SÖYLEM BAŞKA, EYLEM LAÇKA! 

Anlamalıyız, anlamlı! Neyi mi? Halimizi anlamalıyız! 

Kışkırtan ve kuşatanların iğrenç oyunlarını! İnsanımızdaki ve sistemin kurumlarındaki yozlaşmayı, umutsuzluğu…Gaflete terk edilmişliğimizi…Gönüllerimizdeki kardeşliğimizin ve millet şuurumuzun sönen, tahrip edilen ışıklarını…

‘Tam İstiklal’ in müdafaasını yapmaktan, hür olmaktan vazgeçip, adım adım köleliğe/kaosa doğru acı veren gidişi, günü kurtarma yozluğunu izlemekteyiz. Eğitimin, adaletin, ekonominin hedefsizliğini, sonuçların verimsizliğini ve maliyetli meşguliyetini…

Ailelerdeki dramı, fertlerdeki umutsuzluğu ve ayarsızlıklara sebep olan girdileri acıyla takipteyiz.

Savunulacak doğruların kalmaması, her şeyin sanki bir anda eskimesi gibi bir çaresizlik hâli hâkim kılınmış hayatımıza. Türk milleti, en zor günlerinde bile yapıp ettiklerinin bilgi ve bilincinden, takip ve tertibinden adım adım uzaklaştırıldı. Millet evlâtlarının milletimizi sahili selamete çıkarmak için senelerce çektiği çilenin, ortaya koyduğu fedakârlığın tersi neticelerle karşı karşıya gelmesi, yeniden namusluca düşünmeyi ve ciddi bir muhasebe yapmayı gerektirmektedir. Ensemizde boza pişirenleri bilmek için sorunun kaynağına el atmamız gerekir, bu acil bir durumdur. İhmal edilmez gerçek; kendimizle, kabullerimizle, yetkilendirdiklerimizle, onların programlarıyla, eğitimiyle ve insanımızı çürüten amaçsızlığın beyin göçüne sebebiyetini, dini siyasallaştırıp barış değerinin kavga unsuru haline getirilmesi gibi hususlar, akıl ile vicdan masasına yatırılmalı. Üretimsizliğin, bitirilen tarımın, asgari ücretle köleleştirmelerin önü ‘Savunma Sanayiindeki Gelişmeler’ le perdelenerek içi boş pembe ifadelerle kapatılmamalıdır. Mühendisin, yüksek lisanslı branş öğretmenlerinin bile iş bulamadığı, iş bulanların ise asgari ücretli olduğu, sahadan bildiklerimizdir. Buna ilave etmediğimiz diğer onlarca meslek ve branşlarda üniversite mezunları, umutsuzluğun ve işsizliğin mengenelerinde kahrolmaktadır. 

 

Ayrıştırmanın Kılavuzluğunu Yapanlar, Çözümün Rehberi Olamaz!

 

Üç asırdır çekilen çilenin çokluğuna rağmen, dönemlerinde yok oluşa giden yıkılışa ‘DUR’ diyen asil insan ve topluluklar yine bu toplumun içinden çıkmıştır. Büyük uyanış hareketleriyle milletimiz, istikamet bulmuş fakat emelini gerçekleştirememiştir. Çünkü gerçek manada millî birlik tesis edilememiştir. Gelişmenin temel sistemi kurulamamış veya kurulmak istenen yapılar da sabote edilmiştir. Ülkedeki köhne güç unsurları ve politik yapı gelişmenin önündeki görünmez engellerdir. Halk; bundan habersiz ve bilgisizdir. Ama sözde seçilmişler ve yetkilendirilenler; problemi çözme ve geliştirici unsurları birleştirme yerine, ayrıştırmanın kılavuzluğunu yapmışlardır. Ya görünmeden veya sizden yana görüntü veren maskelerin ardında her zaman gizlenmeyi başarmışlardır. Afganistan’ı harap eden Topal Molla gibi…

Gerçek bir eğitimle tedavi edilip uyandırılmamış insanımız, bu yüzden milli şahsiyetini bulamamıştır. Eğitimde; bastırılmışlık, ezilmişlik, diz çöktürülmüşlük ve itilmişlik sürecinden geçirilmiş olmasına rağmen insanımız gösterileni görmüş ancak gizlenene uzanamamıştır. Emperyal haber kaynaklarının perdelemeleri ve propagandaları ile istenen algıya uygun yönetim sergilemenin zemini oluşturulmuştur. Bütün bunlara rağmen, halkın sessizleştirilen ekseriyeti, ideallerinin tersi yönde zorbalık yapan, vakte göre kılık biçilen taşeron politika bezirganlarının kıskacında her şeyiyle tükenmemiştir. Halkın asla bilemediği, birtakım aydınların hayatı pahasına tespit ettiği bağlantılar ve emelleri, bu zıtlığın küresel mümessillerini takipte başarılı olmuştur. Ancak küresel güçlerin ülkemiz üzerindeki oyunlarını bozmada başarılı olamamıştır.

Vakti gelince küresel gerekçelerle iktidar için yol verilenler, tasfiye edilerek pabuç muhalif kılınanlarla yenilenmiştir. Durumun gerektirdiği yenilenmiş kararlarla, halka, halkın değer verdiklerine sureten benzeyenlere takviyeleriyle beraber iştahlılara/muhterislere yeni itibar alanları açılmıştır. Her yeni itibar alanı, itibarını satanlara iğfal alanı olur! ‘Biz ne yaptık ne yapıyoruz’ sorusu ve yaptıklarının/yapılanların muhasebesi, onları hiç ırgalamaz. Ruhsuzluk hali, kopuşun, itibar edilmenin biricik nedenidir de ondan! İtibar, ihtirasla gelişir. İhtiras, hükmetme açlığıdır! Kin, ihtirasın hem bileme taşıdır hem de en büyük enerji kaynağıdır. Destekçileri de doyumsuzlardır, hak bilmezlerdir, açlar ve kopuklardır! Onlar hep tetiktedir ve güvenli yer olarak arkada gizlenir, fırsat kollarlar. Başka saflardan, küfrettiklerinin safına zıpkın gibi dalarlar. Bunlar, imkân ve ikbalin en talimli, en öne fırlayabilen maratoncularıdır! Bunlar palanı olan tazılardır. Kokuyla harekete başlarlar. Cepleri vardır ama kendilerinden büyük cepçilere de bağlıdırlar. Rahmetli Osman Bölükbaşı bu güruh için “Her avcı ile ava çıkacak köpekler olacaktır.” demiştir.

 

Alimin Elemi Bile, Zalime Korkudur.

 

Darplarla, darbelerle, iç-dış entrikalarla Türk Milletinin öncü kuvveti olan aydınları, çamurlu sahadaki siyaset nedeniyle ayrıştırıldı, yıldırıldı, susturuldu. Milletin gözü-kulağı-aklı olan bu kesimin her türlü siyasi, sosyal, ekonomik entrikalarla, darbelerle asimile edilmesinin bugün acısını yaşıyoruz. 80’li yıllara gelene kadar, yoksulluğun, ideolojik ayrıştırıcı etkilerin, baskın unsurlarıyla, umudun ışığı olan bu aydın birikim ve onlarla temasa geçen gençlik, tarumar edildi. Kurumlar, sabotajlarla çalışamaz hale getirildi. Uyanmak ve meselesine sahip çıkmak üzere olan milletin milli uyanışı baltalandı.

Bu baltalamanın birçok tarafı/kesimi vardı. Birisi siyasi ayaktı. Buna bağlı olarak kültür, eğitim, adli ve idari yapılarda herkes kendi tarafını, adamını destekledi, millete taraf olacak temel görev ise unutturuldu. İktisadi ayakta faaliyetler kör topaldı. Ballı kaymağı markalaşmışların ayartılmış yerli temsilcileri vardı. “Yapmak zarar, almak kârdı” onlar için. Üretme, sadece üretilmişi pazarla ve tüket… Bunun sonucu tüketen toplum, tükenen toplum olmaya doğru sürüklendi… Hain emeller için aksesuar olarak kullanılanlar ancak bugün kullanıldıklarını yazıp çiziyorlar. Milletin kahir ekseriyeti meselesini, yapılması gerekeni anlamamıştı. Ama herkes vatan kurtarıcılığına soyunuyordu. Kendi kurtuluşundan habersiz bu bıyıkları terlememiş kurtarıcılar kurtarıyordu güya! Neyi, Kimden mi? Diğer guruplardan… Bunların büyük bir ekseriyeti, ayrıştırıcı, tarafgir, farklı ülke menşeli ideolojilerin peyk unsurları olarak faaliyetlerde bulunuyorlardı. Akıl, tarih, vicdanla beslenen milli bütünlük yolu meselemiz bilinmediği için akıl yolu kapanmış, sağ-sol diye milletin akordu bozulmuş, kardeşin kardeşe düşmanlığı köpürtülerek yaygınlaştırılmış, azdırtılmıştı! Arenaya dönüştürülmüş sokaklar; kanlı kavgaların, kardeş cinayetlerinin yatağı olmuştu. Bütün bunlara rağmen, olayların çoğalmasını arzulayan, yangını bir düdükle söndüreceğini bilen etki ve yetki sahipleri varmış meğer ama biz bilmiyorduk(!). Sahipliler, sahiplerinden fayda görüyordu “sen bizdensin korkma” denilerek kollanıyordu. Kolluk kuvvetleri anlamadığımız şeyleri kollama kuvvetiydi sanki. 

 

“The Boys” lar İş Başında…

 

Millet hayatını, milli uyanışı ve gelişmeyi elindeki sopayla tırpanlayan, Yeniçeri Ağalığı taslayan ve birilerinin “başardılar” dediği “The Boys”lar (Bizim Çocuklar) varmış meğer. Peygamber ocağı olan bu kuruma millet canını, vatanını, varlığını koruması için çocuklarını emanet etmektedir. Bu tahripkâr müdahale, padişahın sarayına kazan kaldırma değildi ama kazanı milletin geleceğine boca etme işiydi.  Yetkili ve etkili olması için büyük fedakarlıklara katlanılarak silahlandırdığımız evlatlarımıza sahip çıkmasını umduğumuz yetki sahipleriydi, “The Boys!” lar. Tepenin tepesini korumak ve kollamak için bulundurduklarımız, birilerinin projelerinin “başarılı çocukları” oluyorlardı. Ordumuzun irade mekanizmalarının, millet hayatını iğfale yönelik tahribinde kabulden uzak tutulmayacak siyasetin emrindeki kurumların, silahlı ellere, fikirli kafalara zerk edilen zehirden, millet evladını korumadığı anlaşılıyor. Koruyamadığı değil, korumadığı… 

Ama en ağırımıza gideni de Türk Ordusunun milletinin aleyhine olan darbede emredici konumda olanın üzerinde yabancı güçlerin, devlet/devletlerin yönlendirici olmasıdır. Türk ordusu emri, Türk Milletinden mi, cellat başı güçlerden mi almalıydı? Acaba siyasetin ve bürokrasinin içinde başka ülkelerin kontenjanından girenler mi vardı ki memleketimizde her ihanet tıkırında yürüyordu. Aynı şekilde, çare üretemeyen, terörü besleyen siyasetin uzantıları, bugün de darbe hukuksuzluğunu sopa olarak kullanmaktadır. Hiç gocunanı da yoktur. Anayasa, seçim kanunları, meclis iç tüzüğü bile o günün eseridir. 

Bu yürüyüşte ordu milletle el ele olmamıştır. Büyük heyecan ve göz yaşları arasında Kıbrıs’taki zulmü durdurmayı hatırlattığımız ordumuz için “Ordu Millet El Ele” diye haykırmış, pankartlar taşımıştık. Evet, ellerimizin yüreğimizle bir olduğu haller çoktu. En yakın tarihten iki örnek, Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Barış Harekâtı gibi… Meclisi, ordusu ve her şeyiyle el eleydi millet. Ama ittihat terakki geleneğinden gelen bütün darbeler ve darbe teşebbüsleri ne yazık ki toplumun birçok hayati odağında bulunanlar, üst irade olarak, milletin değil, birilerinim emrini ifa etmiştir. Bir nesli, yüzyıllara yetecek tohumu “göğ ekin” halinde biçmiştir. Kuvvet komutanları, uyum halinde yaptıkları darbelerle zalim ve kirli elleri sıkmıştır. 

Halbuki Türk Milleti çektiği çilenin sabrıyla; şahsiyetini arama, varlığını keşfederek izlerini bulduğu kültür kaynaklarını keşfetmişti o demlerde. Buna ilave olarak çabalarını; özlemini duyduğu fikri, kültürel, iktisadi, sınai ve siyasi hedefler haline getirme konularına yoğunlaştırmıştı. Millet, muhtıralar, darbeler, post-modern darbeler, 15 Temmuz hain girişimiyle mecalsiz bırakıldı. Şaşkınlık içindeki toplum, karanlık yollara sürüldü ve millet ile devlete yabancı aşılar yapıldı. Özlemlerinin yolları da kapatılarak…

Aydınlık saçan fikirler, meşale beyinler, göz altılarla, hapislerle, karantinalarda oksijensiz bırakıldı. Milletimizin büyük teveccühüyle anlamlı bir hale gelmesini sağlayacak “barış ve kardeşlik ortamı terörle, darbelerle” bulandırıldı. Ehliyetle, fedakarlıkla köy köy gezerek elde edilen milli uyanış hasılası, gözyaşlarıyla iştirak edenlerin katkısıyla “Millî Mücadele” ümit vesilesi olmuşken, tam da semeresini alacağı günü beklerken, iç çalkantılar hızlandı, millet hayatı bir kıyamete dönüştü. Gözlerin feri kesildi. Eller, güçsüz ve dermansız kaldı. Gönüller kırık, gözler yaşlı, dillerse lâl oldu.

 

Sopayı Getirenlerle, Sopalayanlar, Geleceğimizin Yollarını Tıkadı… 

 

Yapılan işler, yetiştirilen insanlar, Türk Milletinin, varlık ve beka davası için seçilen iki husus için birincil çabalar içindi. Gelişme ve Savunma meselesiydi bunlar. Bu temel çizgiler siyasilerle değişemeyecek devlet meselemizin kırmızı çizgileri olma yolundaydı. Ancak millet tek cephede/hedefte birleşik siyaset kurumlarıyla varlığını müdafaa hamlesini gerçekleştiremedi. Kışkırtıcılar, kurtarıcı rolünde, iğrenç oyunlarıyla, kardeşlik ve birlik özlemimizi yaraladı, heba etti. Neticenin böyle olmasında, millet düşmanları ve işbirlikçilerinin ayak oyunlarını bilmeyen, sadece hamasi duygularıyla yola çıkanların teşkilatsız yapıları, toplumsal zaafımız oldu. Köyünden, kasabasından çıkarak büyük şehirlerde üniversiteli olan, okuyan ama okuduğunu tecrübeyle irfana dönüştürememiş idealist nesil, geleceğin aydınlığı olacakken ihanetin kör kuyularına düşürüldü. Dünyayı doğru okumak, kurulu tuzaklara düşmemek, büyük birikimi, yoğun hazırlıkları gerektiriyordu. Ama herkesin acelesi vardı: Bir an önce kurtuluş! Bunun için de vakit ve fırsat verilmedi, sadece bir darbe dönemi öncesinde 5000 (beş bin) genç insanın canı kurban edildi. O dönem, sıkı yönetim olmasına rağmen, sükûnet, bilinçli olarak vaktinde sağlanmadı, darbe sonrasına bırakıldı! Darbe, meşruiyetini kanın çokluğuna, huzursuzluğun büyüklüğüne entegre etmişti sanki. 

İşte size bir heder oluşun, kaybedilen geleceğin ve vicdansız darbenin sonuç göstergeleri:

Yıl 1980, 12 Eylül… Bilinen bilanço: Öncesinde 5000 genç toprağa verildi. 650. 000 kişi gözaltına alındı. Çok büyük tonlarda gazete ve kitap yakıldı. 927 basın ve yayına yasak konuldu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. 30.000 kişi ülkeyi terk etti (Beyin göçü). 14 kişi açlık grevinden öldü. 171 kişi işkencelerle katledildi. 517 kişiye idam cezası verildi ve bunların 50 ‘si maalesef infaz edildi. 

 

Mahkeme Mi, Engizisyon Mu?

 

Sağı ve soluyla ezberden söylenen neydi? “Bağımsız Türkiye” … Ama her bir yapı, farklı peyklerin bendesi olarak tek-ortak bir milli hedefte buluşturulmadı. Bu sefer, yolu şaşıranın ülke dışına kaçması, avcı ideolojilerin zulüm ağına düşmesi kaçınılmaz oldu. Kiminin akıbeti belli olmadı. Kullanılmışların vatan sevgisi, vatan hasretiyle noktalandı. Vatandaşlıktan çıkarılanları çok oldu. Kitabın “yasak”, farklı fikirlerin “ihanet” sayıldığı darlık ve sığlık, halkı sıkboğaz etti. Milletin ortak bir noktada buluşacağı Millet Davası Hedefi olmaksızın, dikenli patikaların dışına çıkanların damgalanarak engizisyonlara sevk edilmeleri, bugün bile kalpleri ürperten, büyük acımasızlık örnekleriydi. 

Devlet erkinin kitaptan, kitabı eksik veya yanlış okuyandan korkmasının asla mazereti olamaz! Diğer siyasi partilerin ötekileştirdiğini, kızgın potalara atarak, “bir sizden-bir bizden” denmesi, cehaletin, zulme ve küfre vesile kılınmasıdır. Adil, müşfik, sevgi, himaye ile yüklü el ve işlerle, ortak amaç edindirerek ıslah yolu genç insanlar için seçilmedi. En ucuz ve adi yol seçildi! Sopa, ceza, fişleme, millet evladını hain tuzaklara keyifle atma! Bunu yaparken de vatandaşın %95 evet oyu ile anayasal destek alma garabeti… 

Geçen zamanın anlattığı bu gariplik, bunca iktidar değişimlerine rağmen bu baş yasa, Darbe Anayasası değiştirilmedi. Demek ki adı ne olursa olsun gelenin gidenle beraber hepsi, darbeye destek ve emir verenlerin hukukuyla toplumu farklı çözümsüzlüklere sürüklüyorlar! İşte gidenin gelene emanet ettiği, bu zorbalık çarkının milleti getirdiği nokta, bugünümüzdür, bugünkü yaşadıklarımızdır. Yaşadığımız yanlışlar, soygunlar, hürriyetsizlikler, parti diktası, parmak çocuğu olmuş vekalet yetkisi, yargının bloke edilerek ellerinin bağlanması… Onların bize bıraktığı mirastan, bu mirası bugünkü koruyucularından kaynaklanmaktadır. Bu siyasi miras, çözümsüzlüğü hedef alır. Demokrasi ise yalanlarının kılıfıdır. 

Kinini buyruk, buyruğunu sopa haline getirenler… İhtiraslarıyla kitleleri faka bastıranlardır! Gelin, bu çıkmaz sokaktan çıkın, kurtulun ve hep beraber kurtulalım! Adalet ve ilmin cüppesini giyenleri korkutarak, umdurarak onları yamak yapmayın. Yapmayın ki dertler, çözülmez birer yumak olmasın! Yolunu kaybedene yol yapmak, yol olmaktır göreviniz. Üç asırdır istisnai zamanlar hariç, bu milletin, kurtuluş davası, mücadelesi, ağızlara huzur tadı veren tatlı meyvelerini vermedi. Baltalandı, saptırıldı, toplum kışkırtılarak biri birine hasım yapıldı, meyveleri taşlandı. Dün sağ-sol ve alevi-Sünni, bugün de hak-özgürlük yalanıyla, bölücülük edebiyatıyla aynı işi kiralanmış insanlara yaptırıyorlar. Hatta bölücü parti meşrulaştırılarak, hazine yardımı ve milletvekili maaşıyla besleniyor.

 

Fert İçin Yanlış, Tecrübedir. Ama Yönetenler İçin Yanlış İse Gaflet veya İhanettir!

 

Devlet yönetiminde yapılan her yanlış ve fırsat verilen çürüme, milli bünyeye darptır. 

Ömrümde hatırladığım ve beni sevindiren üç siyasi karar vardır. Birincisi, haşhaş ekimine evet ve asker; Kıbrıs’a kararıdır! İkincisi ABD’nin silah ambargosuna karşılık, ABD üstlerinin kapatılması, üçüncüsü ise 1 Mart tezkeresinde Amerika’nın topraklarımız üzerinden Irak’ı işgale yol verilme izninin, Mecliste reddedilmesidir. Bu etkili red, şimdiki Sayın Cumhurbaşkanı tarafından çok sert tepkilerle karşılığını buldu. Ona göre, red değil, “kabul” oyu çıkmalıydı! Ancak millet, ilgililerin, “kabul” den yana olduğunu hiç bilmedi, anlamadı.

Sayın mesulümüz, nice kavga ve gürültülerin sonrasında, Büyük Ortadoğu Projesinin (BOP) Eş Başkanı olarak operasyon kuvvetlerine ülke olarak bizim de dahil olduğumuzu itiraf etmişti. Bu arada BO Projesinin bir Siyonist proje olduğunu da herkes öğreniverdi. Bu projeyle hedeflenen, 22 Müslüman ülkenin bölünmesi ve kana bulanması, sömürülmesi olduğu itiraf edildi. Operasyon öncesi bir Dışişleri Bakanınca hedefin bu olduğu ilan edildi! Sonra da billboardlarda, vatandaşla alay edercesine “Milletin Adamı” olarak ilan ediliverdi! Bu ne yaman bir çelişki…

 

İş Kapısını Tahrip, Aş Kapısını İmar Ha! …

 

Gelinen noktada tereddütsüz şu yargı cümlesini kurabiliriz. Hukuksuzluklar, keyfiyet egemenliği, hak-hukuk bilmezlik, gelir adaletsizliği, gelecek kaygısıyla kıtalar ötesine göç ettirilen beyinlerin ülkede bıraktığı çoraklığın vebali, devrini doldurmuş, son kullanım tarihi geçmiş bildik bütün iktidarlarındır. Darbe anayasasıyla özgürlük ve hürriyetleri kısıtlayan, vatandaşını potansiyel suçlu addeden, küçüğünden büyüğüne bunların hepsidir. “Egemenlik, Kayıtsız Şartsız Milletindir!” sözünü devre dışı bırakanlardır bunlar. Meclisteki kalabalık partilerin ekrandaki kavgaları, verilmiş rollerinin icabıdır! Asla millet için değildir! Milleti düşünen, doğruyu arar, doğrularla olur. İktidarı ve muhalefetiyle, istişareyle, dayanışmayla, adalete dayalı usul-esaslarla, ehliyetin rehberliğine değer verir. Zira devlet, iktidarın mülkü değil, mülkü koruma görevi verilmiş olandır. Devlet, milletin mülküdür, mülkün en güçlü koruyucusu, doğruluk ve adalettir. Onun için “Adalet mülkün temelidir.” denmiştir. Türk Milletinin aydınlık geleceği; hürriyet ikliminde sağlanan imkanlarla, birliği teminle, muhtaçlıktan kurtarmakla, herkese güven veren adaletle, çağını aşan eğitimle, iş-aş kapılarıyla garanti altına alınır. 

 

Gelişmeden Kurtuluş, Kurtulmadan da Millet Egemenliği Sağlanamaz!

 

Korkunun sindirdiği, bilmenin ve ehliyetin para etmediği, işçi statüsündeki partizan şoförün yüksek mühendis olan müdürünü sürgün ettirdiği, yani partizanlığın ve adam kayırmanın hüküm sürdüğü dönemler, gıdası kin olan siyasetin çirkefliğini yüzümüze haykırır. Bugün durum daha ölçüsüz olup geçmiş dönemlere rahmet okutmaktadır. Farklı düşünen veya muhalif addedilen herkesin hiçbir güvencesi yoktur. Mal, can, nefis, nesil, inanç, akıl güvenliğinin kalmadığı bir ülke olmanın girdaplarına sürükleniyoruz. Bu gayri insani, gayrı milli, gayrı İslami ve milletine ecnebileşmiş bu siyasi, iktisadi, kültürel, sosyal yozlaşmayı sil baştan düzeltecek ve yetkili/etkili azınlık unsurları başından demokratik yollarla uzaklaştıracak olan da halkımızın kendisidir. 

Geleceğimizi garanti altına almak için devlet teşkilatını yeniden öğrenen organizasyon mantığı ile kurmalıyız.  İşte o zaman istikbalin siyasi hareket ve hamleleri, millet düşmanlarını hezimete uğratacaktır, şaşırtacaktır. 

Türkiye’nin geleceğinden kendini sorumlu sayan herkesten beklediğimiz şudur: Gelin, “vatan ve millet bütünlüğünü” sağlayacak; yönetimin adalet, ehliyet, emanet, istişare ve maslahat ilkelerini bütün işlerimize koşalım, yeni bir medeniyetin inşası için sorumluluklarınızı üstlenelim artık! Sermayenin hizmetkarlığından siyaseti kurtarıp, akıl-ehliyet-feraset-cesaret gibi vasıflıların refakatine yönelelim. Siz de millet de rahat etsin! Yoksa 11 Eylül’de İkiz Kulelerin tahribiyle başlatılan “Haçlı Seferleri”, devletleri, kıtaları, dünyayı hercümerç edecek. Korona Virüsü hadisesi, ezel-ebed savaşının yeni versiyonu olarak kapıları çalmadan kırmış, herkesi korkunun mahkûmu yapmıştır. Ağzı, eli, aklı bağlanmış insanlık dünya padişahından destur bekliyor. Korkunun, paniğin, belirsizliğin cenderesinde ekonomiler, iradeler, psikolojiler çöküyor. 

Sözün sonuna gelirsek; yasama, yürütme, yargı, ordu ve milli basın; millet varlığına adanamamış bir değerin eksikliğini aksettiriyor. Dünya kaosa sürüklenmiş, devletlerin aklına da virüs bulaşmış. Fertten aileye, topluluktan topluma kadar etkisini gösteren bir boşluk, anlamsızlık hüküm sürüyor. Ülkenin her yanında yankılanan yanlışlarla, baskı altında oluşla, keyfi tasarruflarla, kurumsal yapıların tahrip olduğu gerçeği bir haykırışa dönüşmüştür. 

Bunun için haykırarak diyoruz ki; ey Aziz Millet! Senin yolunu kesenlerden, evladını katledenlerden şifa geleceğini umma. Onlar umut tacirleridir, bilesin! Kardeşi kardeşe karşı kışkırtanların mirasını, küresel güçlerin emri halinde devam ettirenler, millet birliğinin ve egemenliğinin engelidir! 

Dünyada, bölgemizde ve ülkemizde oynanmak istenen oyunları farkına var, ey gafletteki büyülü tabibim. Mursi’yi getireni de götüreni de Sisi’yi getireni de hala anlamadın mı? Onun için bağrına ekilen dikeni gül diye koklayacağın gün yoktur! “La-la, lo-lo” ile dünden bugüne siyaset yapanların, uyutucu olduğunu artık anla, ne olur! 

Bundan dolayı, Uyan ve Muhteşem Türkiye Davasına güç ver, destek ol! 

Unutmayalım ki, Türk Milletinin varlık davasındaki zaferi, kurtuluşu, hepimizin saadetidir. Mazlum insanlık için ise göz aydınlığıdır, gerçek bayramdır!  

 

Yorum Yapın

Navigate