VATAN SEVGİSİ  “Ölmeye Vatan Yahşi”

Türkçemizde güzel bir atasözü vardır: “Bülbülü altın kafese koymuşlar, ille de vatanım demiş.” demiş de acaba bülbülün vatanı neresidir, hiç düşündünüz mü bunu?

Vakti zamanında padişahın birisi merak etmiş. Demiş ki: “Altın kafesimde beslediğim şu bülbülümü salayım takip edeyim ki, bu derece hasret çektiği vatanın güzelliğine ben de payidar olayım; vatan dediği yer neresi öğreneyim.” Sonra sarayının penceresinden bülbülü salıvermiş. Ardından kendisi de peşine düşmüş. Bülbül uça uça bozkırda çıplak kayalar arasındaki kara dikenliklere konmuş, başlamış şakımaya. Padişah hayretten donakalmış!

Vatan; bozkır da olsa, çöl de olsa, suların bol olduğu güllük gülistanlık yer de olsa, bir milletin özgürce yaşadığı, belirli sınırlara sahip devlet arazisidir. Bütün milletin ortak toprağıdır. Vatan; “Bir milletin üzerinde yaşadığı, tarihi, gelenekleri ve hatıraları ile bağlanıp sevdiği, uğrunda severek ölmeye razı olduğu toprak parçasına verilen isimdir.” Vatan; harem-i ismetimiz, evimiz, çadırımız, toprağımız, anamız, yaşanılan yerimiz ve memleketimizdir.

Türk Milleti olarak dört bin yıllık tarihimiz içerisinde canımızla, kanımızla elde ettiğimiz ve koruduğumuz her yeri vatan yaptık. Asırlarca yaşadık. Devletler kurduk. Adaletle yönettik. Uğruna binlerce şehit verdiğimiz bu toprakların bağrında nice fatihler, hükümdarlar, cihangirler yatıyor. İstiklâl şairi Mehmet Akif Ersoy: “Bastığın yerleri ‘toprak!’ diyerek geçme, tanı! / Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı, / Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı, / Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.” diyor. Bin yıldır Anadolu coğrafyasına Türk’ün mührünü vurarak, kültürümüzle ve medeniyet eserlerimizle donatarak, nakış nakış süsleyerek bu toprakları vatan yaptık. Adını Türkiye koyduk. Bütün medeniyet eserlerimiz vatanımızın tapu senetleridir. Şair, bu gerçeği, “Selimiye, Dolmabahçe Saraylar, / Bu ülkeye, Türk mührünü basarlar, / Kalelerin, destan destan, susarlar, /Sevdan ile sarhoş oldum Türkiye’m! / Aklım aldın, bir hoş oldum Türkiye’m!” dizeleriyle ne güzel anlatıyor.

İsmail Hâmi Danişmend, “Toprağın vatan olabilmesi için mukaddes ve manevi değerler ve tarihle yoğrulmuş olması gerekir.” (1) derken, Hilmi Ziya Ülken de, “İnsanların meydana getirdiği milletler ve bu milletler ile toprak arasındaki ilişki, vatan fikrinin temelini oluşturmaktadır. Kendisini vücuda getiren muhtelif tesirler her ne olursa olsun, milletin dayandığı değiştirilemez esaslı gerçekler olan dil, örf ve âdetler, folklor, gelenek ve hatıralar da bizzat manevî hayatın ve kıymetlerin temelidir. İçtimaî varlık olan millet, devamını, istikrarını ancak onlardan alır. Birçok içtimai öğe değişir; toplum birçok gelişme yaşar; fakat vatan, onların arasında müşterek ve en önemli bir bağ olarak kalır. Vatan, romantik tarih şuurunun çevrileceği, ışık vereceği ve millî kültür denilen şekli kazandıracağı içtimai kuvvet de işte temeli ve sınırları vatan olan bu içtimai şuuraltıdır.” diye belirtiyor. (2)

Prof. Osman Turan ise, “Geçmişten günümüze bilinen Türk devletlerinde, ‘vatan kutsaldır.’ Türk Milleti hem ‘istiklâline’ hem de ‘vatanına’ çok bağlıdır. Türklerin Ötüken’i mübarek (ıduk) saymaları ve (atalardan kalma) yurtlarına bağlı kalmaları vatan şuur ve sevgisinin en güzel örneklerinden birisidir. Eski Türk dinine (Şamaniliği) göre (Türk Tanrısı) nasıl Türk milletinin hamisi idiyse Türk yurtları, hususiyle yüksek dağları, pınarları, suları, ata mezarları ve hatıraları ile de öylece mukaddes ruhların makamı olup bunlar da yurdun koruyucusu idi. Nitekim kitabelerde (Tanrı Umay ve mübarek Yir-sular bizim için onlara (düşmanlara) gaflet verdi. Bu sayede zafer kazandık.’ ifadesi vatan şuurunun mukaddes ruhlara bağlı olarak nasıl teşekkül ettiğini meydana koyan, Anadolu’da ziyaretgâh olan İlk Türk fatihleri ve evliyası da millî ve dinî hatıra ve menkıbeleri ile, asırlarca milletin hafıza ve vicdanında kutsiyet halesi içinde yaşamış ve bu yeni fethedilen yurdu öylece vatan haline getirmiştir. Büyük Hun Devleti hükümdarı Mete’nin ‘Toprak milletin köküdür.’ diyerek onu her kıymetin üstünde tutması da bu duygunun eskiliği, derinliği ve kutsiyeti bakımında tekrara layıktır.” (3) diye ifade ediyor.

Türklerdeki bu vatan sevgisi, “siyasî bağımsızlık” fikri ile birlikte yürümektedir. Türk, yalnızca hür ve bağımsız yaşayabildiği toprakları “vatan” sayar. Türk kültüründe “vatan”, Türk “tuğlarının” veya “al bayrağın” dalgalandığı yerdir. “İslâmiyet öncesindeki Türk’ün bu vatan anlayışı ve sevgisi, İslâmiyet sonrasında kurulan Türk devletlerinde de aynen devam etmiştir. “Vatan sırrının aşkı başkadır. O, İslam’ın, peygamberin buyruğudur: Hubbul-Vatan min el-İman! Diye seslenmiştir. Vatan aşkı imandandır. Şairler en güzel hisli sözlerini güle, değil, vatana söylemişlerdir.” (4)

“Vatan sıhhate benzer, değeri kaybedilince anlaşılır.” diyen Süleyman Nazif: “Dedem koynunda yattıkça benimsin ey güzel toprak, / Neler yapmış bu millet, en yakın tarihe bir sor bak.” derken,  bunu kastetmiyor mu? Bu şartlarda “Bu vatan kimin?” sorusuna verilecek en güzel cevap “Vatan uğrunda canını, malını çekinmeden ortaya koyanlarındır.” Orhan Şefik Gökyay’ın ifadesiyle de “Her taşı bir yakut olan bu vatan, / Can verme sırrına erenlerindir.”

“Tarihe baktığımızda vatanlarına bağlı olan milletlerin hayatlarını devam ettirdiklerini, vatanlarını kaybeden milletlerin ise tarih sahnesinden silindiklerini görürüz. Günümüzde bile milletlerin belli bir toprak parçasını ellerinde bulundurmaları, onların dünyadaki siyasî teşkilatlanmalarına kabulüne, söz sahibi olmalarına, şahsiyet kazanmalarına ve belli bir kimliğe sahip olmalarına sebep olmaktadır. Vatan sevgisi, kişinin canını sevmesinden daha önce gelmektedir. Çünkü insanlar vatanlarına karşı bir tecavüz söz konusu olduğunda, canlarını feda ederek onu savunmaya gayret göstermektedirler. Bu ruhun altında yatan, kişinin gelecek nesillere kendi ölümüne rağmen, bir vatan bırakma arzusu yatmaktadır.”

Bütün bunlardan anlaşıldığına göre, vatanı sevmek, onu her şeyimizle savunmak ve gerektiğinde seve seve onun uğrunda canımızı feda etmek, kutsal bir görevdir. Vatan uğrunda can feda etmeye karşılık İslâm dini manevî bir rütbe vermektedir. O rütbe de şehitlik rütbesidir. Şehitlik mertebesine erişebilmek için, tarih boyunca insanlar seve seve vatanları uğruna canlarını feda etmişlerdir. Bu mertebeye ulaşmak pahasına şanlı tarihimizde sayısız kahramanlık destanları yazılmıştır. Analar oğullarını cephelere “Ya şehit ol, ya gazi.” diyerek göndermişlerdir.

“Büyük Hun İmparatoru Mete Han’ın doğu sınırındaki düşmanı Tunguz hükümdarı, Mete Han’ın gücünü ölçmek -belki de savaş nedeni bulmak- için elçi göndererek Mete’den ünlü bir atını isterler. Mete Kurultayı toplar ve devlet büyüklerine sorar. Herkes bu soruya atın verilemeyeceği cevabını kesin olarak bildirir. Ancak, Mete (yine belki de zaman kazanmak için) gelen elçiye atını verip gönderir. Az sonra yine komşu Tunguzların elçisi gelir ve Mete’nin bir cariyesini ister. Mete, devlet erkânının büyük kızgınlığına sebep olmasına rağmen cariyesini de elçiye verip gönderir. Tunguzların elçisi, üçüncü kere gelir, küçük bir çöl parçasını ister. Mete yine kurultayı toplar. Devletin ileri gelenlerinden bazıları, bu değersiz toprak parçasının düşmana verilmesinden yana olur. Bunun üzerine Mete Han, gürleyip, şöyle der: “At ve kadın benim malımdır. Onun için verdim. Ancak toprak devletin malıdır. Toprağı hiç kimse başkasına veremez! Toprak milletimin köküdür, onu nasıl verebilirim?” Bu sözleriyle, vatan şuuru ve sevgisini en güzel şekilde dile getirmiyor mu?

Çanakkale’de Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanı İngiliz General Hamilton “Türklerden başka dini ve vatanı uğruna canını vermeye hazır asker yoktur.” derken hakkı teslim etmiyor mu? “Yurt toprağı! Her şey sana feda olsun, kutlu olan sensin.” diyen Atatürk doğru söylemiyor mu? “Kılıçla alınan vatan para ile satılmaz.” diyen II. Abdülhamid, vatanın, “haremi ismet” olduğunu vurgulamıyor mu? Vatan şairi Bahtiyar Vahapzade “Azizim vatan yahşi / Giymeye keten yahşi / Gezmeye gurbet ülke / Ölmeye vatan yahşi” derken II. Abdülhamid’in sözünü doğrulamıyor mu? Türk Milleti’ni iyi tanıyan Albert Einstein, “Türk askeri cesurdur. Anavatanını sever ve onun için gerekirse çekinmeden canını feda eder.” der. Vatan haremi ismetimizdir. Onun korunması gerekir. Dünya tarihinde Türk Milleti kadar vatanı için canını veren bir başka millet yoktur. İnsanı bu derece vatana bağlayan, bir kuru güzellik değil, vatan kavramının cazibesidir.

  1. yüzyılın ilk çeyreğinde millet düşmanlarının gözü hâlâ vatanımız üzerinde. Millet olarak daima uyanık ve güçlü olmamız gerekir. Atatürk’ün şu veciz sözlerini asla unutmayalım: “Bu vatan tarihte Türk’tü, halde Türk’tür ve ebediyen Türk olarak yaşayacaktır.” Allah, aziz milletimizi ve vatanımızı korusun. Sözlerimi, Arif Nihat Asya’nın bir dizeleriyle bitiriyorum: “Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız / Ve vatansız bırakma Allah’ım!”

 

Kaynakça:

  1. Türklük Meseleleri, İstanbul Kitabevi, 1983, s.196.
  2. Millet ve Tarih Şuuru, 2.bs., İstanbul, Dergâh Yayınları, 1976, s.221.

3.Prof Osman Turan Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi s. 88

  1. H. AhmedSchmıede TDV Zulmette Vatan Duyguları s.8

Yorum Yapın

Navigate