliriz. Kaza yaşamın değeri, kendi değerimiz, ilişkilerimizin değeri üzerinde düşünmemizi sağlar yaşam kalitemizi arttırabiliriz. Ölümün gerçekliğini “tekrar” fark eder ve yaşam doyumumuzu arttırabiliriz.

Olaylar karşısındaki tercihlerimiz geçmişimizden çok etkilenir. Genelde bize en tanıdık yola saparız ki başımıza kötü şey geleceğini bilsek de ödeyeceğimiz bedeli tanımanın konforu vardır o yolda. Sonu hüsran olursa deriz ki yine olmadı. Bu tercihin bilincinde değilmişiz de “kaderin bir geleceğini “oyunuymuş”tur bu sonuç. Ağlamak da bizim hakkımızdır.

Kısaca sofrada ne yiyeceğimize biz karar veririz. Uzağınızda ya da yakınınızda etrafınızda olan olayları bir tarayın. Toplumuzun salgına karşı verdiği reaksiyon ilk kez yaşanmadı. Sokağa çıkma yasağının olduğu zaman kurallara uyma, yasak kalkınca ise salgın sonlanmışçasına davranma kültürümüze özgü araştırmalarda da ortaya konmuştu geçmişte. İçsel motivasyonu az ve dıştan denetimli bir toplumuz. Bu nedenle bizi virüsten koruması gereken bir “devlet”e ihtiyacımız varken bireysel tedbirlerin ciddiyetini fark edemiyoruz.

Amerika’da olan uzaktan izlediğimiz ırkçılık olaylarına ten rengi biraz daha koyu olan vatandaşın ölümü sebep olmadı. Aslında toplumunun büyük bir çoğunluğu göçmen olan Amerika’da bugün göçmenlere karşı uygulanan ayrımcılığın geçmişte yerlilere uygulandığı tarihi ve sanatsal kaynaklardan görülmektedir. Heybelerimizde ne varsa onu koyuyoruz ortaya. Yani bugün olan dün oldu.

[1] pongratz

[2] Zaman: Beklenen sonuca ulaşmanın, ancak belli davranışların ve/veya olayların gerçekleşmesiyle mümkün olacağına dair bilgi, iç ritim. (Dr. Ivan Kirilov, Stres Sörfü)

Yorum Yapın

Navigate