KAPATILMA DAVASI VE SAĞDUYU ÇAĞRISI

 

Bayrak Dergisi 1246

Bir süre önce AKP’nin kapatılması ve Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da aralarında bulunduğu bir kısım AKP yöneticisinin cezalandırılması ve siyaset yasağı getirilmesi Başsavcı tarafından istenmişti. Anayasa Mahkemesi’ne sunulan savcılık iddianamesi 1 Nisan Pazartesi günü kabul edilmiş bulunuyor. Tabi mahkemenin bu kabulü şimdilik sadece usul ve şekil açısındandır. Yani Anayasa Mahkemesi savcılık iddianamesini usul ve şekil bakımından incelenmeğe değer bulmuş durumda…

Bundan sonra ise yüksek mahkeme iddiaları esas bakımından inceleyecektir. Yani iddialar haklı mıdır, haksız mıdır, istenen cezalar uygun mudur, değil midir, ona bakacaktır!

Şu anda mahkeme davayı reddetmeyip incelemeye değer bulmuştur ve ilk kararını vermiştir. Yüksek mahkemenin öncelikli kararına göre AKP hakkında kapatma davası ve yöneticileri hakkında da çeşitli cezalar ön gören iddianame mahkemece incelenmeye değer bulunmuştur. Mahkemenin aldığı ilk kararı kısaca hatırlamakta yarar var: Anayasa Mahkemesi, AKP’nin kapatılması iddianamesini oy birliği ile kabul etti. Cumhurbaşkanı Gül ile ilgili bölümü ise 4’e karşı 7 oy çokluğu ile kabul etti.

ANAYASA MAHKEMESİ’NDE KAPATMA İDDİANAMESİ NASIL GÖRÜŞÜLECEK VE NELER YAPILACAK?

Başsavcılık iddianamesinin kabulünden sonra, usule uygun olarak yapılacak işlere bakacak olursak:

a- İddianame önce AKP’ye tebliğ edilecek ve ön savunma için bir ay süre verilecek.

b- Başsavcı esas hakkında görüşünü hazırlayacak ve AKP’ye gönderecek.

c- Başsavcı sözlü açıklama, AKP yetkilileri de sözlü savunma yapacak.

ç- Raportör, esas hakkında raporunu hazırlayıp üyelere dağıtacak.

d- Üyeler belirlenecek bir günde kapatılma istemini görüşecek…

Bu durum karşısında AKP’nin önünde üç ihtimalli bir seçenek bulunuyor. Bu yollar kısaca şöyle: Meclis içinde uzlaşma sağlayarak referanduma gerek kalmadan, anayasayı ve siyasi partiler kanunun değiştirmek. Meclis içinde mutabakat sağlanamazsa -ki bu yol şimdi kapanmış görünüyor- referanduma gitmek. Son ihtimal Anayasa mahkemesinde savunmaya yönelmek…

Bu üç yolun da siyaseten ve ahlaken mahzurları var. Geriye kalan savunmadır, bu savunma esas itibariyle AKP’nin bir mecburiyetidir ve görevidir. En ince ayrıntısına kadar makul, doğru bir savunma şart. AKP yöneticileri en nihayet bu yolu tercih edecek gibi görünüyorlar. Ama bu kadar zaman kaybetmenin anlamı var mıydı?

HER ŞEYDEN ÖNCE MAHKEME ÜZERİNDEKİ BASKI KAMPANYASI DURSUN!

Şüphesiz ki son söz bundan böyle mahkemenin ve kamu vicdanınındır. Biz Yargıtay Başsavcısının iddianamesi üzerine başlamış hukuki sürecin gerçekten adaleti gerçekleştirmek amacıyla yönetilmesi gerektiğini söylüyoruz! Buna herkes dikkat etmelidir. Evvela böyle bir dava başta AKP olmak üzere Türk siyasetinin garabetidir!

Demokrasilerde halkın dediği geçerlidir. Geçerlidir ama bu kamuoyunun uyacağı bir hukuk nizamı vardır. İnsan hak ve hürriyetlerine dayanan, hukukun üstünlüğünü esas alan bir hukuk nizamı vardır. Ve halkoyu ve iradesi bu nizamla çatışmaz. Çünkü hukuk akla, sağduyuya, insanın ve toplumun menfaatlerine aykırı olamaz, olmaz!

AB VE ABD ÜZERİNDEN BASKI GİTTİKÇE ÇİRKİNLEŞİYOR

Bir şekilde halkın oylarını almış bir iktidar partisinin kapatılması ve yöneticilerinin cezalandırılma isteği olağan karşılanamıyor! Demokrasinin mantığına uygun görülemiyor!

Bu istikamette düşünenlerin başında AB başta olmak üzere tüm varlık ve geleceğini AKP iktidarına bağlamış olan güçler ve çevreler geliyor! Bu yoğun baskı AKP ve AKP yöneticileri üzerinde görülüyor, ama daha kötüsü AKP’yi kapatma davasına doğru gelen görünür kazada, AKP’nin kapatılıvermesinin doğuracağı kötü sonuçlardan sakınılması için baskı yapılıyor! Sözün gelişi AB yetkili makamları adına açıklanan raporda davanın Türkiye’nin AB sürecini keseceği söylenebiliyor! AB’nin dışardan ve AB lobicilerinin içerden yaptıkları bu yoğun baskı az şey midir?

AB KAYNAKLI BU HABERLER BASKI DEĞİL MİDİR?

Buyurun bir etkiyi görelim, 31 Mart tarihli gazetelerde manşetten verilmiş habere bakalım:

“Avrupa Birliği İle Dava Krizi

AB komiseri Olli Rehn’in AKP’ye açılan kapatma davasının tam üyelik müzakerelerinin askıya alınmasına yol açabileceği yolundaki uyarısı AB ile ilişkilerde belirsizlik yarattı.”

AB anayasa değişikliği istiyor. AB komisyonunun, Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatması halinde tam üyelik müzakerelerinin durdurulabileceğine ilişkin uyarısı Yargıtay Başsavcısı’nın iddianamesinin dış dünyada yol açtığı en önemli sonuç oldu. AB, anayasa değişikliği beklentisini de ifade etti. …bir başka AB yetkilisi “kapatma davasına olumlu yaklaşmamız ilkelerimizle çelişir. AKP’nin gizli ajandası olduğuna inanmıyoruz” dedi. (Milliyet, 31 Mart 2007, s. 1, sütun: 1,2,3)

Aynı gazetenin aynı sütunlardaki haberi de ilgi çekici: KAPATMA DA KONUŞULMUŞ

ERDOĞAN, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ile görüşmesinde kapatma davasının gündeme geldiği öğrenildi. (Haberin 17. sahifedeki devamı ise şöyle, Erdoğan’dan Cheney’e kapatma davası şikayeti…)

HUKUKU YOK SAYAN HALK İRADESİ DİKTATÖRLÜKTÜR!

Bir süreden beri Türkiye, iktidarı-muhalefeti, sivili-askeri ile ciddi bir tartışmanın, dozu giderek artan bir kavganın içine düştü! Demokrasilerde çözümün sandık olduğu söylenegelmiştir. “halkın hakemliğine gidin” lafını içine düştüğümüz kritik dönemlerde söylemek hepimizin de arayış ve beklentisini ifade etti. Hatırlayalım, hani Türkiye sürüklendiği Temmuz’un 22’sindeki acele, hatta baskın seçimi ile devlet zirvesindeki çatlağı kapatacak, sürtüşmeyi ortadan kaldıracaktı.

Seçim elbette demokrasi mantığı içinde halkın hakemliğine müracaat ederek tereddütlerin ortadan kalkmasına vesile olur. Ancak bunun için bir yığın objektif ve sübjektif şartın bulunması gerekir. Bunların başında adil ve dürüst bir seçimin gerçekleştirilmesi başta gelen şarttır. Ne yazık ki Türkiye bu adil-dürüst seçimi 1946’daki çok partili demokratik hayata geçişinden bu yana, zaman zaman yakaladıysa da bugün tam olarak hayata geçiremediğini görüyoruz.

22 Temmuz seçimleri de yıllardan beri haksızlığı ve yanlışlığı apaçık ortaya çıkmış olan bir seçim kanunu ve seçimlerin adil bir biçimde yapılmasını sağlamakta tam bir başarısızlığa uğramış bulunan YSK’nın gözetiminde yapılmıştı. Halkoyunun dürüst ve adil olarak ifade edilemediği ve bu yüzden de tartışılması gereken seçim sonuçlarına göre AKP oyların çok önemli bir bölümünü almış görünüyordu. Ama, arkasında neredeyse halkın yarısına yakın bir oy çoğunluğu bulunduğu ifade edilmesine rağmen AKP iktidar oldu ama, Sayın Başbakan’ın arada sırada söylediği gibi, “muktedir olamadı”…

AKP ÇOĞUNLUKTAN OY ALDI AMA MUKTEDİR OLAMADI, NEDEN?

Ülkedeki huzursuzluk bitmedi. İktidar, dış ve iç meselelerimizde, meselenin taraflarıyla öylesine dehşet verici bir kavganın içine sürüklendi ki anlatılmaz ve anlaşılmaz!

Hatırlayın! 2007 senesinin bahar aylarından başlayarak Başbakan’ın unutulmaz sözünden sonra Türkiye’yi mateme boğan şehitlerimizi hatırlayın! Her cenaze asapları germekte, şehit yakınları ve halk sitemini ve eleştiri oklarını iktidara yöneltmekte idi. Cenazelerde iktidarın ve bakanların kınanması ayyuka çıktı ve gözyaşı sel oldu. Bu dönemde, “ananı al git”ten sonra, “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” unutulmaz lafı da hatırda kaldı. Daha sonra cenaze merasimlerine sınırlama getirildi.

Asker, teröristin Irak’tan beslendiğini ortaya koyarak, Irak’ta bir askeri harekatın yapılmasını faydalı bulduğu halde, Sayın Başbakan karşı çıkmaya devam etti: “İçerdeki teröristi bitirdik mi ki” mazeretinden sonra nihayet seçim araya girdi ve seçimden aylar sonra kış aylarında bir sınırlı askeri harekata indirgeniverdi askeri harekat…

Sonra sivil anayasa ve türban meselesi… Cumhurbaşkanlığı seçimi krizini de ilave edersek arka arkaya AKP iktidarı sürecini ülkenin büyük krizlerle bir taraftan öteki tarafa savrulduğu bir dönem olarak niteleyebiliriz. Bu tesadüf mü yoksa bir politika anlayışı mı? Bu sorunun cevabını aşağıda vermeye çalışacağız.

GERİLİM DÜŞÜRÜLMELİ, “HERKES BİR ADIM GERİ!” ÇAĞRISI NE ANLAMA GELİYOR?

Bugün gerilim, herkesin endişelendiği ve engellemek için sahaya indiği bir canavar haline gelmiş, büyümüş! Yani çözüm yerine gerilim ve gerilimin doğuracağı sonuçlar artık herkesin meselesi olmuş! İnsanlar, kurumlar yetmemiş aralarında zenginler veya patronlar klubü dahil olmak üzere, patronu, memuru, işçisi her kesim vatandaşımızı temsil ettiği sanılan 7 sivil toplum örgütü de gerilimin sona ermesi için herkese çağrıda bulunuyor!? Bazı ziyaretlerde bulunuyorlar… Türkiye’nin ekonomik ve sosyal hayatının önemli figür ve aktörlerinin kendi ifadeleriyle 50 milyon vatandaşımızı temsil ettikleri düşüncesiyle hareket etmelerine sebep olan şeyler nedir, ne istiyorlar?

TÜSİAD ve TOBB gibi 7 sivil toplum örgütü, Türkiye’de bir süreden beri gerginliğin arttığını ve sonuçlarının korkulu olabileceği uyarısında bulunuyorlar. Türkiye’ye her gün binlerce dolar girmesi gerektiği, aksi halde Türkiye’nin borç stokunu kaldıramayacağını ve 40 milyar dolarlık cari açığı sürdüremeyeceğini ifade ile yaklaşan dünya krizini ve ekonomiyi konuşmak yerine gerginliğe son verme çağrısında bulunmaya mecbur olmalarından üzüntü duyduklarını ifade ediyorlar.

Ve bir çağrıda bulunuyorlar: ‘Herkes bulunduğu pozisyondan bir adım geri atsın diyorlar!’ Sanki şifre gibi bir laf değil mi? Ama sağ olsun liderlerimiz bu şifreyi anlıyorlar ve cevap da veriyorlar! Şurasını anlamak zorundayız; 7 sivil toplum örgütüne göre gerilim oluşturan gerilim aktörleri bir adım geri basarak, hangi pozisyona gelecekler bunu anlamak gerçekten zor!

HERKES BİR ADIM GERİ ATSIN NASIL BİR ŞİFRE?

Bunu anlayan yazar çizerler ve liderler, bu istek veya şifrenin ne manaya geldiğini bildikleri için olsa gerek tavırlarını açıkladılar! Olaya daha yakından bakmak gerekiyor! Türkiye sivil toplum örgütlerinin de feryat ettiği bir gerilimin içine nasıl düştü, insanlar neyin kavgasını yaptı?

Ancak şu kadarını söylemeliyiz ki, ne kadar yaygın ve güçlü olursa olsun 7 sivil toplum örgütü, toplumun değişik kesimlerini temsil eder ama toplumu temsil etmez, hele kendisine siyasal bir misyon da biçemez. İşte bu husus temsili demokrasiye ve milli hakimiyet kavramına aykırıdır! Ama öyle görünüyor ki, bir sivil anayasa yapılma projesinde “yörük sırtından kurban kesilmiş”, rivayete göre yeni anayasa hazırlanma projesi ilgili bakan tarafından bazı sivil toplum örgütlerine havale edilmiş. Eğer böyle bir şey varsa ki emareler onu gösteriyor demokrasinin çanına ot tıkanmış demektir.

Bu çok tehlikeli bir gidişin habercisi olur. Çünkü siyasetin meşru merkezi Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Ve siyasi partiler anayasal siyasetin vazgeçilmez organlarıdır. Yani hiçbir siyasi parti veya anayasal organ, ister iktidar olsun isterse muhalefet, görevini, işini hiçbir sivil topluma devredemez ve hiçbir sivil toplum örgütü de iktidarın veya siyasi partinin ortağı olamaz, hele yerine asla geçemez. Ama tabiatı gereği eşya boşluk kabul etmez hakikatine uygun olarak, bir siyasi parti, hele iktidar partisi, ülke meselelerinin çözümünde hazırlık sahibi değilse, kendi sekter menfaatlerini korumak ve kollamak mecburiyetinde olan, sektör temsilcilerinin ortağı veya oyuncağı olur. Bu önemli zaafa işaret ediyoruz.

AKP, Türk Milleti’nin siyasette temsilcilerinden birincisidir, onun için iktidardadır ve hiçbir sivil toplum örgütünün hacri altına giremez. Bu yüzden yeni bir sivil anayasanın yapılmasını, şu mahfilde, bu mahfilde, o dağ başında bu dağ başında yapan inisiyatiflere ne kendini ne de Meclis’i teslim etme hakkı yoktur.

AKP’nin önünde zor bir karar süreci var. Verecekleri kararın Türkiye’mize ve kendilerine yararlı olması en halisane temennimizdir. Ama verecekleri kararda şu hususlara riayet etmeleri kendileri ve ülkemiz için hayırlı olur! Bu sıkıntılı dönemde herkes bir şeyler söyler, ama biz vicdanımızın ve aklımızın doğru olduğunu söylediği hususları belirteceğiz, umarız faydalı olur!..

AKP’NİN KAPATILMA DAVASINA NASIL GELDİK? 27 NİSAN MİLADINDAN BU YANA SAPLANDIĞIMIZ GERİLİM SAPAKLARI

2007 senesinin nisan ayını ve özellikle gerilim duraklarını ve özellikle 27 Nisan gününü hatırlayalım, tarih sırasıyla olanlar şöyle bir sıra ile bir birini takip etmiş:

11 Nisan 2007, Sayın Arınç cumhurbaşkanlığı seçimi takvimini açıklar.

14 Nisan 2007, “Cumhuriyete Sahip Çık” mitinglerinin ilki Ankara’da yapılır.

Meclis Başkanı Arınç’ın provokasyon uyarısına rağmen, “Cumhuriyetine Sahip Çık” mitinglerinde bir araya gelen yüz binlerce insan Başbakan Erdoğan’ın Çankaya adaylığını protesto amacıyla kilometrelerce yürür.

25 Nisan, AKP’nin Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül olur.

Başbakana Tayip Erdoğan AKP’nin Cumhurbaşkanı adayının olduğunu söyler. Parti içi temayülde öne çıkan ve adaylar arasında sessiz bir mücadele sonunda beliren isim olarak Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün olduğu açıklanır.

Türkiye’de ise YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’e suikast girişiminde bulunulur, saldırgan yakalanır.

 27 NİSAN GECE YARISI E-MUHTIRA VERİLİŞİ! AKIL ALMAZ ZAAFİYET

27 Nisan 2007, TBMM’de Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 bulunamadı. 361 milletvekilinin katıldığı birleşimde Sayın Gül 10 oyla kaybetti! Aynı gün saat 23.10’da Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine bir açıklama koydu ve Türkiye şoka girdi!..

Haftanın son gününe denk gelen e-muhtıra bir darbe girişimi olarak algılandı, dışarıda ve içerde hafta başından itibaren demokrasiye müdahale olarak yorumlandı!

Hürriyetlerinin varlığı ve geleceği konusunda endişeye kapılan muhafazakar büyük insan toplulukları, ayın 14’ünde Ankara’da yapılan ‘Cumhuriyete Sahip Çık’ mitinglerinin önce yüz binleri daha sonra ise milyonları bulduğu ve dev kitle mitinglerine dönüşmesi karşısında tereddüde ve daha sonra da korkuya ve endişeye kapıldı. Cumhuriyete sahip çıkma gibi tabi ve saygı ile karşılanacak bir refleks bu aylarda Türkiye’yi geren mitingler karşısında sığınılacak bir liman arama derdine dönüştü. Danıştay cinayeti ve cenaze merasimlerinde kabaran cumhuriyeti koruma endişesi nihayet 27 Nisan bildirisi ile doruk noktasına varırken AKP kuşkusu ve korkusu önce yüz binlerin, daha sonra da sayıları milyonlarla ifade edilen vatandaşın sokaklara dökülmesini sağlayan manifesto olmuştu adeta…

E-MUHTIRANIN 22 TEMMUZ ACİL SEÇİMİ İLE CEVAPLANIŞI

Başını Atatürkçü Düşünce Dernekleri’nin çektiği başka bir sivil toplum örgütü grubu bu arayışı iyi yönetemezdi ve yönetemedi de. Cumhuriyeti koruma refleksi ile AKP’ye savaş açanlar siyasi sorumluluk üstlenmekten çekinen gruplar oldukları için, cumhuriyeti koruma mitingleri dalgası sakat doğan bir çocuk gibi bir siyasi garabetle düğümlenirken, geniş vatandaş kitlelerinde korku ve kuşkunun katmerleşmesine sebep oldu.

“Yaptığın hayır kurbağayı ürküttüğüne değmedi” misali, ürkütülen muhafazakar insanın korkuları ve kuşkuları dalgalar halinde Türkiye’ye yayıldı ve bu sosyo-kültürel enerjiyi AKP cin gibi yönetti. Acele seçim atağı ile hayali darbeyi bertaraf eden ve siyasi rakiplerinin toparlanmasına fırsat vermeyen ve mümkün toplanma merkezlerini de bertaraf ederek (Bu merkezler nasıl sabote edildi? Ayrı bir yazı, hatta kitap konusudur!) 22 Temmuz seçimlerine adeta tek başına girmiş oldu.

DEVLET KRİZİNİ AŞMAK ZORUNDAYIZ!

Seçimlerden bir şekilde oy artırarak çıkan AKP akıl almaz bir şekilde, bir büyük siyasal krizle baş başa… Sadece kendisi değil, bütün Türkiye’yi akıl almaz bir krize itti. Hukuksuz demokrasi olmaz ama demokrasi yoksa hukuk da olmaz.

Bunların ötesinde Türkiye’nin beğenin beğenmeyin, bağımsız olduğunu ilan ettiğimiz ve inandığımız yargı üzerinde apaçık baskının bu yazıda aktardığımız örnekleri gerçekten vahimdir. Ve Türkiye’nin başbakanına bu baskıya bırakın aracılık etmeyi göz yummak bile yakışmaz.

Sayın Başbakan şerefli selefleri gibi davranabilseydi ne iyi olurdu? Sultan Abdülhamid Han gibi, Menderes gibi…

Bu şerefli selefleri kendi hayatları ve ikballeri tehlikedeyken yabancı himaye teklif ve telkinlerini vakarla reddedebildikleri için de büyük olduklarını göstermişlerdir. Ama bir Damad Ferid’i savunmak imkanı var mıdır?

Biz ne kadar zor görünürse görünsün bu davada AKP’nin bu birinci şerefli yolu seçmesini öğütleriz.

BAYRAK

Yorum Yapın

Navigate