‘TÜRK MİLLETİ’NİN BEKA DAVASI’ VE ‘ŞARK MESELESİ’

BİLAL SÜRGEÇ

Millet olarak büyük felaketler yaşıyoruz. Felaketin farkında değiliz. Çünkü nedenini bilmiyoruz. Bu da tarihten bihaber oluşumuzdan kaynaklanıyor. Tarih bilmiyoruz. İlk çağlara, Orta çağlara, Yeni çağlara gitmeyelim; milletimizi tarih sahnesinden silmek için geliştirilen planların hiç birinden kitle olarak haberimiz yok. Yöneticilerimizin zaten haberi yok!.. 

200 yıllık dönemde maalesef tarihin özeti şudur; Tanzimat’a söv, Mustafa Reşit Paşa’ya söv, Mithat Paşa’ya söv, Sultan Abdülhamit’e laf et! Osmanlıya laf et, Cumhuriyet’e laf et, Mustafa Kemal’e laf et, İsmet İnönü’ye laf et vs… Peki emperyalist planlar! Neden Türkellerini ve Musul’u işgal edenlerin Musul’u Türkiye’ye kaptırtmamak için çıkarttıkları iç isyanlardan, suikastlerden hiç haberimiz yok.

İnönü’nün Lozan dönüşü Kazım Karabekir’e “Kazım! Lozan’da bize dikte ettirdikleri maddeleri uygulamak için ya dinsiz olacağız ya da uygulamamak için fırıldak olacağız” sözündeki şifreyi tehlikeyi hiç anlamadık…

 

Bu Toprakların Asıl Sahibi Biziz!..

Mustafa Kemal, Türk Tarih Kurumunu neden kurdurdu? Türk Tarih Kurumu, neden Anadolu’nun köy köy, şehir şehir Selçuklular tarafından nasıl alındığını anlatan tarih kitapları bastı? Neden mezardaki iskeletleri çıkartılıp ırkçılığı ideoloji haline getiren Avrupa’ya onların metodu ile cevap vermeye çalıştı?

Avrupa, 19 ve 20 yüzyılda ırkçı, iskeletçi, kafatasçı anlayışa sahipti, Türkiye o anlayışa karşı Anadoluculuk akımını yerleştirmek için neden çaba gösterdi? Neden, “Bu toprakların asıl sahibiyiz, Hititler, Sümerler hepsi Türk” çabasına girdi? Bu ülkede milletimizin var oluşunu sürdürmek için her yol denendi. Mücadele edildi. Bunu anlamadık da günümüz anlayışı ile kalktık bunları eleştirdik. Batı’nın silahıyla Batı’ya cevap verişini hiç anlamadık, hiç merak etmedik!..

Cumhuriyetin ilk yıllarında yabancı okulları denetim altına almak için bütün eğitim-öğretimi Tevhidi Tedirsat ile tek elde toplayınca; emperyalist güçlerin, bölücü tayfanın liderlerini yetiştirmek için onları nasıl yurtdışında eğittiklerinden hiç haberimiz olmadı.

 

Rusya, Osmanlı Türk Cihan Devleti Üzerinde Yaşayan Ortodoksların Hamiliğine Soyunuyor

Osmanlı idaresinde Keldani, Nesturi, Suryanilerin, Müslümanlarla asırlarca barış içerisinde iç içe yaşadıkları bir tarihi vakadır. Her şey 1683 II. Viyana yenilgisiyle başladı. Karlofça Antlaşması Devlet-i Aliye’nin artık dünyanın bir numaralı gücü olmadığının belgesiydi. Onun kadar bir başka acı belge de Küçük Kaynarca’ydı. İlk kez Müslüman bir Türk devleti Kırım Osmanlı’dan kopuyor. Osmanlı topraklarında yaşayan Ortodokslar Rusya’nın manevi himayesine bırakılıyordu.

Avrupa’da sanayi devriminin gelişmesi, sömürgecilik faaliyetlerinin yoğunlaşması Osmanlıyı Batı’nın, emperyalizmin bir numaralı hedefi haline getiriyordu. Batının casusları; oryantalist, misyoner, gezgin, arkeoloğ olarak Osmanlı topraklarında boy göstermeye başladılar.  Misyonerlik bir din tebliği değildi. O kisve altında beşinci kol faaliyetiydi. Misyonerliğin en parlak devrini yaşadığı 19. yüzyılın ortalarında İngiltere’de “Biz Hindistan’a bu kadar misyoner, bu kadar para göndermek zorunda mıyız?” şeklinde tartışmaların olduğu sırada misyonerliği savunanlar, “Hindistan’da orduların, diplomatların yapamadıklarını bizim gönderdiğimiz misyonerler yapıyorlar” demişlerdir.

 

Nastruriler, Misyonerlere Karşı Osmanlı’nın Yanında

XIX. yüzyılın ortalarına kadar Güneydoğu’da Nesturilerle bölgedeki en yakın komşular Kürtlerin arasındaki ilişkiler gayet dostane idi. Nesturi patriği bulunduğu bölgede en üst düzeydeki Osmanlı yöneticisi ile aynı konumda sayılırdı. Aralarında bazı ufak tefek çatışmalar olsa da birbirlerine karşı düşmanlıkları uzun sürmemekteydi.

1840’lı yıllara gelindiğinde ise özellikle Amerikan ve İngiliz misyonerlerin Nesturiler üzerine faaliyetleri sonucu Kürtlerle Nesturiler arasındaki iyi olan ilişkiler bozulmaya başladı ve iki millet süreklilik arz eden bir şekilde birbirlerine düşman haline geldiler. Kürtlerin Nesturiler üzerine saldırılarından sonra Osmanlı topraklarından ayrılmak zorunda kalan İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin ilk teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı. Hatta Nesturi Patriği Abraham’ın (1820–1861) katliamlardan misyonerleri de sorumlu tutarak bütün yabancılarla uzlaşmaz bir tavır içine girmesiyle Osmanlı topraklarında Nesturilere yönelik misyonerlik faaliyetleri durdu.

 

Misyonerlerin, Azınlıkları Kafa Kola Alma Çalışmaları

Batılı devletlerin, emellerine ulaşmaları için Osmanlı coğrafyasında nüfuz alanlarına sahip olmaları gerekmekteydi. Nüfuz alanları ortaya çıkarmanın bir yolu ise azınlıklara sahip çıkmaktan geçmekteydi. Batılı Emperyalist devletler, misyonerlik faaliyetleri vasıtasıyla Osmanlı bünyesindeki azınlıklar üzerinde, dolayısıyla da Osmanlı Devleti üzerindeki nüfuzlarını artırmaya gayret ettiler. Destekledikleri ve himaye ettikleri misyonerlik faaliyetlerini siyasal projelerinin bir parçası olarak gördüler. Dinlerini yani Hıristiyanlığı siyasetlerine alet ettiler.

Örneğin laikliği benimseyen Fransa, Cizvitleri topraklarında barındırmamasına rağmen, dışarıdaki çıkarları nedeniyle onların hamiliğini yaptı ve elinden geldiği kadar onlara destek oldu. Vatikan’ı abluka altında tutan İtalya, emperyalist politikasını papazlar üzerine kurdu.

Hatta ülkesinde dini tümden yasak eden Rusya bile Ortodoksluğu kullanmaktan geri durmadı. XIX. yüzyılda Fransa Katoliklerin, Rusya Ortodoksların üzerinde koruyucu sıfatına sahip iken İngiltere’nin hamisi olduğu bir millet yoktu. Çünkü Osmanlı Devleti’nde henüz bir Protestan milleti mevcut değildi. İngiltere’nin Osmanlı tebaasından Protestan millet oluşturma hedefi ancak misyonerler sayesinde gerçekleşebilirdi. Bu nedenle İngiltere, kendi misyonerlerinin yanında Osmanlı topraklarında Protestan milletin oluşmasına en büyük katkıyı sağlayan Amerikan misyonerleri de elinden geldiği kadar desteklemeyi ve himaye etmeyi ihmal etmedi. (1)

 

ABD, Monroe Doktrini ve Misyonerlik Çalışmaları

Misyonerlik faaliyetlerine önem veren başka bir devlet de ABD idi. Çeşitli Avrupa ülkelerinden göç eden insanların kurdukları kolonilerin birleşmesiyle oluşan Amerika Birleşik Devletleri, halkının ulusallıkla bir ilgisi olmamasından dolayı, çoğunluğun oluşturduğu Protestan mezhebi çevresinde bir bütünlük sağlamak istedi. Protestanlığın önce Amerika’da, sonra da tüm dünyada yayılması bu devlet açısından önemliydi. ABD için bundan daha önemli olan bir mesele, dünyanın sömürgeci devletler tarafından bölüşülmesinin ABD’ye getireceği zararlardı. Bu pastadan kendisi de pay almak istiyordu.

ABD, Monroe Doktrini (1823) 10 nedeni ile kendi kıtasının haricindeki siyasi olaylara doğrudan karışamamakta ve kayıtsız kalmaktaydı. ABD’nin büyük çıkar beklentileri ile göz diktiği Osmanlı toprakları üzerinde spekülasyonlara girişmesi Monroe Doktrini’ni yok saymak olacağından, Avrupa’nın kendi içişlerine karışması söz konusu olabilirdi. Bu nedenle ABD, misyonerlerden faydalanma yoluna giderek işi uygun bir kılıfa soktu ve kapalılık politikasını kendi menfaatleri doğrultusunda delmeye çalıştı. Misyoner teşkilatları resmi kurumlar olmayıp sivil toplum örgütleri olarak kabul edildiğinden Monroe Doktrini delinmemiş olmaktaydı. Bu şekilde misyonerlik, ABD’nin Osmanlı topraklarında kendine ekonomik, sosyal ve kültürel bir hayat alanı oluşturma çabalarının bir aracı oldu. Bütün Protestan misyonerlik örgütlerinin daha sistemli çalışabilmek amacıyla dünyayı kendi aralarında paylaştıklarında, Osmanlı coğrafyasının büyük bir kısmının ABD misyonerlerinin payına düşmesi ABD’ni hedeflerine daha fazla yakınlaştırdı. Osmanlı Devleti ile kalıcı bir ABD bağının kurulmasında en büyük etken misyonerlerce kurulup işletilen eğitim ve hayır kuruluşlarının faaliyetleri oldu. (2)

 

Misyonerler, Nestrurileri Kürt Beylere, Kürtleri de Devlete Karşı Kışkırtıyorlardı

Avrupa, sanayi devrimini gerçekleştirdiğinde bu sanayi çalıştıracak petrolün Osmanlı Devletinin Irak ve Arabistan topraklarında olduğu keşf edilmişti. Dolayısıyla oyunlar burada yoğunlaştı.

Irak’a, ajanlar, misyonerler, oryantalist arkeoloğ kılıklı gelirken Arabistan’da Vehabi mezhebini kuran Abdulvehab bizatihi İngiliz ajanları desteği ile bu mezhebi yaygınlaştırıldı.

1840’larda İngiliz misyoner ajan Badger, Hakkari’de Nasturuleri Osmanlılara vergi vermeyin diye kışkırttı. Tanzimat’ın Müslüman ve gayrimüslimleri her alanda eşit bir statüye getirmesi, Nasturilerin yıllardır tâbiyeti altında oldukları Kürt beylerine karşı başkaldırıp yönetimlerini tanımamalarına yol açmıştır. Bölgeye gelmiş olan Batılı misyonerler, Nasturilere gelip “Uyanın artık, devir değişti. Tanzimat geldi. Padişah ferman verdi. Kürt beyleri artık sizin kılınıza bile dokunamaz. Sizden vergi de alamaz haraç da alamaz…” diye propaganda yaparken Nasturileri, Kürtlere karşı, Kürtleri de Tanzimat Fermanı’na ve dolayısıyla Osmanlı Devletine karşı kışkırtıyorlardı. İstanbul’daki İngiliz elçisi, yetkisi olmadığı hâlde Tanzimat Fermanı’nı uygulatmak için Türk hükümetine sürekli baskı yaparken Şemdinli’de İngiliz misyoneri ve gezgini Badger, “Bu ferman, Kürt beylerinin pabucunu dama atıyor” diye konuşuyordu.(3)

 

Misyoner Ainsworth: Osmanlı’nın Zayıflaması İçin Nesturileri Kışkırtık…

ABD misyonerlerinin Hakkâri’de kurdukları misyoner okulu bir kale büyüklüğündeydi. Halbuki Osmanlı yönetiminde mahalli bir inanç önderi mesela Nesturilerin en yüksek din adamı Marşemun (patrik demek) Osmanlıya bağlı en yüksek konumdaki yönetici ile protokolde aynı haklara sahipti. Gittiği şehirlerde beylerbeyi protokol uygulaması ile karşılanırdı. İngilizler onları kandırdılar. 1843’te isyan çıkartılar. Ama bu Nesturilere pahalıya patladı fakat İngiliz ajanlar için bu hiç önemli değildi. Misyoner Ainsworth “Nesturileri kışkırtık, onların ezileceğini biliyorduk; ancak Osmanlı’nın zayıflaması için bölgede kargaşa çıkması lazımdı. Bu gerekliydi. Onların ezilmesi bizim için bir işti, dolayısıyla iş, iştir” diye hatıralarına yazdı…

Asahel Grant Amerikalı doktor misyonerdi. 1840’taki Hakkari’de faaliyet gösterdi. Asıl mesleği ile yerel idarecilerle dostluklar kurdu. Kale büyüklüğünde misyoner okulunu kurdu. Osmanlı mahalli yöneticiler bunu Erzurum valisi Halil Kamil Paşa’ya bildirdiler.

Erzurum valisi, yaptığı soruşturma sonucunda, Grant’ın söz konusu mahalde konak tarzında bir okul inşa ettirmekte olduğunu ve bölgedeki Hıristiyan çocukları Protestanlaştırmaya çalıştığını, bu nedenle binanın yıkılması ve Grant’in bölgeden uzaklaştırılması gerektiğini istedi. Bu soruşturmalar sonucunda Amerikan Elçisi Mr. Brown Bab-i Âli’ye çağrıldı ve Osmanlı yönetiminin bu dağlarda okul açılmasını istemediği kendisine bildirildi.

Bölge halkı değil misyon merkezi inşaatını, bölgede dolaşan misyonerlerin ya da Avrupalıların bizzat kendileri bir tehdit unsuru olarak anlamaktaydı. Expedition for the Exploration (Keşif Gezisi)’nin bir parçası olarak 1840 yazında patrik haneyi Anglikan kilisesi adına ziyaret etmek için Hakkâri’ye ulaşan İngiliz coğrafyacı-araştırmacı William Francis Ainsworth’a bölgede karşılaştığı bir Kürt beyi şunları söylemekteydi: “Burada ne yapıyorsunuz? Bu memlekete Frenklerin girmeye haklarının olmadığını bilmiyor musunuz? Hiç rol yapmayın! Kim olduğunuzu ve ne yapmak istediğinizi biliyorum. Siz bu ülkeyi almak isteyen güçlerin öncü kuvvetlerisiniz. Bu nedenle önce sizin varınızı yoğunuzu almamız lazım, çünkü sonra siz bizim malımızı mülkümüzü elimizden alacaksınız. (4)

 

Mark Sykes Arapları Türklerden Ayırdı ve Allenby Ordusu Bayrağı Altında Topladı…

İngilizlerin. Almanların, Fransızların, ABD’lileri bu mantığı hiç değişmedi. Menfaatleri için Arap, Türk,  Ermeni, Kürt, Nasturi vb. tüm toplulukları toplumları emperyalist menfaatler için birbirini boğazlatmak… Böl parçala yönet politikası ile toplumları düşman ederek, ülkeleri zayıflatıp, milletleri bölüp parçalayıp yönetmek ve sömürüye hazır hale getirmek! Bunu da din kisvesi altında çalışan misyonerlere yaptırmak.

Çörçil’in en çok takdir ettiği İngiliz devlet görevlilerinden biri Mark Sykes’tı. Takdirini kazanmasının nedeni Sykes’in Araplarla Türkleri biri birinden ayırmakta parçalamakta bölmekteki başarısıydı: “…Birçok Afrikalı ve ABD’li kâşifler arasında Mark Sykes, Yakın Doğu’da herhangi bir hazine bulmak umudu olmaksızın ya da dini görüşleri yahut bölgesel özgülükleri değiştirmek amacı olmaksızın seyahat etmiştir. O (Sykes), kendisini Levantenler ve Filistinliler ve dahası Araplar ve Türklerle tanıtmıştır. O daha önce çok az kişinin gittiği yerlere gitti ve yolların ve ülkelerin ayrıntılı haritalarını çıkardı ki bunları ne Savaş Ofisi’nin ne de Kraliyet Coğrafya Topluluğu’nun beraber bilgisi kapsayabilir, ya da şamil olabilir… (O) Doğu’daki hizmetlerinde açıkça seçilebiliyordu. Arapları Türklerden ayırmak gibi girift ve dikkat çekici politikada o çok değerli bir faktör oldu, Müslüman dünyasını en kritik anda böldü ve neticede önemli kuvvetleri Allenby’nin ordusunda çöl bayrağı altında sıraladı…” (5)

 

Her Önüne Gelen Aşiret Reisine Krallık Veren Lawrenci ve Binbaşı Noeller

Lozan Konferansında Türkiye’nin isteklerini dillendiren İnönü’ ye Lord Curzon’un, “Topraklarınızda yaşayan Türkler dışındaki milletlere bir alfabe verdiğim gün, görürsünüz, gününüzü” dediğini bu millet hiç unutmamalıdır. İngiliz Ajanı ‘Ayn el Arab’ (Arap Pınarı) bugün ise bir Alman şirketinin adı olan Kobani’yi üst tutup buradan Doğu ve Güneydoğu’yu adım adım dolaştığını hiç unutmamak gerekir…

100 yıl önce tam 10 sene Anadolu’yu köy köy dolaşıp, her önüne gelene krallık başkanlık, bakanlık öneren İngiliz ajanlarının entrikalarını bilinmemektedir Anadolu’nun Lawrenci İngiliz ajan Binbaşı Noel’in çevirdiği entrikalar hiç bilinmemektedir. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da karşılaştığı her aşirete, her kabile reisine Osmanlıya veya TBMM karşı ayaklananın, Türklerden ayrılın, ayrı bir devlet kurun o devletin başı siz olun. İngiltere arkanızda olacak dedi. Onun aldatmacı vaadleri yalanları birçok insanın niyetini bozdu. Noel, Mustafa Kemal tarafından Anadolu’dan kovulan ilk İngiliz olduğunu bilinmelidir. İngiliz Ajan Noel’in raporlarından “Kürt aydınlar ulusalcılar ve dindarlar olmak üzere ikiye ayrılıyorlar Ulusalcılarla İngiltere her türlü anlaşmayı yapar. Onları istediğimiz her şeyi kabul ettirebilir ve yönlendirebiliriz; fakat dindar Kürtler öyle değil. İngilizlere kuşku ile bakıyorlar. Bizden uzak duruyorlar. Geleceklerini Türklerle birliktelikte görüyorlar. Kuvayı Milliye’yi destekliyorlar.”

Hele ülkemizde büyük bir kesimin; kıytırığın kıytırığı bir devlet olan, İsrail’i baş tehlike olarak göstermesi buna karşı Batı, Rus, Çin ve ABD istihbarat oyunlarının bilinmemesi ne kadar acı… İsrail, İslam dünyasını yok eden, Avrupa, ABD ve Rusya entrikalarını gizlemek ve boğaları kızdıran matadorun elindeki kırmızı bir bez olarak sallandırılan bir korkuluk devlettir. Barış Gönüllülerinin ajan faaliyetleri, istihbarat örgütlerinin çalışmaları, kurulan komplolar, PKK finansal destek için özellikle Doğu vilayetlerinden 1980’lerden itibaren Avrupa’ya kaçak yoldan sokulan ve her bir işçiden ayda 50 Eoruya denk aidat kesildiğini bu kaçak göçmen işçi olayını Avrupa devletlerinin teşvik ettiği kışkırttığı da herkesin malumudur. Ancak bu bilgi bile halkımıza yeterince duyurulmamıştır. Halkın uyandırılması için sırf bir bilgi olarak halk arasında yaygınlaştırılmamıştır.

İslam dünyasına yenilmez bir güç sunulup korkutulmalıydı. Bu da İsrail’di. Evet İsrail yenilmez bir güç olarak sunulmuştur, ancak 1973 yılında İsrail-Mısır savaşında eğer ABD olmasa Mısır ordusunun İsrail’i ortadan kaldıracak bir konum kazandığı zafer unutturulmuştur. Çünkü yenilmez bir efsane lazımdı. Bu hayali korkuluk devlete sürekli bakışlar çevrildiği için Güneydoğu’da, Irak ve Suriye’de anarşist katil PKK’ya verilen emperyalist destekler görülmemiştir. Silahların Almanya’dan İngiltere’den Rusya’dan ve ABD’den geldiği yeterince halka anlatılmamıştır.

Berlin Antlaşması’da Ermeniler lehine Doğu Anadolu’da ıslahat yapılması konusunda Almanya, İngiltere ile birlikte hareket etmişti. Hatta Alman İmparatoru II. Wilhelm’in annesi (Prenses Victoria İngiltere Kraliçesi Kraliçe Victoria’nın büyük kızı, III. Friedrich’in karısı, Alman imparatoriçesi ve Prusya kraliçesi) İmparatora hitaben yalanlara dayalı şu nasihati ediyordu: “Türkiye’deki Hıristiyan katliamı çok iğrenç, bütün Hristiyan ülkelerin görevi, bu katliamda akan Hıristiyan kanının intikamını Türkiye’den almak olmalıdır.” Doç. Dr. Suat Zeyrek’ten aldığımız bu bilgiyi veren makale Batı’nın hukuk anlayışını da vermektedir Berlin Kongresi’nde(1878) Bismarck, Osmanlı delegelerinin, Avrupa hukukundan istifadeye hakları olduğunu söylemesi üzerine, “O hukuk size göre değil” demişti. Bismarck devamla, “İşaret ettiğiniz hukukun icrasında, Almanya İmparatorluğu’nun güç ve görkemi duruyor. Batı için haklı olmak önemli değil güçlü olmak önemlidir. (6)

 

Sir Grey: Sadece Avrupa’yı Değil, Ermenileri, Kürtleri ve Diğer Irkları da İmparatorluktan Ayırmalıdır

İki asırdır Batı Ortadoğu’da kan akıtmaktadır. 1911 yılı bütün bir Batı dünyası için Osmanlı imparatorluğu üzerindeki iştahlarının açıkça belirdiği bir yıl olmuştu. Zaten İngiltere hükümeti, Sir Grey’e gönderilen gizli belgede “Şimdiki durumda yalnız Balkanları ve Avrupa’yı değil fakat Arapları, Ermenileri, Kürtleri ve diğer ırkları da imparatorluktan ayırmak olmalıdır.” denilerek etkin bir propagandanın gerekliliğini ifade etmişti. (7)

Bizim hayali düşmanlarımız yoktur. Bizim düşmanlarımız belli; işte yakın zamanda rahmete giden Kıbrıslı Türklerinden Prof. Sallahi Sonyel’in İngiliz İstihbarat Servisi‘nin Türkiye’deki Eylemler kitabı, gençlerimiz gurup çalışması olarak okutulmalıdır. İngilizlerin nasıl Kurtuluş Savaşı yıllarında çalıştığı burada anlatılıyor “İngiliz İstihbarat Servisi Ankara’da Mustafa Kemal’in yakınlarına dek sokulmayı, Bakanlar kurulu (Vekiller Heyeti) Genelkurmay Başkanlığı (Erkanı Harbiye Umumiye Riyaseti) ve Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumlarının kimilerinde alınan en önemli en gizli, kararlar ve devlet sırlarını, İstanbul’da Padişah ve yönetiminin yakınlarına dek sokulan ajanları aracılığıyla sağladığı en gizli devlet sırlarını ele geçirerek ivedilikle İngiliz yönetimine duyuruyordu.” (8)

İngilizler bu bilgiler kimden alınıyordu? Türkçe bilen Ermeni ve Rumlardan, birbirine rakip guruplardan, basın mensuplarından, Anadolu’da sözde geziye çıkan gezginlerden.

Hiç vakit geçirmeksizin milletimize kurulan komploların ‘beşinci kol faaliyetleri’ müstakil bir ders olarak okullarda okutulmalıdır.

 

‘Ermeni Yurdu’na Reddiye!..

İsmet İnönü Lozan Konferansına gitmeden önce taviz vermeyeceği en önemli konu Ermeni Yurdu tabirinin reddedilmesini sağlamaktı. Bu ifadenin kabulü Anadolu’nun parçalanması demekti. Diğeri de Musul’u vermemekti. İngilizler Musul’u Osmanlı’dan koparmak için burada Kürtlerin yaşadığını ileri sürüyorlardı. İnönü Kürtler Turani bir kavimdir, ifadesini ileri sürünce İngilizler bunun belgesini istediler. İnönü onun belgesi olarak İngiliz kraliyet yayını olan Anabritanika ansiklopedisini gösterdi… Bu konuda diplomat tarihçi Bilal Şimşir şu bilgiyi vermektedir:

İsmet İnönü Lozan’da Musul vilayetinin Türkiye’ye bağlanmasını isterken Kürtlerin Turan soyundan olduklarını savunmuştu. Orada şöyle bir cümlesi var: “Kürt halkının İran kökenli olduğu öne sürülmüş; oysa bu iddia Kürtlerin Turan kökenli olduğunu kabul eden Encyclopdia Britanica yalanlamaktadır.” İsmet Paşanın Ocak 1923’te yaptığı bu konuşma 48 yıl sonra Ankara’da hatırlanmış ve benden bu konuyu aydınlatmam isteniyordu.

İnsan gerçekten merak ediyor. Encyclopdia Britanica’da tam olarak ne deniliyor. Kürtlerin Turan soyundan geldiği ansiklopedinin hangi maddesinde belirtilmiştir. Maddeyi yazan hangi kaynaklara dayanarak ileri sürmüştür vs.

Araştırınca şunları gördüm Kürtlerin Turan soyundan oldukları Encyclopdia Britanica’nın 9 edisyonunda (1889) yayınlanmış olan Kürdistan ön maddesinde yer almıştır. O maddeyi kaleme alan kişi Henry Creswicke Rawlinson(1810-1895 adıyla bilinen bir İngiliz’dir. Rawlinson asker diplomat, Asuri tarih uzmanıdır. Asuri çivi yazılarını okuyan bir kişidir. İran’da, Irak’ta uzun yıllar çalışmış 16 kitap yayınlamıştır. Kazılardan çıkan kayalara Asuri belgelerine dayanarak Kürtlerin Turan kökenli bir halk olduğunu savunmuştur. Milattan bin yıl önce Turan’dan bugün yaşadığımız bölgeye gelmişlerdir Rawlinson 1895 yılında ölmüş ölümünden sonra da onun Kürtlerin kökeni hakkındaki görüşü 1910-1911’de değiştirilmiştir.

Bildiğimiz bir şey var İngiliz Politikasıdır. İngiltere ta William Pitt zamanından beri Rusya’nın Asya’ya doğru yayılmasına set oluştursun diye Osmanlı toprak bütünlüğünü savunuyordu. 1877-78 yılından itibaren İngiltere’nin bu politikası yavaş yavaş değişti. İngiltere Osmanlı toprak bütünlüğü yerine Osmanlı toprakları üzerinde küçük küçük zinde ulus devletler kurarak Rus yayılması önüne set çekilebileceği düşüncesini benimsedi. Osmanlı Devletini parçalama politikasına yöneldi. (9)

İsmet İnönü “Lozan’da Kürtler Turani bir kavimdir derken maksat Musul’u kurtarmaktı. İngilizler, Musul ve ona bağlı Kuzey Irak’ı vermemek için her yolu denedi. Eğer o gün Türkiye’nin tezleri kabul edilseydi bugün Ortadoğu’da -eğer emperyalistlerin fitne çalışması olmasaydı- bu kadar acılar yaşanmayacaktı. Yine Lozan’da bugün Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu Ermenilere verdirtmemek için Türkler değil Kürt kökenli siyasiler “Biz Türklerle kardeşiz mesajını” veriyorlardı.

 

…………

  1. Bayram Küçükoğlu, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri (Dünü-Bugünü-Yarını), 1. baskı, İstanbul, 2003, s. 30
  2. Selahattin Satılmış, I. Dünya Savaşı Öncesinde Neturiler ve Misyoner Faliyetler
  3. Bilâl N. Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), Bilgi Yayınevi, Ankara 2007, s. 94
  4. https://www.academia.edu/3507508/Asahel_Grant_ve_Nasturi_Misyonu
  5. http://www.atam.gov.tr/…/turk-alman-propagandasi-karsisinda…
  6. Yrd. Doç. Dr. Suat Zeyrek Tarih Dergisi, sayı 57 (2013 / 1), İstanbul 2013, s. 69-103
  7. Yrd. Doç. Dr. Suat Zeyrek, age
  8. Sallahi Sonyel’in İngiliz İstihbarat Servisi‘nin Türkiye‘deki Eylemler, TTK Yay. Önsöz kısmı, 2013
  9. Bilal Şimşir, Kürtçülük (1787-1923), Bilgi Yayınevi, Ankara 2007, s. 15-16

Yorum Yapın

Navigate