“Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden” bilmeyenlere pek anlamlı gelmeyen bu mısra Türk tarihinin şanlı bir sayfasının İstanbul’un Fethi’nin hatırlatıldığı bir zafer marşının sözleridir aslında. Aşiretten devlete uzanan çizgide kazanılan bu zafer üç kıtaya hükmeden Pek yüce, pek şerefli ve pek yüksek bir devletin müjdesini veriyordu.
Bu yeni Türk devletin adı (Saltanat-ı Âlem Penah, Saltanat-ı Adalet-i Unvan, Devlet-i Muazzama, Devlet-i Ebed Müddet, Devlet-i Âliye) idi. “ Bu devlet sayesinde ne dini ne de kökeni sebebiyle kimse korkmak zorunda değildi; Alışkanlıklara ve geleneklere dokunulmuyordu.” Bu fetihle gölgesine âlemin sığınacağı bir saltanat oluşturulmuştu.
Egemen olduğu geniş topraklar üzerinde, idareleri altına aldıkları yerli unsurların din ve vicdan hürriyetine müdahale edilmedi. Onlar her türlü baskıdan da kurtarıldı. Yirmi farklı etnik gruptan dört ayrı din mensubu yönetildi. Birlik ve beraberliği tarihi boyunca uyguladığı hoşgörü ve adaletle sağladı. Başka din, dil ve milletlere karşı hep saygı duydu. İslâm dinindeki Zımmî hukuku çerçevesinde bütün milletleri himayesine alarak yeni bir millet sistemi oluşturdu. Tarihe (Osmanlı Barışı) olarak geçen bir dönemi yazdırdı.
Bizans’ın tarihe karışması gerekirdi!
Bu zaferle Avrupa’nın doğudaki en son kalesi yüzyıllara meydan okuyan muhteşem surlarına rağmen tarihe karışıyordu. Karışması gerekirdi de. Zira Bizans İmparatorluğu Avrupalı devletlere Haçlı Seferleri düzenleterek binlerce Türk ve Müslümanı katlettirmişti. Fatih Sultan Mehmet’e kadar Türkleri Rumeli ve Anadolu’dan atmak için Fransız, Germen, Macar ve Ulahları Tuna’dan gemilerle geçirerek üzerimize saldırtmıştı. Yıldırım Bayezid’in İstanbul’u kuşatması sırasında Timur’u üzerimize kışkırttırmıştı. Karaman Beyliğini devamlı Osmanlının üzerine salmış, bazı Osmanlı Şehzadelerini destekleyip fitne çıkartarak Müslümanları bir birine kırdırmış, Avrupa’nın sırtlanlarını sürekli üzerimize göndermişti.
Bizans kendi varlığını koruyabilmek için kendi dindaşlarına bile zulmetmiş, ahlaksızlık arttıkça artmış, adalet kalmamıştır. “Bizanslılar para ile satılır, hilekâr, hain ve adileşmiş insanlardı. İmparatorluğun sarayında Türkler hesabına devletine ihanet eden yüksek memurlar da vardı.” Bizanslılar “Bir Ortodoks ve Rus yazarı aralarındaki mezhep birliğine ve kültür yakınlığına rağmen, Türklerin bahşettiği din hürriyeti ve adalet dolayısıyla İstanbul’un Sultan Mehmet’in âdil eline geçmesini ilahi bir emir saymıştı. Slavların çoğu da Türklere değil hâlâ Bizanslılara düşman gözüyle bakıyorlardı.”(1)
Katoliklerle birleşip Avrupa dan yardım almak isteyen Bizans ileri gelenlerine karşı da Papazlar ve halk “İstanbul’da Latin külahı görmektense, Türk sarığı görmeyi tercih ederiz.” diyorlardı. Çünkü Latinlerin İstanbul’u yüz yıla yakın işgalleri sırasında yakıp yıktıklarını, halkı soyduklarını, şehri talan ettiklerini ve her türlü tecavüzleri yaptıklarını gördükleri gibi, Bizans tekfurlarının ağır baskılarından bıkmışlardı. Başta kendileri olmak üzere Slav milletlerini de derebeylerinin sömürüsünden, Türklerin kurtardıklarını iyi biliyorlardı. İşte bu sebepledir ki, Ertuğrul Bey ve oğlu Osman Beyden beri, gerek Anadolu’da, gerekse Rumeli’de gayri Müslümlere Türklerin adaletli ve dürüst davranışları halkın sevgi ve sempati duymalarını sağlamıştı.
Fatih’in Sarsılmaz İradesi
Henüz yirmi bir yaşında hükümdar olan Sultan Mehmet kendisine “Fatih” sıfatını kazandıracak olan bu fetihle tüm İslam dünyasının en büyük hayalini de gerçekleştirmiş bulunuyordu. Sultan Mehmet; İstanbul’u fethetmek Hazreti Peygamberin “İstanbul’u fetheden komutan ne güzel komutan. İstanbul’u fetheden asker ne güzel asker” müjdesine mazhar bir cihangir olma idealiyle tutuşuyor ve bu azim meselenin derhal halline çalışıyordu. Bu nedenlerle çağın ilk büyük ateşli silahlar ve toplar ile orduyu dayanılmaz bir güç haline getirdi. Muhasara makinaları ve seyyar kuleler yaptırdı. Güçlü bir ordu oluşturdu. Rumeli Hisarını yaptırarak Bizans’a Karadeniz den gelecek yardımı engelledi. Avrupa dan kara yoluyla gelecek yol güzergâhlarını kontrol altına aldı.
Sultan Mehmet’in, Bizans İmparatorunun Rumeli Hisarı’nın inşasına engel olmak üzere gönderdiği elçilere “ Benim kudretimin erişeceği şeyler, benden öncekilerin hayal ufkuna bile değmemiştir.” demesi bile, projelerini gerçekleştirme konusunda çok inatçı, her işte cüretkâr ve atılgan, kendine güveni ve inancının tam olduğunu gösterir. Muhasaranın kaldırılmasını ve vergi vermeyi kabul eden imparatorun elçilerine “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni.” diye cevap veriyordu. O gemileri karadan yüzdürmeyi düşünecek kadar üstün ve yetenekli komutandı. Dahası; “ Dünya tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul’da cihanın payitahtı olmalıdır” düşüncesine sahip, hedefini büyük tutan bir kılıç adamı ve hükümdardı. ”Aynı zamanda bir fikir, gönül ve mâna insanıydı. Avni takma adıyla şiirler yazıyordu. Altı kadar yabancı dil biliyordu. Matematikte, fizikte, mekanikte üstünlüğünü ispatlamıştı. Söz gelişi İstanbul muhasarasında kullanılan havan toplarının balistik hesap ve planını bizzat kendisi hazırlamıştı. Kuşatma için İstanbul önlerine çekilen topların güzergâhını da kendisi tayin etmişti. Kısaca Fatih her yönüyle, komple bir insandı.” (2)
Bu hükümdar ki; oyunda oynaşta olmayan, gönüllerde başta olan, gündelik işlerle telaşta olmayan, kendiyle savaşmayan, vatan, millet, din ve devlet için canını ve varını ortaya koyan, ümidini hep diri tutan bir fetih toplumuna da sahipti.
Fethin Sırrı
Sadece surlarına ve Avrupa’dan gelecek yardımlara güvenen Bizanslılar, Sultan Mehmet’in 21-23 Nisan gecesi 70 parça gemiden oluşan Osmanlı donanmasını kazıklar üzerinde çektirerek Galata sırtlarından Kasımpaşa’ya Haliç’e indirdiğini görünce sukutu hayale uğramış maneviyatları tümden bozulmuştur. Bu olay Türk ve dünya tarihin de önemli bir yer tutar.
“Karadan ve denizden bu şehrin dışarıyla olan irtibatını tamamen kesmiş bulunuyoruz. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki, şehrin elimizden kurtulmasına imkân ve ihtimal yoktur. Buna bütün kanaati vicdaniyem ile inanıyorum.” diyen Fatih Sultan Mehmet son hücum emrini verdi. Hazreti peygamberin cennetle müjdelediği gazilerin heyecanı Sultan Mehmet’in ve hocalarının tebliğleri ve “Allah’ım sana layık olmaya çalışıyorum” duaları ile 29 Mayıs 1453 gecesi denizden ve karadan top atışları ve askerlerin Allah ve Muhammet nidaları ile surlar yarılmış gaziler Tekbir ve Tehlil sesleri ile şafak vakti şehre girmişlerdi. Hak batıla galip gelmişti. Bu zafer akıl, hikmet ve imanın önderliği ile ulaşabilen bir zaferdi. Bu zafer yaşadığı çağa ruh kazandırmaya kendini adayanların zaferiydi.
Yeni Çağın Getirdikleri
Fethin hemen ardından Fatih’in halkın can ve mal güvenliğinin sağlanması, insanlara inanç özgürlüğünün verilmesi ve Türk hoş görüşünün güzel örneklerinden biri olmuştur. “Latinlerin istilasından sonra gittikçe harabeye dönen, nüfusu her geçen gün azalan şehir ahlaki ve manevi yönüyle de ölmüştü.” Bu sebeple fetih şehre hayat ve medeniyet getirmiştir. Akl-ı selim, kalb-i selim, zevk-i selim insanlar sayesinde Türk İslam medeniyeti ve ülküsü, yüksek ahlak ve nizamının da merkezi olmuştur.
Fetih ile yeni bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmış, köklü medeniyetimiz insanlık tarihine damgasını vurmuştur. “ Doğu Roma İmparatorluğunun, yani Bizans’ın tasfiyesi, yeryüzüne yeni bir biçim verdi. Ortaçağın kapıları kapandı ve Yeniçağın nurlu kapısı açıldı. Bu çağ, aklın, ilmin, hürriyetin ve gerçek demokrasinin çağıdır.” İlber Ortaylı’nın deyişiyle “İstanbul’un fethi büyük bir olaydır. Bu sadece Türklerin milliyetçi tarih şuuru açısından dolayı böyle değerlendirilen bir olay değildir. Maalesef üzerinde yeteri kadar durulmuyor. İstanbul’un fethi ateşli silahların ve modern askeri tekniklerin kullanıldığı Rönesans tipi bir savaşın doruğundaki bir olaydır.”(3)
Fatih Sultan Mehmet yaşadığı çağa göre İslam’ı mükemmel bir şekilde yorumlayan bir Rönesans hükümdarıdır. “Aynı zamanda Prof. Dr. Halil İnalcık hocamızın ifadesiyle “Osmanlı imparatorluğunun gerçek kurucusudur.” (4) Kendi adıyla anılan Kanûn-Name’si ile de devlet teşkilatında önemli bir hamle yapmıştır. Asırlarca yaşayacak olan birçok devlet müessesesi, Fatih devrinde ve onun himmetiyle kurulmuştur. Devrinde ilim ve sanatın hızla yükselmesi mümkün olmuştur. İstanbul’un fethi ve yaptığı akıl almaz işlerle Türk milletini yüzyıllarca sürecek refah ve mutluluğunu hazırlamış, gelecek nesiller tarafından saygıyla anılmıştır.
Yeni Bir Türk İslam Rönesansına Muhtacız
İstanbul’un fethi tarihin en önemli olaylarından biridir. Türk ve Dünya tarihi için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Bu fetih yüzyıllara damgasını vuran Türklüğün önlenemez yükselişidir. Fetih ile sadece şehir değil, gönüller de fethedilmiştir. Yaşadığımız çağda yeni fetihlere ve Fatihlere ihtiyacımız var. Türk milleti ve İslam âlemi olarak yeni bir Türk İslam Rönesans’ına muhtacız.. Bu da ancak “büyüyen, gelişen, zengin, mutlu, muktedir ve insanlığın yeni barış medeniyeti İslam Rönesans’ını yöneten” “Muhteşem Türkiye Projesi’ni” millet olarak gerçekleştirmekle mümkün olur. Rabbim aziz milletimize varlık ve beka yolunda siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel zaferler ve Rönesanslar nasip etsin. Şunu asla unutmayalım ki, “Tarih yalnız geçmişin kahramanlıklarıyla övünmek değil, tarih; ibret alarak geleceğe yol almaktır.”
“Bir gün gemiler dağlara tırmandı denizden
Kudret ve zafer bizlere miras dedemizden”
Kaynakça:
- Dr. Osman Turan Türk Cihan Hâkimiyeti Tarihi S. 52-53
- Ziya Tütüncü Fatih Sultan Mehmet Türk Büyükleri Neşriyatı S.5-6
- İlber Ortaylı, Osmanlı’yı Yeniden Keşfetmek, s. 62
- Nıcolae Jorga Fatih Sultan Mehmet Yeditepe yayınları S.13