KÜRESEL EMPERYALİZM VE BOP İLE GÖRÜNEN YÜZÜ

Fikirler, hayaller, ortak değerler tahrip edilip sönünce; çatışma ve ardından bölünme başlar. Millet varlığının koruyucu gücü olan devlet erki irade kaybına uğradığı gibi himayesindeki milletin de gücü azalır. Bu durum hastalıklı çokça sebeplerin sonucudur. Sorunların doğru teşhisin ardından, tedaviye yönelen temelleri sağlam politika ve buna destek veren millî unsurların fedakârlığını gerektirir. Değilse, çıkmazın, baş edilmez buhranın sürükleyeceği son; sosyal bir kanun olarak helâktır.    

 

Milli Kültür Yozlaşır, Sosyal, Siyasi Ahenk Bozulur

İşte burada varlığınızı tahribe yönelen çözümsüzlüğün dayandığı cehalet ve bunu iyi değerlendiren iç-dış hain mihraklara beklenen gün doğmuştur! Amaç hâsıl olmuştur. Dolayısıyla küresel emperyalizme de fırsat doğmuştur!

Sömürünün mimarları bütün güç ve entrikalarıyla, zaman geçirmeden, avının üstüne abanır. En önce iktisadî, kültürel ve sonra da askerî olarak sizi ablukaya alırlar. Millî kültür, yozlaşır. Kiralık kuvvetleriyle sosyal, siyasi ahenk bozulur. İnsanlar, gruplar birbiriyle didiştirilir, gücü azaltılır. Ülkelerle ekonomik işbirliği yerine, yerli ekonomileri çökertip el koyma, kendi pazarı haline getirme veya üretimsiz bırakıp fakirleştirme yollarından biriyle sömürgeleştirme sağlanır.

Düşene dostluk, ancak varlığın özüyle ve insan dostu olan kültürle mümkündür. Emperyalizmi hayat haline getiren, sömürerek yaşamayı seven kültür diğer milletlerin sadrına hiçbir zaman şifa verici olmamıştır! Onların hiç birinden merhamet elini uzatması beklenemez. Sizi hasım ilân edenlerin veya hakkı olmayan zenginlikleri talan ederek güç devşirenlerin tarihte hiçbir ihtiyaçlıya onaran yardımı olmamıştır. Olamaz da! Çünkü bunlar çıkarcıdır, bencildir. Bunların, yaptığını dinselleştiren, tahrif inançları, ben-merkezci yapıları var. Onların tek kutsayıp koruyacakları sadece kendileridir.

Onların kültür kaynakları paylaşmayı ve dayanışmayı değil, her şey kendi malıymış gibi el koymayı ve sömürmeyi öğütler. Emperyalizmin efendi unsurları gücünü inanç ve kültürlerinden alırlar. Veren eli değil, alan eli yani gücü kutsar!

Sömürü özelliği olan millet ve devletler; bir başka milleti imha ile kendini yükseltir, gelişmiş kılar. Birinin kanıyla, yok edilen canıyla, gasp ederek kullandığı kaynaklarıyla semiz hâle gelir. Siz de vahşetle biten bu oyunları tarif edemeyip medet ummanın hâlâ çıkmazındaysanız, teslime mecbur olursunuz. İbret almaz da biricik örnekmiş gibi uyuma yönelirseniz sonunda onlara öykünürsünüz, hayranlık duyarsınız! Düşman uyumaz ama siz uyursunuz, uyuşursunuz! Çünkü kültür emperyalizmi önce bağımlılık oluşturur, sempati haleleri oluşturur. Buna daha çok ilave edileceklerle işe başlamak, işgalin ve sömürünün ilk ve albenili basamağıdır.

 

Kendini Asil, Başkasını Sürü Kabul Etme, İşgal Düzenine Dönüşmüşken…

Kan vermeyi değil, kan ve can almayı ahlâk edinmiş milletler; zenginliğini, başkalarının zayıf anlarından faydalanmaya veya zaafları üzerinde otorite kurmalarına borçludurlar. Aslında ‘ikinci, üçüncü dünya ülkelerinin’ (!) özendiği, kof, hantal ama albenili gözüken birinci sınıf gelişmiş olarak gözüken obur emperyalizm budur! Kendini asil, başkalarını sürü kabul etme, kendine tapınmanın düzene dönüşmüş hastalığıdır. Bize yutturulan da budur! Küresel Güç, Türkiye’yi bloke etmeden diğerlerine vahşi müdahalesini gerçekleştiremezdi. Kendini (hâşâ) İlâh kabul edinme yaşantısına kaymadır, teslimiyettir. Temel kabulleri buna dayanır ve bu da emperyalizmdir! Emperyalizm; egemenliğin ilgasını, imkânların kendisine devrini temel şart olarak bilir ve dayatır. Bu da sizin anlamamanızı, cehaletinizi, gafletinizi gerektirir. Çünkü tayin ettikleri piyonlar sizdendir, sizi kendiyle değil, öne çıkardıklarıyla didiştirir. Birini götürür, öbürünü kalaylayarak, yeni umutlar oluşturarak piyasaya sürer, önünüze getirir. Bu gelenler de talimlidir, icazetlidir. Yapacaklarını, yani neyi bozacaklarını iyi bilirler. Siz de yaşadığınız ‘kışlarda’ kemeri sıkarak ‘baharı’ beklersiniz… Bir de bakarsınız ki önünüze ‘Arap Baharı’ gelmiş! Bu çabanın, bu yutmanın, didişmeleri bileyip terör unsurlarını eğitip beslemenin ardından gelecek tek bahar, ‘Kanlı Baharlardır’!

Sizden hiçbir şey istemezler bu projenin iş gören taşeron siyasetçileri! Sadece tek istekleri vardır: ‘Oyunu ver ve kurtul!’. Yani sizin aklınızı, gücünüzü, desteğinizi, duanızı değil; sadece reyinizi isterler! “Şeyinizi, şey eden” bir tarifle… Buna da demokrasi derler. İşte bunların, milleti sorumluluktan “dışlayıp, kendine iç etme” sabıkalarının aslı buradan gelir! ‘Ver ama karışma!’ Karışma ki; keyiflerince karıştırsınlar! Garibim sen de umutlan ama karşına ‘Arap Baharı’ gelsin!

Şartlar oluşturulacaktı. Neyle? 28 Şubat’la! Başörtülüler, gözyaşına gömüldü. Üniversitelere sokulmaz oldu! Bunun önünden ve ardından oluşturulan ‘siyasî yapılanma’, “Mazlum-Zalim” havasında seyretti, büyük kârlar devşirildi! İktidar düştü ve ardından seyreden bir sürü hadiseden sonra “3Y Savaşçısı” bir parti olarak AKP, bebekliğini bile yaşamadan tahta kondu! Anladık ki BOP’un Merkez Ülkesi Türkiye kılınmıştı! Ama Meclis’ten de ABD’nin istediği tezkere geçmedi! ‘Geçirmeyene, geçirirler’ haklılığıyla(!), başına çuval geçirilerek askerimiz ödüllendirildi(!?) Millet malı KİT’lerin küresel sermayeye teslimi, Özelleştirilme ve devletin zarardan kurtarılması adıyla hızlandı. O kadar hızlandı ki, hızı, hızlı treni bile geçti. Tren raydan çıkıp kaza yaptı ama maşallah Özelleştirme paraları kazasız buhar oldu!

Hayatta iki hâkim vardı artık: İşverenler ve İş Görenler… Ülke zenginlikleri küresel ağalara, emperyalizmin beylerine ikram işi ‘alıştıraaa, alıştıra, yatıştıraaa yatıştıra’ yapıldı! Halkın çoğu işsiz kaldı, asgari ücretli ırgat bile olamadı.

Nereden başlamıştı olay: Başörtüsü yasağıyla, değil mi? Mağdurun davası, avukatlığını yapana müthiş bir teveccühe dönüştü. Sonunda başsız kalan mağdur başörtülüyü meramına kısmen kavuşturdular. Halk bu ve benzeri şerbetlerle teskin ve tatmin oldu.

Ama düşman uyumuyordu, ülkenin ‘Sevr’ işgaline gidişi hissedilmedi. Algı sarmalından halk kurtulamadı, soyguna aldırmadı, bölünmeyi anlamadı. Algı operasyonunun narkoz dozu ağırdı. Herkes uyanamadı bu cerrahi operasyondan… Uyananlar da budandı, güçsüz kaldı. Güçsüz ve çaresiz…

Olay, 1980 öncesi sağ-sol olaylarıyla başladıydı. Önceleri de var, geçelim… Darbe ve ardından yeniden Sevr devrede… ‘Çözüm Süreciyle’ katillerin meşruiyetini tanıma, Meclis’e sokma safhası geldi. “Analar Ağlamasın!” dendi. Sözü doğruydu, ‘Analar ağlamasın’dı ama ‘akil adamlar’ da olduğu gibi pkk terörü konusunda yapılanlar yanlıştı! Öncesinde Rahmetli Denktaş’ın Kıbrıs Davasındaki haklı direncini, ‘çözümsüzlük çözüm değildir” diyerek çözümsüzlüğün adresi olarak Denktaş’ı gösterme hatasına düşüldüğü gibi… “Yes de be anam” aldatmacasıyla Beşparmak dağları inlerken(!), Denktaş Türkiye’ye sokulmadı ve konuşturulmadı.

 

Sonuca Gitmek Üzere Son Birkaç Söz…

Gelelim beriye… BOP Eş Başkanlığının anlamı nedir? Olan cinayetlerin, akan kanların, İslam dünyasındaki soygunların kuvvetle destek vereni olmak anlamına gelmez mi? Direnenin ve askerin kodese tıkılması bu projeye direnmekten olmamış mıdır? Daha iş bitmedi, sıra Türkiye’ye geldi işaretleri veriliyor! Neden mi diyeceksiniz? 15 Temmuz Darbe Girişimini anladınız mı sizler Allah aşkına? Sır kapısı hala aralanamadı değil mi? Komisyon, komisyonculuk yaptı, olayın üzerinden kâr devşirdi! Adeta araştırmadı, üstünü örttü.

Ordu, adalet, eğitim, sağlık, güvenlik ve kamu kurumlarının tamamı “kılcal damarlarına kadar” bu kirli kanlarla işgale uğramış, dolmuştu diyordu, Sayın Davutoğlu… Belli ki BOP, Türkiye ayağını hızlandırdı. Tahrip işinin taşeronlarından biri FETO idi! Gerekenler kısmen yapılıyor! Ya diğer paraleller ne olacak peki?

Darbe sonrası güçlenen iktidarsa ve mağdur olan da milletse, Allah aşkına bu nasıl bir darbeydi? Darbe askeri değil, siyasî miydi yoksa? İçinde asker figüranları da barındırarak tabi ki…

Cevap mı? Samanlıkta kayıp iğneyi bulduğumuz zaman alacağız galiba bunun da cevabını! Bu yaklaşım ve izahlar bir fobi üretme veya bir ütopya değildir. Mevcut hâkim düzenin, dünyanın zenginliklerini iç etmek için, vahşi güçle şekillenmiş kültür ve varlık coğrafyaların doğru haritalaşmış halidir. Fakirliğimizin, soyulduğumuzun, devşirilenleriyle aldatıldığımızın küçük ve silik bir resmidir. Anlattıklarımız…

İşte… “Evet-Hayır” tiyatrosu, bu büyük kanlı işgal ve nüfuz projesinin içerisinden süzülüp gelen, çareleri tüketen bir külfettir. Kendi ihtiyacımız, kendi projemiz değildir BOP. Eş Başkanlık da yapılan BOP ayağını Türkiye’ye sağlam basmak için, çözümsüzlüğün, ayrışmanın, hukuksuz OHAL kanunlarının (!) -(KHK’lerin)- korkusuyla toplumu esir almaktır. Toplumu sadece FETO cambazına odaklamak, diğer cambazları görünmez yapmak, ülkenin başına daha büyük belâlar getirebilir. Hedef, “Afganistan’da, Tunus’ta, Cezayir’de, Yemen’de, Irak’ta, Mısır’da, Suriye’deki baharları Türkiye’de de devam ettirmektir”, diyorlar. Allah korusun devlet ve milletimizi! Ama siyasi ihtirasın hazırladığı çukur, toplumu içine alacak kadar geniş olurmuş. Bu biline!

Ben demedim bunları! Denileni diyorum, kaygılarımı dillendiriyorum sadece! Demek (söylemek) baş ağrıtır, yazmak diş ağrıtırmış… Benim ana dişim hiç kalmadığı için, ağrıyı aştım diye yazayım istedim. Hüzünlü değil, UMUT ve ÇABA yüklü davetle hepimizi parti fanatizmin örttüğü gerçeği anlamaktan alıkoyan vahim olan, sosyal-siyasal gelenek hastalığımızı ıslaha, çağı anlayan idrakin oluşumu görevine er-nefer-komutan olmaya çağırıyorum. En içten selam ve muhabbetlerimi de sunarak…

Yorum Yapın

Navigate