TANZİMAT’TAN CUMHURİYETE FİKRİ TARTIŞMALAR

Osmanlı; 1770 Yılında Rusların Çeşme baskını ile donanmasını kaybetmiş, 1774 tarihinde en ağır mağlubiyeti tadarak Küçük Kaynarca Anlaşmasını imzalamış, 1820 yılında Mora Yarım adasındaki 40.000 Türkün Rumlar tarafından şehit edilmesine müdahale edememiş, Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımak zorunda kalmış, 1826 yılında önemli bir kırılma yaşamış, Yeniçeri ocağı kaldırılmış, 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda Ruslar batıda Edirne’yi geçmiş, İstanbul’a yaklaşmıştı. Doğuda ise Erzurum’u işgal etmiş, yapılan anlaşmanın ağırlığı altında ezilmiş bir devlet durumundaydı.

Bu durumu askeri bürokratlar başta olmak üzere, cephe hattında fiilen çarpışanlar ile diğer bazı devlet ricali ve bazı düşünürler artık git gide gerilemenin ve ardı arkası kesilmeyen mağlubiyetlerin sebeplerini ağır ağır sorgulamaya başlamışlardı.

Buna karşı Dünya değişmekte, batıdaki felsefik yaklaşım, bilimsel ve teknik gelişmeler, sanayileşmenin önünü açmaktadır. Fen bilimleri kiliselerden neşet etmekte, Genetik Biliminin kurucusu Papaz Mendel kilise bahçesinde çaprazlama deneyler yapmakta, Darvin türlerin kökenini irdelemekte, Fransız Pozitivizmi ile Alman İdealizmi ortalığı kasıp kavurmakta, Avrupa en uzun yüzyılını yaşamaktadır.

Buna karşın, Osmanlı Medreselerinin uleması, medreselerden matematik, fizik, kimya, astronomi ilimlerini kovmakta, tarih ve coğrafya gibi ilimlerin Türkçe yazılıp okutulmasına bile karşı çıkmaktaydı. Yıkılışa çare bulması gereken alimlerin dünya gerçeklerinden -ne yazık ki- haberleri yoktu. Fikirlerin alim ulema arasında tartışılıp Devlet-i Aliye’nin düzlüğe çıkarılması konusunda hiç bir müderristen çıkan çözüm yolu yoktu. Sadece düşmanla cephe hattında karşılaşan askeri bürokratlar durumun farkına varmaya çalışmakta ve bu gidişe dur demek adına fikirler üretme çabasındadır.                                             1773 yılında Deniz Harp Okulu, 1827 yılında Askeri Tıbbiye, 1834 yılında Harbiye mektepleri kapılarını öğrencilerine açarken Ruslar Kafkaslardan ve Balkanlardan aşağı sarkarak devlet için çok büyük tehditler oluşturmakta, Mısır valisi Mehmet Ali Paşa Osmanlı ordusunu yenmiş, İstanbul’a yürümekteydi.   Nihayet 1839 yılında Mustafa Reşit Paşa bu ortamda kurtuluş reçetesi diye ‘Tanzimat Fermanı’nı açıkladı. Ancak Tanzimat Fermanı, bu kurtuluşu sağlamakta umulan neticeyi vermekten uzak hatta ülke içinde yeni kargaşalara da sebep olacak sorunlar doğurmuştu.  Tanzimat fermanından sonra 1856 yılında Islahat Fermanı ilan edilmiş ve o dahi umulan neticeyi sağlayamamıştı.

Bu gelişen ve değişen sosyal, kültürel, askeri ve ekonomik değişmeler devam ederek günümüze kadar gelen tartışmalara; ‘Türk Modernleşmesi’ adı verilmekte, tezler bunun üzerine inşa edilmektedir. Bu modernleşme fikri (eskilerin deyimiyle asrileşme), ne yazık ki halktan değil, sadece batı ile karşılaşan, savaşan, yenilen, toprak ve insan kaybeden ama batı yönündeki çarpıcı gerçeği daha iyi görebilen Osmanlı askerlerinden ve münevverlerinden geliyordu. Bu değişime sebep; 1071’den 1571 tarihine kadar süren ‘Türkler Yenilmez’ inancının, İnebahtı yenilgisiyle sarsılmış olmasıydı.  Bu tarihten sonra batıda artık ‘Türkler Mağlup edilebilirmiş’ algısı oluşmaya başlamıştır. Bu asırlarda batı; sanatta, felsefede ve dinde geliştirdiği rönesans ve reform hareketleriyle epey yol almış, artık üretim araçları merkantile olmuş, güç ve üretim merkezi üstünlüğü batıya kaymıştı.

Osmanlı kalemiyesi (bürokrasi), aleyhlerinde gelişen güç dengesini yakalayabilmek , mağlubiyetleri durdurmak için adına ister modernleşme, ister asrileşme deyin fikri değişimi zorunlu olarak başlatmış, bu etki Osmanlıdan Cumhuriyet aydınlarına sirayet etmişti.

Tanzimatçılar, Yeni Osmanlılar, Jön Türkler, İttihatçılar modernleşme tabirini kullanmamış, bunun yerine ıslahat, reform kavramlarını kullanmayı tercih etmişlerdi.

Tanzimatçılar

Gerilemeyi hisseden Tanzimatçılar, Osmanlı toplumunu batı toplumuna dönüştürmeyi düşünmediler. Bunun yerine askeri ve idari ıslahatlar ile batı ile aralarının açılmasına sebep olan güç dengesinin bu yolla kapatılacağını hayal ettiler. Mustafa Reşit Paşa, Ali ve Fuat Paşalar batıyı fiziki bir güç olarak algılamış, bunun arkasındaki bilim ve teknolojideki ileriliğin arka plandaki derin düşüncelerin varlığını kavrayamamışlardı. Halbuki bilim, teknoloji ve kurumlar derin düşünce, felsefi derinlik, dünyayı zapt etme isteği bunu tetiklemiş, dahası  bununla sömürgeciliğe motive olmuşlardı.

Yeni Osmanlılar

1860’larda ortaya çıkan Tanzimat’ı değil, uygulama biçimlerini eleştiren Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Ali Suavi, Agâh Efendi, Ebüzziya Tevfik gibi dönemin münevverleri tarafından oluşturulan  bir yapıdır. Namık Kemal Tanzimat düzenlemelerini eleştirirken taklitçiliğin doğru olmadığını ortaya koyarak, batıya benzemek, batıyı memnun etmekle güç dengesinin sağlanamayacağını  beyan etmişti. Ona göre sorun, keyfi yönetimden yasal yönetime geçilerek çözülebilirdi. Anlaşılan; Danıştay, Sayıştay, Yargıtay gibi temel devlet kurumlarının kurulması böyle bir düşüncenin ürünüydü. Bu istekler temel hak ve hürriyetlerin güvencesi, devlet harcamalarının denetlenebilmesi, hukukun uygulanabilmesi için şartların oluşturulmasıydı. Muhafazakar ve sentezcilerden olan Şinasi ise başka fikirlerin peşindeydi. Ona göre iş medeniyet meselesiydi. İşin temelinde akıl ve aklın kullanılması ön plana çıkmalıydı.

Jön Türkler

1877-78 Osmanlı-Rus harbi devlet içinde ciddi kırılmalara sebep olmuş, batıdan alınan borç paralar ödenemeyince ‘Duyun-i Umumiye’  ülkeyi iktisaden sömürgeye dönüştürdükleri bir dönemde II. Abdülhamit’in, dağılmaya karşı çare üretmesi gerekirken, kendi içinde parçalanma hesaplarına düşen Meclisi Mebusan’ı kapatması, gelişen baskıcı  yönetim uygulamaları bu akımın doğmasına neden olmuştu. Muhtelif guruplardan oluşmuş, fikirleri aynı olmayan insanların ortak noktası istibdada son vermek ve hürriyetçi bir düşünme biçimini ortaya koymaktı. Bu gurupların ortak tarafı Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi’nin hürriyetçi fikirlerini benimsemiş olmalarıdır.

Bunlardan Ahmet Rıza Pozitivist, Mizancı Murat İslamcı, Abdullah Cevdet Biyolojik Materyalist, Malümyan Efendi Ermeni Komitacısı, Yusuf Akçura Türk Milliyetçisi idi.  Görüldüğü gibi Jön Türkler homojen değil heterojen bir yapıdaydı.

Jön Türklerin temel arzuları Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünü korumak, geri kalmışlık çemberini kırmak, batı karşısında duyulan aşağılık duygusundan bir an önce kurtulmaktı. 1876 Anayasasını kabul etmek, gelişmekte olan milliyetçi akımları dizginlemek, parlamentoyu etkin hale getirmek, insanları Osmanlı vatanı ve vatandaşlığı etrafında toplamak şeklinde özetlenebilirdi. Çünkü Fransız İhtilalı’nın getirdiği uluslaşma süreci devleti ve aydınları ciddi olarak etkilemişti. Avrupa’da sanayi hızla gelişmekte, fabrikalarda üretilen ürünler piyasaları ele geçirmekte, geleneksel tezgâhların yok olması ile neticeleniyordu.(Örneğin: İngiliz kumaşları Doğu Anadolu’ya gelmeden önce  Erzurum ve ilçelerinde 13.000 tezgâh varken  bu rakam kısa sürede 3.000’lere düşmüştü) Bu durum ekonomik geri kalmışlığı artırıyordu. Acı olan aydınlar bu geri kalmışlıktan kurtulmak için çaba sarf ediyor fakat ortak bir çözüm önerisi sunamıyordu.

Jön Türkler batılılaşmanın zaruret olduğunu kabul ediyorken itiraz ettikleri mesele batı uygarlığını oluşturan sebepler ve modernleşmenin kapsamı ve metodu konusundaydı. Ayrıca hiç bir Jön Türk’ün ıslah fikri diğerine uymuyordu. Yani ne kadar Jön Türk varsa o kadarda çözüm fikri vardı.

Muhafazakâr Kalıp Modernleşmeyi Savunanlar

Bunlara göre imparatorluğun çöküşü İslam dininden kaynaklanmadığı gibi engel de değildi. Batıyı üstün eden elemanlar İslamın aslında vardı. Hakiki İslam’a dönmekle bu gerilikle mücadele edecek anlayışı muhafazakarlar savunuyordu. Gelişmenin olması batının maddiyatı, İslam’ın maneviyatının sentez edilmesi sonucunda sağlanacaktı. Bu eğitimle sağlanacak, böylece batının bilim ve teknolojisi alınarak çözülecekti. Devlet idaresindeki asalak memurlar yerine verimli çalışacak memurlar getirilecekti. Hukuk devleti, kanunlar önünde eşitlik, basın özgürlüğü, Osmanlı tebaası için genel af, seçimle gelen mebuslar meclisine karşı sorumlu hükümet anlayışı muhafazakar aydınların istekleriydi.

Radikaller

Sürgünler nedeniyle batıya giden, Paris’i ve diğer şehirleri kendilerine sığınak yapan, okumaya giden kesimin batının aydınlanmasına sebep olan temel elemanlarını ve düşünsel farkını keşfetmeleri sonucunda etkilenerek körü körüne taklit fikrine saplandılar. Bu onları bir düzen fikrine taşıdı. Bunlara göre geriliğin sebebi gelenek ve din idi. Batıyı güçlü hale getiren akıl ve bilimdi. Tıbbiyeliler ve mülkiyeliler bu radikal fikirlerin savunucusu oldular. Pozitivizm ve materyalizimden çok etkilendiler. İslam’a değil bilime itibar edilmesi gerektiğini savundular.

Liberaller

Batıya özellikle Paris’e gidenler gördükleri, duydukları  fikir olarak etkilendikleri şekle göre devletin kurtuluşunun gerçekleşmesi konusunda  farklı fikirleri ileri sürerken Prens Sebahattin ve Ali Rıza arasında bir çekişme başlıyordu. Başlangıçta kişisel olan tartışma ilerleyen zamanlarda ideolojik bir yapıya dönüştü.Prens Sebahattin’in Paris’te görüştüğü kişiler, İngiliz sanayileşmesinin arkasındaki itici düşünce  biçimi Angola-Sakson’ların başarısı dikkate alınarak “kalkınma kolektivist anlayışı gerektirir” fikrini güçlendirdi. Bu sorunun siyasi değil toplumsal bir anlayışı ortaya çıkardı. Cemaatçi anlayıştan çıkıp bireysel sorumluluğu üstlenmenin gerekliliğini önceledi. Bunun olabilmesi “Adem-i Merkezi”(Merkezin yokluğu, hiçliği, yerel yönetimin güçlenmesi) bir yapının olmasını gerekli kılıyordu. Prens Sebahattin; “Bizi hür edecek kanunlar, ne ricali devlet, ne de harici politikalardır. Kendi say-i şahsimizdir”. Kurtuluş ancak adem-i Merkeziyetçi anlayışın topluma hakim olmasıyla mümkündür.

Osmanlıcılık

Osmanlıcılık ideolojisi dini değil, coğrafi kökenlere göre tebaayı sınıflandırıyor, böylece oluşacak yeni yapı birlik sağlayacağı fikrini öngörüyordu. II. Abdülhamit’in dine bakışı politikti. Önceki padişahları Hilafet makamını kullanmadıkları için suçluyordu. Kendisine göre Hilafet Kurumunun gücünü artırmak için gereken her şey yapılmalıydı. Panislamizm fikrinin önde gelen savunucularından Cemaleddin Efgani’ye mesafeli davranmıştı. Abdülhamit yaklaşan tehlikelere karşı “devletin kendi haline kalması” da tehlikeye sebep olabilirdi. Konuşulan, yazılan Türkçenin aralarındaki fark kaldırılarak, ilim ve edebiyat dili haline getirilmesi, Türkçenin tüm devlet kurumlarında resmi dil olması bu döneme tekabül ediyordu. Anayasanın 18 maddesi açıkça bunu ifade ediyor olması asırlar sonra bir hakikati ortaya çıkarmıştı.

Türkçülük

Bu dönemde aydınlar siyasette devletçi, eğitimde batılı, sözde ve yazıda Türkçü, ahlakta insancıldı. Namık Kemal Türkçede, yenilikçi, siyasette Panislamcı idi. Yeni Osmanlılar Tanzimatın uygulayıcısı Reşit Paşadan sonra yerine geçen Mehmed Emin Ali ve Keçecizade Fuat Paşalara başkaldırı hareketine dönüşüp Ali ve Fuat Paşaların Avrupa’yı taklit etme fikirlerinin doğru olmadığını, taklitçilikle bir yere varılamayacağını ifade ettiler.

İslamcılık

Bu dönemdeki İslamcıların önderleri arasında Ahmet Cevdet Paşa, Şirvanzade Rüştü Paşa sayabiliriz. Bunlar İslamı savundular. Hata ve kusurun İslam’da olmadığını aksine uygulayıcıların yanlış yaptığı tezini ifade ettiler. II. Abdülhamit Han ise islamcılık hareketini hem iç, hem dış politika uygulamalarında kullanması önemliydi. Bu konuda Şeyh Ebulhuda gibi tarikat önderlerini kullanırken İmam-ı Gazalinin eserlerini tercüme ettirerek etkilerinden faydalanma cihetine gitmişti.

Dil, Alfabe ve Türkçenin Eğitim Dili olması Tartışmaları:

1820 yılından başlayarak medreselerde Arapça, Farsça ile eğitimin yapılmasına karşılık Türkçe devre dışıydı. Askeri okulların ve Harbiye’nin kurulması ile bunlara Fransızca ilave edilmiş, misyoner okulları açtıkları okullarda kendi dillerini ve azınlık dillerini ortaya çıkarmış, insanlar arasında ciddi ayrışmalara gidilmişti. Bu şartlar altında Osmanlı münevverleri dil konusunu tartışmaya başlamış, Türkçenin mekteplerde okutulması fikri ortaya çıkmıştı. Arapça’nın ve Farsça’nın medreselerde okutulması ancak Arap alfabesinin yazılmasında bu dönemde yeni tartışmalar başlamış, alfabenin ıslahı ilerleyen yıllarda değiştirilmesi fikrini de özellikle 1890’laran sonra ortaya çıkarmıştı. Dilciler ciddi ciddi bu konuyu tartışıyor, Birinci Dünya Savaşında Enver Paşa’nın getirdiği yeni alfabe askeriyede kullanılıyordu. Bu yapılan çalışma ciddi sorunlar oluşturunca batı cephelerindeki telgraflar latin alfabesiyle yapılır olmuştu.

Sonuç olarak 19. yüzyıl aşıları, tartışmaları, sürgünleri ve yeni fikirleri üzerinde barındırmış, Yusuf Açura’nın “Üç Tarz-ı Siyaset” tezinde, Ziya Gökalp’ın “Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak” tezlerini ortaya çıkarmış, Mehmet Akif Ersoy, Said Halim Paşa gibi Osmanlı aydınlarının çabaları kurtarılmak istenen Devleti Aliyeye yetmemiş, Prof. Dr. Fahrettin Kırzioğlunun ifadesiyle 30 Ekim 1918 Mondros mütarekesi ile fiilen, 1 Kasım 1922’de de saltanatın kaldırılmasıyla resmen tarihe karışmıştı. Cumhuriyet aydınları Osmanlının yüz yıllık fikir kavgalarının, tartışmalarının, üretilen çözümlerin üzerinde değişimleri inşa ediyordular.

Kaynakça

Ebüzziya Tevfik, Yeni Osmanlılar Tarihi, Cilt: 1-2, Kervan yayınları, İstanbul, 1973.

Enver Ziya Karal, Tanzimat’tan Sonra Türk Dili Sorunu, Tanzimat’tan Cumhuriyete  Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:2 İletişim Yayınları, İstanbul.

Mümtaz Turhan, Garplılaşmanın Neresindeyiz, Altınordu Yayınları, Ankara, 2016.

İlyas Söğütlü, Jön Türk Düşüncesinde Modernlik ve Modernleşme, Doğu Batı Sayı.54, Ankara 2010.

Orhan Koloğlu, Osmanlıdan Türkçeye Okuryazarlığımız, İstanbul, 2015.

İbrahim Caner Türk,Osmanlı Devleti Süreli Yayınlarında maarif, Arı Sanat, İstanbul, 2014.

Said Halim Paşa, Buhranlarımız, Tercüman  1001 Temel Eser, İstanbul, 1980.

Şerif Mardin, 19.yy’da Düşünce Akımları ve Osmanlı Devleti, Tanzimat’tan Cumhuriyete  Türkiye Ansiklopedisi, Cilt:2 İletişim Yayınları, İstanbul.

Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi- Makaleler, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018.

Namık Kemal,Renan Müdafaanamesi,Kültür Bakanlığı Yayınları,Hazırlayan Abdurrahman Küçük,  İstanbul, 1988.

Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Kilit Yayınları, Ankara, 2012.

Ziya Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak, Akvaryum Yayınevi, İstanbul, 2005.

Birlik Araştırma Gurubu, Tarihe Vurulan Pranga: Batılılaşma Paradigması, İstanbul, 1998.

 

Yorum Yapın

Navigate