AKIL FİRAR ETTİ, DEVLET- MİLLET ZARAR ETTİ!

 

Konu, yıllarca yaptığım kitabî okumalarla, onunla örtüşmeyen toplumsal gerçekliğin ifadesi. Fıtrata uygun gelişme gösteremeyen toplum, küresel emredicilerin ve özelde ‘Ilımlı İslam’ soysuzluğunun, insanımızın özüne inip tahrip etmesinin siyah-beyaz bir fotoğrafı olacaktır.

Kendisi olmayanın ‘oldurulduğu’, kopuşla savrulup güdük hale gelmesi sağlanır. İman, çok boyutlu amel etmeyi gerektirir. Bugün mümin olmanın gereği yaşantıyı bırakmış şekilci ibadetin, dini hayatı tekeline almış cingözlerle siyasî ve ticarî esnaflığa kapı aralamış durumu hüzün verici.

Her ülke için birincil zenginlik kaynağı insanıdır. Ama yetişmiş, entelektüel birikimi olan, şahsiyete ermiş, millî ve insanî bir değer haline gelen insanlarıdır değer ifade eden. Diğer kaynakların hepsi bu insan kaynağına bağlı olarak değer kazanır veya değer kaybeder. Ancak insanı saptırarak sığlaştıran, hayattan koparan iğdiş mekanizmalarının olması ciddi bir felaket getirir topluma. Bugün toplumumuz, bu ihanet senaryolarının etki alanındadır. Manevî hayatımızın yol kesicileri, hürriyet içinde, perva bilmez soygun ve ahlaksızlıklarına devam edebilmektedirler.

Hayatla değil, hayalle-muhal ile meşguliyetin hipnoz eden yapıları, insanımızı saptırarak bozuyor, güçsüz, bilgisiz, iradesiz, yanlışı kadercilikle benimseten bir saplantıya mahkûm ediyor. Cehaletin felaketle taçlandığı bu veraset kurumları, din adına insanı güya Allah’a yaklaştırmanın bir tertibi olarak varlığını sürdürüyor. Cemaat ve tarikat yapılanması adı altında 1980 sonrası mensuplarını meçhul bir akıbete, zulme ve fahşaya razılığa, put üreten sözde ibadet yoluna adeta mahkûm ediyor. Anlama ve sorgulamanın olmadığı, ölü yıkayıcısının elindeki bir ceset teslimiyetiyle her icraya tabi bir sürüleşme örneği olmuşlardır, bazı yapılar. Bahis konusu edilecek sadece bunlar değildir elbet. Bu yazı için kitabın çağrıştırdığı yapılanmaların bir tanesini yazıya konu edinerek fikir serdetmek istedik.

Milletin inancını aşağılayan aşağılık yapıları da bu konunun şimdilik dışında tutalım. Bir de bu ve benzeri çoraklaşmaların, iğdişlerin, beyin göçüne sebep olanların, siyaset ile darbe planlayıcıların uzun boylu ilavesi de kritiğe muhtaç konulardır. Ama biz şimdi sadece mahkeme kararlarını yorumsuz olarak konu edinen, İletişim Yayınları arasında çıkan “Şehvetiye Tarikatı” kitabından bahisle utancımızı dillendirmek istiyoruz. Okumaya utanılır şeylerin mahkemece azli, şikâyetlerin geri aldırılmasıyla devam ettirilen alçakça fiiller, mide bulandırır durumdadır kitapta.

 

Siz, Kötü Sonuçların Sebeplerini Hazırlayanları Tanıyabildiniz Mi?

Geleneğin izini güya takip etme adına, tamamen ticarette ranta, kirli siyasette oy deposu olmaya, cepçi aracıların tırtıklamalarından ve efendi edindiklerini destekleme karşılığında yastık altı bahşişlerinden nemalanan bu kapalı yapılar, insanları mistik bir kuşatmaya almış durumda. Günlük alışkanlıkları düzene koyma adına, vitrinde sergileyeceklerinin mensubiyet bağını pekiştirme, ekonomik çıkar sağlama alanını geniş tutma dışında, millete hükmeden her alanın din ile karartılması, tercihlerin çelici süslü yüzüdür. Oralara dâhil olmak, hayata müdahil olmaktan uzak durmaktır.

Toplumsal hayat için çıkış yolu bilmezlerin, çarede çaresizlerin, birikimi olmayanların, nefis terbiyesi adına sahte bir iç coşku ile karanlık yapılara bağımlı kılınması, din adına insan avcılığıdır. Dünya ve ahiret sabotörlüğüdür. Bunlar; avını çoğaltmak ve pazarlarda yüksek bedelle oy satmanın dışında bilinçli bir din-dünya görüşünden de beri kılmanın tuzak kurumudurlar. Siyasi anlamıyla, ‘Kolla beni, (destekleyeyim) kollayayım seni’ demektir bu! Bunun içindir ki; adananların veya kabule razı olanların edinimleri, toplumsal, kültürel, siyasal, sosyal bir katkıyı, değeri ifade etmez. Çünkü olmuşu ve olanları anlamaları değil, izlemeleri, hatta görmemeleri yapılanmalarının özüdür. Üç maymun hikayesini icra için şartlandırılırlar.

Kalabalık toplulukların, kitleye rabıtayla dâhil olmuş insanların oylarını kullanırken bile, aklını tercihinde kullanmaması, demokrasi adına utanç verici bir tiyatrodur. Bu da sadece kitle partilerine sağladığı avantaj, onları mutlu etmeye yetiyor. Fikir ve irade olmanın dışındaki bu seyir, benimsenmiş bir köleliğin tesisini sağlar. Bu güdük, talimatla tercih üretme cambazlığı, asla hakiki kulluğa ve insan özgürlüğüne yol vermez. Kendimizi inkâr, kabiliyetimizi geliştirmeme, aile ve toplum huzurunu hiç akla getirmeme oyununa teslimiyettir. Bu toplanan ve iradesi bloke edilenler, hemşerilik derneklerinden tutun da vakıf, diğer dernek, sivil(!) kuruluşlar ile diğer benzerleri de amir güçten kadro ve ulufe almanın maratonu içinde olurlar.

 

Fikir, Mücadele, Sabır, Şükür… Tevhit Kaynaklı Hayat İlkelerinin Takibi Olan Zikir…

Ülkemizin kurtuluşunu hala cehaletin yönettiği zikir halkasında görüyorsak, gösteriyorsak daha çok çekeceğimiz var demektir. Nefsin terbiyesine itirazımız yok. Nefsin terbiyesinin sadece bu yoldan olacağını iddia eden; kendini selden, felaketten, depremden, işgalden koruyamaz. Çünkü nefis terbiyesi; dünya kurtuluşunu, ahiret selametini kapsayan çabalarla olur. Bu çabanın direksiyonunda mutmain olmuş akıl var olmalı. Aklı kıvamına getirmemiş ve aklı rehberiyle tanıştırmamışın nefis terbiyesi mi olur Allah aşkına?

Nefis terbiyecileri, kötülüğü emredenlere, ‘zinayı yasayla suç olmaktan çıkaranlara’, ‘eş başkanlara’ neden hiç dokunmazlar? Kötülüğü emredenin emri altında nefis terbiyesi, kuru bir iddiadır, aldatmadır, zulmü gizleyerek zalime onaydır. Kötülüğü emredenin gölgesinde, desteğinde nefis terbiyesi, ya gizlenmiş bir korkunun veya keyif veren ortaklığın adı olmuştur. Nefse karşı en büyük silahlardan birisi idraktir, kararlılıktır, çözülmemenin sabrıdır. İradesi olmayanın suskun miskinliği de hiçbir zaman sabır olmaz. Sabır iradeye ve güce bağlı bir frendir. Savrulmamızı önler. Sabır; aksiyonu akideyle birleştirme düzenlemesidir ve halin mayasıdır. Sabır; yeni hamleler için, doğru ölçmekle biçmenin hazırlığıdır.

Allah’ın (cc) emirlerinin hâkimiyetinin şahıs üzerinde kurulması; imanla, iradeyle, salih amelle ve kulluğu yaşatan ibadetle olur. Bu ibadetlerle; dinginliğin, sükûnetin, kulluk bağını anbean tazelemenin bizdeki pratiği sağlanır. Nefsin arzularının kıvamının da inanç, ahlak ve meşruiyet dâhilinde olması, helâl-haram bilincini devre dışı bırakmaması, emre iradi teslimiyeti, sorumluluğu icranın sabrını gerektirir.  Orucun sabır, yokluğu tatma ve sağlık ibadeti olması haşa boşuna mıdır?

 

Değerli Oluşumuzu; Kendimizi Tanımamız ve Geliştirmemiz Belirler.

Yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız; fikrî, iktisadî, kültürel, siyasî ağırlığımızı belirler. Ülkenin güçlü olması veya zayıf olmasının altında hain bir etki, bir maya veya asalet mayasını bozma çabası vardır. Ezası bizden, toplumun kendisinden, gönül ve imkân verdiklerimizden kaynaklanan örtülü sorunlardır bunlar. Bu melül, bu zavallı, bu sefil, bu cehaletin girdabındaki inleyişimizin sebebi; devlet erkinin muvazaalı tavrının sonucudur. İnsanlarımızla ilgilenenlerin zavallılığından, ilimsizliğinden, insanımızı budayıp yanlışa bende etmelerinden kaynaklanıyor. İnsan adına yapılan bu insafsızlığın, din adına Cennetle Kurtuluşa taşıdığını söyleyip bataklığa taşıyan bezirgânların, mide bulandıran iş ve ilişkileri, hukuk devletinin işletilmemesinden, akıl ve ilim dışılıktan beslenen bu yapılar, diyanetin murakabesinin enselerinde olmamasından kaynaklanır.

Kamu iradesi, toplumu parselleyenlerin içlerindeki cepçileri ayıklaması, cinsel sapıklığın örtülü perdelerini parçalaması, bâtıni sapkınlıkları denetimlerle-müeyyidelerle cezalandırması, kontrol altına alması gerekir. Yasal düzenlemeler, icraya gücü yeten bir denetimin kudretiyle insanımız; din ve ilim zihniyetinin engeli olan bütün kötü niyetli çabalar durdurulmalıdır. Aklımızla gözümüzü körleştirerek toplumsal değeri yok eden, manevi dayanaklarımızı alay konusu yapan bu yapılar, ur temizlenir gibi temizlenmelidir.

Tövbeyi, arınmayı, akıl ve ilimle sahih kılacak bir devlet müdahalesine ihtiyaç yoksa Evrenosoğlu ve Oktar gibi şarlatanlardan, şantajcı tacirlerden kurtulamayız. Bunların akasındaki din tahrip merkezleri bilinmeli ve etkileriyle beraber yok edilmelidir. Dinî duygulardan faydalanarak holdingleşen, şartlandırdıklarıyla devlet tahribine çanaklık eden ve edecek ihanet şebekelerine dönüşmesini engelleyecek kararlılıkta olması şarttır. 15 Temmuz’u doğuran felaketin benzerini sessizce devam ettiren, etkin gruplara bazı bakanlıkların imkânlarını peşkeş çekme durumu, ‘Bekâ Davası’ güdenler için çok ciddi bir kaygı nedenidir. Devletin milletsiz, milletin devletsiz kalacağı bir serkeşliğin girdabında debelenme, var olmak değildir.

 

Aklı ve Vicdanı Islah Olmayanın Nefsi Asla Islah Olamaz.

Bunun için diyoruz ki; nefsi biraz bastırarak bazı kötülüklerden sakınılması ve kaçışı yeğleyenlere insanı kâmil denilemez. Aklı ıslah olmayanın nefsi ıslah olur mu? Nefis, sadece bastırılır. Bu da nefsin kötülüğünü ve habisliğini artırır, azgınlaştırır. Çünkü nefsin de amiri olarak direksiyonunda imana bağlı akıl vardır. Yapılanlarla sadece nefis bir süreliğine hapsedilir. Bu baskılama, hapsetme işi de kurgu, korkudan azade kılan bir gölge oyunudur. Hâlden, hayattan koparıp, muhakemesiz ve murakabesiz ceset kılar insanı…

İlahi emri, müjdeyi ve azabı idrak ediş, akılla ve imanla olur. Mesela namaz dosdoğruysa; fahşadan korur, hak sahiplerinin hakkını yemekten Müslüman olan korkar. Namaz, zekât, oruç; Allah’ın emrini anmadır, yaşamadır. Boyun eğme, itaat etme emridir onlar. Bunun için “Namaz müminin miracıdır” buyurulmuştur. İbadetler, inanan herkesin birey olarak görevidir. İbadetinde samimiyse yapan kendi kazanır. Diğer insanlar olarak bizler ondan bir şey kazanıp kaybetmeyiz. Bizim kazancımız; o kişinin topluma dönük hak-hizmet ve işlerde insan hakkına, yanlışın vebaline karşı göstereceği olumlu tavırdır. Hak için beyan edeceği çözümdür. İbadet; ahlak, itikadın ve eylemin (icraatın) ayrılmazı olduğuna göre, ihlasla yapılması halinde, bizi insanların (kamunun) faydasına olan ‘salih amelle’ bütünleştirir. Nihai kurtuluş; kendimizi ıslahtan sonra, hayatın bütününe uzanan salah amelleridir. Yani millet hayatına, insanlığa yönelik ıslahtır, çözümdür. Hayatın hallerine müdahil etmeyen ibadet, imandan kopmuş duygusal bir deşarjdır.

Bizimle sınırlı ibadetin hedefi de iyiliği yayma, dışımızla alakalı olan ve değer kazanan “faydalı olmaya” hazırlıktır. Namazla, oruçla, hac ile sınırlı kılınan bir din anlayışı yanlıştır, egoistliktir, eksiktir, sapmadır, el etek çekme ile sorumluluğu inkârdır. İnsan kurtuluşuna kapalı bir sığlıktır, bütünden sapmadır.

Eksikten, günahtan kim beridir? Her yaptığının neticesini bilen, amelleri mutlak hayra dönüşmüş kim olabilir ki? Kabul arzumuzda, ümit ve korku hali, mihenktir. Şerden sakınan ve sakınmayı bilenler salihlerden olma haline daha yakındır. Şerden sakındırmanın meşru hayatını ve edebini inşa edenler de ancak bunlardır!

İbadet ile dua, fiili ve kavlidir, “Yan yatıp” el açma ezberi değildir. Önce sorumluluğumuzu icra ederiz, sonra hayırlı netice için talebimizi Allah’a arz etmiş oluruz. Yani tohum ekilmemiş tarlada mahsulü beklemek, abestir. Arz etmeye çalıştığım da haşa Allah, var kılmaktan aciz olduğu için değil, bizlerin, varlığın fıtratına şart olarak belirlediği değişmez kanununu saymayıp abesle meşgul olmamızı haktan sayma yanlışımızdır. Hayatın edebinden sıyrılma haline tutulmak bir inkârdır. Haşa Allah’ı hizmetimize çağırmak (yardımımıza değil) için ibadet etmek, iman kılıklı bir şirktir. Emirleri, bildirilenleri böle böle sadece din görünümlü bir parçada yoğunlaşmak, insanın kendi eliyle hazırladığı hem dünya hem de ahireti için bir felakettir. Bunun için kullukta kemâlin, dünyada galibiyetin, işlerde başarının sırrı: “gerçekten iman etmektir” ve imanın gerektirdiği hayatı yaşamaktır. “Gerçekten iman” etmeye bizi yakın kılmayan, hayattaki sorumluluklarımızı rafa kaldırtan bu sahte nefis terbiyesi adındaki toplum iğdişini, aslına rücu ettirecek ilim ve devlet müdahalesine ihtiyaç vardır. Bunlar kayıplarımızdır, zayi olmasına göz yumulanlardır ve ehliyeti gerektiren müdahalelerle kazanılmalıdır.

 

“Deveyi Yardan Uçuran Bir Tutam Ottur”.

Müslüman, başkasının ibadeti ve kıyafetinden daha çok kendisiyle meşgul olur. Düşüncesini iyiden yana değiştirmeye yarayanlarla, işinin ve yaptıklarının doğruluğuyla alakadar olur. İşin yanlışını muhakeme eder, mahkeme ettirir. “Yıkayan eldir”, lanetle dışlayan değildir. Yani aklı yola girmişin işi düzgün olur. Teşekkül etmiş akıl, anı değil; sonrayı, toplumsal faydayı esas alır. Davranışlar; bu düşüncenin, fikrin eseri olur.

Arızalı davranışın, çıkarcılığın, hukuksuzluğun dayanağı ve kirlenmiş düşünceye rehberlik eden sıhhatli bir iman olamaz. Âlimin velayetini kerih, cahil ama abid olanın velayetini, ‘Allah dostluğunu’ sahih görmenin ne derece doğru olduğunu sorgulamak elzemdir. Dinin sadece cahillere ve abidlere, sahte bir züht örtüsüyle has kılınması, ilmi farz kılan dinimize, “Mutlak Âlim olan Allah’ın” şanına hakarettir. Allah’ın en sevgili kullarının, veli olanının, kâmil insanın, sadece ve sadece bu tekellerde olması, çirkin bir ruhbanlıktır.

Cennet-Cehennem bahşeden (haşa) bu yapı ilâhlık iddialarını okus-pokusla fark ettirilmeyen, mistik bir coşkuyla kafa bulandırma, mal tırtıklama, namus kirletme oyunlarıdır. Bu nedenledir ki, millet düşmanları 1980 sonrası hali ve fikriyle meşruiyete dahil edip kontrol etmediğimiz bu toplumsal çürük tarafımızı detaylarıyla keşfetmiştir. Onların bir kısmıyla ilgilenmişler, yönetmişler, yönlendirmişler ve desteklemişlerdir. Bunlar Hamper’dan, Lawrence’ den beri bildiklerimizdir, şaşılacak şeyler değildir. El atılanlar, dünya nimetini sözde reddederler, sadece uhrevi görünürler ama dünyevî edinimlerin, çıkarların tamamına karşı da azgın kapitalistlerden daha vahşidirler, açtırlar.  Saltanat erbabı gibi yaşarlar.

Ruhaniliği, ruhbanlığa kılıf kılmanın şartları karanlık ellerle ve maşalarıyla topluma benimsetilmiştir. Yasal olan dinî kurumların dışındaki bu yapı, her türlü akademik çabayı bile inceden inceye işler ve kendine bende yapmaya çalışır. Boyunlarına halat attırır. Dinin görevlilerine karşı dinin tek sahibi, has adamı sadece bunlardır. Tıpkı Katolik dünyasındaki, tıpkı İran’daki ruhbanlar gibi… Çünkü onlarda din adamı olan baş imam yanılmaz. Emri, İlahi’dir. Emirleri, beyanları (haşa) Allah adınadır, yetki ondadır. Onları imandan önce kurtaran imamdır, iman değil imam kurtarır. Allah’ı ve Dini temsil yetkisi onlarındır. Allah’ın maksudunu sadece onlar bilebilir, gayrısı değil! Kim gibi? Hristiyanlıktaki papa ve papazlar gibi! Bunlar şimdi biraz daha etkisiz, payına düşeni alıp biraz sükûta erdiler. Hıristiyanlıktaki ruhbanlık da bulamaç dindarlığa, din kılıklı sapmalarla zenginleşmiş bir şirk olarak bizdeki yapıya ilave olur. Yahudilikteki Allah’ın en has kavminin Yahudiler olduğu yalanı, tahrifi, hep aynı şirkin farklı sürümleridir. Bütün bunlara inanmanın, teslimiyetin yanlışlığını, sapkınlık olduğunu bilmek gerekir. Din; iğfalin ve toplumsal gücü elde emek isteyenler için ciddi bir av sermayesi durumundadır, korunmasızdır.

Demek ki sağlıklı bir din anlayışına ve sağlıklı bir toplum birlikteliğine ihtiyaç var. Devletin okullarıyla, diyaneti ve bilumum gücüyle sahteleri ayıklaması için toplumun asıl derdini anlamasına, doğruya yönlendirmesine ihtiyaç vardır. Ayrıca ıslah olmayanları adaletin kudret eline vermesi de gerekli. Yoksa aklı, nefsi, nesli bozucu bu yapı ve yapılardan çekeceğimiz var demektir.

Bir tutam dünya çıkarı, mevkii, rütbesi için tabi olduğumuz aldatılmış, amaçsız kalabalıklar, yardan uçuran bir tutam ottan/çıkardan (yalancı kurtuluştan) başkası değildir. Bu büyük milleti, bu nefis ve ecnebi kuklası yapılara karşı korumak; dinî, ilmî, millî ve insanî bir görevdir. Demek ki insanlığa ve insanımıza İslam lâzım, ama tam İslâm! Kâfirin zulmünü durduracak, iradesini, kendi irademize tabi kılacak çaba, örneklik, inanç ve fikir gerekli. Bizi elimizle, aklımızla, fikrimizle, hedefimizle, millet bilincini filizlendirecek, Muhteşem Türkiye hedefine yöneltecek bir müdahale acilen gerekli.

 

İmanın Sahih, Amelin Salih Olması, ‘Allah Dostluğunun’ Kendisi Değil, Belirtileridir.

Kâfirler, müşrikler; Allah’ın emrinin düşmanıdır. Ama Allah’a iman edenlerin hepsi ise kardeştir. “Allah dostu” ne demek? İman edip salih amel işleyen herkes Allah’ın kulu ve dostudur. Bilinmez mânâ âleminin bilinir temsilcileri olan yapılar, hiç çalışmadıkları halde Karun kadar neden zengindirler? Hiçbir meslek ve sanatları olmaksızın tabi… Allah dostu; iç ve dış aksiyonu (amel ve uygulamayı) birleştirendir. Çabasıyla başkalarına örnek olur. Kimin amelinin makbule layık görüldüğü, dost kıldığı ise her Müslümanın meçhulüdür, Allah’ın bileceği bir akıbettir nihayet. Allah’ın bildiğini bilmek (haşa), bizi nasıl Allah dostu yapar? Vitrindeki Allah dostlarında cihat yok, maişetini eliyle kazanmak yok! Ama bunlar cenneti hak ettiren imanı bahşediyorlar(!) İman felaketinin önündeki bu ‘iman selameti’ yalanı, din adına zulümdür, felakettir. Üzerimize yağan pisliklerin sebebidir.

Cihat dinimizde önemli bir kavramdır. Hakkın ölçüleriyle hayata katkı sağlama, bireysel ve toplumsal sorunu çözen müdahalenin adıdır. Bunlarda bu yok! Barış ve güvenlik için olmayan savaş, din kılıklı bir zulümdür. İrşadın, hak ve hukukun şifa vermediğine gözdağı verme halidir. Hukuku olan bir savaş, imhayı değil, zulmü imha hedefindedir. Yani ezbercilerin bildiği gibi savaş, sadece kılıç kalkan oyunu değildir! Öyleyse sorumluluk, akleden akılla başlar. Kurtuluş için donanmayan, kurtuluşu aramayan akıl, kurtuluşa rehberlik etmeyen akıl çökmüştür. Oyalayanı kovalamak devletin işi, bize sadece söz ve sakınmak düşer.

 

İman; Hayatı, Kâinatı, Eşyayı Doğru Anlamanın Ardından Teşekkül Eder!

Yaratılışın gayesi insanda teşekkül etmeden, sahih bir Allah inancı de teşekkül etmez. Bu inancın karşısında Lat, Menat, Uzza yok ama başka çeliciler var. Makam, menfaat, korku, nefis, haz, konfor gibi gizlenmiş şirk bobinleriyle örtülmüş bir dış dünya, çevre var. Yani medet umulan yeni, farklı putlar var. Hadid Suresi “Katımdan indirdiğim iki değer: demiri ve adaleti” ferman buyurur. Demirin ve adaletin ilmihali farklı. Maddenin ilmihali ilimdir, tekniktir! Bizim yüz çevirdiğimiz ilim yani…

Allah’ın son Peygamberinin getirdiği dinin kaynaklarıyla oluşan inanç ve sistemin adı, İslam’dır! Onunla ıstırap gününün azabından kurtulmaya çabalarız. İslam ki; insan içindir. İnsanı anlamayanlar, İslam’ı anlayamaz. İslam’ı anlamayanlar da insanı anlayamaz. Bunun için deriz ki; Allah’ın emrine uymayan dua, geri döner. Sebeplere müracaat ve gerekleri anlamak, yapmak gibi bir sorumluğumuz var. Öyleyse çabamız kadar idrakimiz, âlemi ve olayları kapsayacaktır. İdrakin aydınlığına, iç aydınlığa feraset diyebiliriz. O da imanın, doğru bilginin, iradenin, kararın, çabanın, sabrın, şükrün alametidir. İnsan; bilgi, irade, karar ve sabırlı mücadele ile sağlıklı hayata ve imana kavuşur. Şükretmeyen, nankördür. Aklımızla şükretmek; aklımızı bilmeye, bulmaya memur etmektir.

Hal bu hal iken, ucube kılık kıyafetlere bürünerek, kendini kurtarıcı, mensuplarını kurtulmuş olarak takdim edenler, meczup değilse ihanetin sabıkalı mahkumudurlar.

Görene görünür. Aklen, ahlaken, dinen ve siyaseten köre ne görünür?

Yorum Yapın

Navigate