Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri arasından doğan Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran kahramanlar, milleti, Türk Milleti olarak tanımlamışlar ve egemenliği kişi ve zümreye değil millete bıraktıklarını Gazi Meclis ile tescillemişlerdir. Bunun devam etmesi için de TBMM’ni açıldığı günü çocuklarımıza bayram, Milli Mücadele’nin başladığı 19 Mayıs gününü de gençlere bayram olarak kabul etmişlerdir.
1923 İzmir İktisat Kongresi
Kurtuluş Savaşı sonrası bir yandan ulusal bağımsızlığını sağlamaya diğer yandan ekonomi politikalarına yön vermeye çalışan Türkiye, 1923 İzmir İktisat Kongresi ile bir anlamda ekonomik tercihini belli etmişti. I. İktisat Kongresi kararları ve sonuçları bakımından Cumhuriyet tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir. Lozan görüşmeleri sırasında verilen arada İzmir’de toplanan İktisat kongresi ile Türkiye Batı dünyasına bir mesaj vermekteydi. Kongrenin en örgütlü grubu konumunda olan İstanbul burjuvazisinin tezleri ana hatları ile toplantıya hâkim olurken kongre bir anlamda İstanbul sermayesi ile yeni siyasi kadroların kaynaşma ve bütünleşmesini sağlamıştır. İzmir İktisat Kongresi bu görüntüsü ile daha sonraki yıllara hâkim olacak yerli burjuva-yabancı sermaye-siyasetçi işbirliğinin de başlangıcı olacaktır…
Cumhuriyet döneminin en kapsamlı ve ayrıntılı ilk reform çalışmalarından olan Dorr Raporu 1929 dünya ekonomik krizi sonrası ortaya çıkan devletçi ekonomi tartışmalarının yoğun biçimde yapıldığı bir dönemde gündeme gelmiş ve tartışmalara neden olmuştur. Liberal ekonomik tercihin düşüş yaşaması, tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de iktisadi politika ve kalkınma arayışlarını hızlandırırken genelde kalkınmanın özelde ise sanayiinin planlanması, bu çabalar sonucu ortaya çıkan somut projelerdir. Yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz yapılanma dönemi içerisinde olduğu iç ve dış birçok sorunla boğuştuğu görülmektedir. Kurtuluş savaşı sonrası Cumhuriyet Türkiye’si yalnız, harap ve yıkık bir yurt, geri bir tarım ülkesi, ilkel bir sanayi devir almanın yanında temelleri İttihat ve Terakki döneminde atılan iktisat politikalarını ve daha da önemlisi son döneminde yarı sömürge haline gelmiş Osmanlı Devletinin borçlarını ve zihniyet dünyasını da devir alıyordu.
Sovyet uzman heyeti, Sovyet proje tröstü yöneticisi Profesör Orloff (İktisatçı), Prof. Kovalefski (İktisatçı), Mamurin (Tekstil Mühendisi), Gogolin (Kimyager), Prof. B. Volinski (Enerji Uzmanı), Troyanski (Maden Mühendisi), Prof. Nikolayef (Mimar), Prof. A. Samgin (Mühendis, Su ve Kanalizasyon Uzmanı), Mark (İnşaat Mühendisi) 1932 yılında Türkiye’ye gelmiş ve ayrıntılı incelemeler sonucunda 1934 yılı başında uygulamaya konulan I. Sanayi Planının omurgasını oluşturan, “Türkiye Pamuk, Keten, Kendir, Kimya, Demir Sanayi Hakkında Rapor” isimli bir çalışma hazırlamış ve İktisat vekili Mustafa Şeref Özkan’a sunmuşlardır.(1)
Fabrikalar Kuruluyor… Sovyet Tesiri Tartışmaları?
Plan çalışmalarının hızlanması ile birlikte kurulacak devlet teşekküllerinin nasıl bir örgüt tarafından yönetileceği, özel sektör yatırımlarının hangi koşullarda ve nasıl destekleneceği, yabancı yatırımlara ne gibi hallerde izin verileceği gibi sorulara toptan cevap vermek maksadıyla Devlet Sanayi Ofisi ve Türkiye Sanayi Kredi Bankası kurulması yoluna gidilmiştir(2). Ayrıca yine bu dönemi takip eden süreç içinde Türk sanayiinin önemli kurumları olan Sümerbank, Etibank, Demir Çelik İşletmeleri ile birçok yerde kumaş ve dokuma ve şeker fabrikaları kurulmuştur. Sovyet uzmanların Türkiye’ye gelip bir kısım incelemelerde bulunması ve Türkiye’ye dair bir rapor hazırlaması, başta iş çevreleri ve İstanbul basının etkisiyle kamu oyunda tepkilere yol açarken, memleketin Sovyet tesirine mi girdiği gibi spekülatif tartışmalar yapılmaya başlamış ve bir süre sonra Ankara Hükümeti bu tartışmalara kulağını kapayamaz hale gelmiştir. Kamuoyunda oluşan muhalif havayı dağıtmak ve tepkileri yumuşatmak maksadıyla iktisat vekilinin daha serbestlik yanlısı bir isimle değişmesi uygun görülmüştür.
Boratav’ın değerlendirmesiyle Lozan Antlaşmasında emperyalizme verilen iktisadi tavizler ve yabancı sermaye-yerli burjuvazi-siyasetçi ortaklıkları aslında ortaya siyasi iktidarın emperyalizme ve onun yerli ortaklarına teslim olduğunun çıkarılabileceğini ileri sürmekle birlikte 1929 sonrası uygulamaları ile bu savın pek de geçerli olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır(3). Bu amaçla çağrılan ilk grup, başarılı bir plan deneyleri olması yanında uluslararası denge oyununda ulusal kurtuluş mücadelesini destekleyen ve katkı sağlayan Sovyet uzman heyeti olmuştur.
Batı Tesiri Tartışmaları…
İktisat vekili olan Celal Bayar’ın ilk iş olarak iktisat ve maliye konularında yabancı uzmanlar getirileceğini beyan etmesiyle başlayan süreç, 1933 yılının ilk aylarında Washington sefiri Ahmet Muhtar Bey vasıtasıyla ABD’den Türkiye’nin iktisadi bir tetkikini yapmak üzere New York’ta faaliyet gösteren Hines, Rearick, Dorr, ve Hammond isimli bir firma ile görüşülerek Walker D. Hines Türkiye’ye davet edilmesiyle başlamıştır.
Türkiye’nin tarım, sanayi, ticaret, gümrükler, madenler, altyapı, ulaşım, devlet maliyesi, para ve banka ile idare teşkilatı gibi her alanda birçok tespit ve önerilerde bulunulmaktadır. Yeraltı kaynakları, madenler, su kaynakları ve debileri, mali yapı, para ve bankacılık sektörü, idare gibi akla gelebilecek her konuda bir bilgi bankası hazırlanmış durumdadır.
Dorr raporu dönemsel olarak devletçilik politikalarının yaygın biçimde uygulamaya sokulduğu bir dönemde kaleme alınmış olmasına rağmen devletçi ekonomi politikaları konusunda ihtiyatlı bir dil kullandığı ve Türkiye özelinde daha çok tarıma dayalı bir kalkınma reçetesi tavsiye edilmektedir. Henüz kurulma aşamasında olan demir-çelik, kâğıt, kimya sanayi alanlarında yatırımlar yapılmasını rasyonel görmemekte ve bu yatırımların iktisadi bakımdan faydalı olmadıklarını öne sürmektedir. Başka bir anlatımla raporda açık biçimde dile getirilmese de birçok yerde serbesti yanlısı ve özel teşebbüsün önünün açılması gibi iktisadi politikaların kalkınmada esas alınması tavsiye edilmektedir. (4)
Dorr Raporu…
Dorr Raporu, Sovyet heyetiyle aynı zamanlarda olmasa bile birbirini takip eden yakın sürelerde Türkiye’de bulunmuş olmasına rağmen bu heyetten ve bu kişilerin çalışmalarından bahsetmemektedir. Çalışmada dünyanın içinde bulunduğu iktisadi krizle ve tavsiyelerle ilgili olarak çok az değinilmekte ve bugünden bakıldığında yazılanların soyut, içinde bulunduğu toplumsal gerçeklikten uzak ve hemen-hemen her ülke için geçerli olabilecek genel değerlendirmeler olduğu görülmektedir.
Münakalat ve Muvasalat (Taşıma ve Ulaşım) başlığı altında, Türkiye’nin büyük paralar ve büyük bedeller ödeyerek yurdu çelik ağlarla ördüğü belirtilerek bundan sonra otomobil ve kamyon nakliyatının geliştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Demir yolu ağının daha ileri götürülmesinin iktisadi olmayacağı öne sürülmektedir. Karayolu sisteminin geliştirilmesinin ulaşım masrafların azaltılması yanında memleketin zirai ve sanayi üretiminin artmasında ve hammadde kaynaklarının hızlı bir biçimde piyasalara arzında önemli bir rol üstleneceği öne sürülmektedir.
Türkiye’nin, sağlıktan güvenliğe, istihbarattan nüfus yapısına, kalkınma hamlesinden Anadolu coğrafyasındaki hayvan çeşidine ve sayısına, yer altı kaynaklarından bunların hangi vasıtalarla pazara nakledileceğine, hangi alanlarda fabrikalar kurulacağından bunların makine ve ekipman durumuna, su kaynaklarının mevcudiyetinden ve kullanımından orman alanlarının durumuna ve bunların gelecekteki önemine, balıkçılığın mevcut durumundan, çini ve porselen fabrikalarının nerede kurulacağına, kömür ve linyit yataklarının durumundan milli faaliyetleri için asit sülfirik ve nitritin önemine, Türkiye’nin yol siyasetinin ne olması gerektiğinden mahalli idarelere yetki devredilmesine, limanların mevcut durumundan vapur ve hava istasyonunu sayısına, demiryollarının mevcut durumundan bunların gerekli bağlantılarının yapılmaması nedeni ile istenilen faydaları sağlamamasına, posta idaresinin ıslahından tayyare yollarının düzenlenmesine, dahili ticaretten harici ticaret düzenlemelerine, Maliye Vekaletinin yeniden düzenlenmesinden mali yapının mevcut durumuna, para kambiyo ve sigorta işlerinin düzenlenmesinden Merkez bankasının mevcut kambiyo durumuna, maarifin içinde bulunduğu durumdan yurt dışına öğrenci gönderilmesine, üniversitenin durumundan yeni ders kitaplarının hazırlanmasına ve basılmasına, kuru tarım imkanlarından hangi sebze türlerinin yetiştirilmesi gerektiğine değin her alanda saptamalarda ve tavsiyelerde bulunulmuştur.
ABD Tesiri, Devletçilikten ve Ağır Sanayi Yatırımlarından Uzaklaşma Tavsiyesi…
1947 yılında “Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu” çıkarılmıştır. 1947 yılı sonrası yıllarda artık kalkınmanın stratejisi, ekonominin yönetimi ve yönü büyük ölçüde Thorburg, ICA, IBRD raporları gibi yabancı sermaye ve özel girişime her türlü kolaylığı ve önceliği sağlayan ABD’deki eğilimlerin temsilcisi fikirlere göre tayin edilmeye başlamıştır. (Şaylan, 1974: 80). 1923-1950 yılları arasında uygulanan devletçilik politikalarına bağlı olarak burjuva sınıfı özellikle savaş yıllarında gelişmiş ve yabancı sermaye ile bütünleşme yoluna gitmeye başlamıştır. Bu bütünleşme önceleri acentelik almak şeklinde olmuşsa da bir müddet sonra ortak yatırımlara gidilmeye başlanmıştır. Bu raporlarda özellikle ekonomik hayatta devletçilik uygulamalarına kesinlikle son vererek özel girişime öncelik vermek ve pazar ve fiyat mekanizmalarını esas yön verici olarak kabul etmek, ağır sanayi alanlarındaki yatırımlara son verilerek ekonominin dengeli büyümesini hedeflemek ve kalkınmaya tarımdan başlamak, iç pazarı genişletmek için kırsal nüfusun hayat standardını yükseltmek bağlamında başta karayolları ağı ile ulaşım olanaklarını geliştirmek olarak sıralayabiliriz. Bu raporlarşunlardır:
Hilts Raporu 1948, – Thornburg Raporu, 1949, – Neumark Raporu, 1949, Barker Raporu, 1951, – Martin-Cush Raporu, 1951 , – Gruber Raporu, 1952, Hanson Raporu, 1954, – Baade Raporu, 1959, Chailloux-Dantel Raporu, 1959, Mook Raporu, 1962, – Fisher Raporu, 1962, Podol Raporu, 1963,
Bu raporlarda dış yardımlar ve savunma işbirliği anlaşmaları ile Türkiye’nin kamu politikaları belirlenmek istemiştir. Devletçiliğin tasfiyesini, planlamadan vazgeçilmesini, devletin sanayi yatırımlarından vazgeçmesini öngören bu çalışmalar ülkenin içine girdiği bağımlılık ilişkisini göstermesi bakımından hayli anlamlı raporlardır.
Yabancı Uzman Sorunu
Yabancı uzman raporları konusu Türkiye’nin yakın dönem sorunlarından biri değildir. İki yüz yıldır devam eden modernleşme çalışmalarına bağlı olarak başta askeri ve teknik alanlar olmak üzere akla gelebilecek her alanda ülkemize Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden çok sayıda uzman gelmiştir. Bu uzmanlar kimi zaman teknik ve idari düzeyde çalışmalar yürütürken çoğu zaman karar alma süreçlerine katılmış ve politikaların belirlenmesinde temel rol oynamışlardır. Ancak burada şunu da eklemek gerekmektedir ki yabancı uzman sorunu sadece Türkiye özeline ait bir sorun alanı değil tüm az gelişmiş ülkeler için geçerli olan ve çoğu zaman bu kişilerin işlevleri, görevleri, yetkileri ve faaliyetleri bakımından ve daha da önemlisi bu kişilerin beşinci kol faaliyetleri nedeniyle yoğun eleştirilere neden olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
Bu noktada tam da Birgül Güler tarafından dile getirilen “1870-1930 klasik sömürgecilik dönemi, 1930-1970 yeni sömürgecilik, 1970 sonrası dönemde ortaya çıkan küresel sömürgecilik” dönemlendirmesi konumuz bakımından önemli bir açıklama gücüne sahip olduğu görülmektedir.
Reformlar kimi zaman ABD’li uzmanlar, kimi zaman Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü, kimi zaman ise Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu öncülüğünde yürütülmüştür. Bu anlamda ülke yönetimi yeniden yapılandırmak isteyenlerin zengin bir birikime sahip Osmanlı ve Cumhuriyet reform pratiğini yeniden okumaları önemli bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır. Özellikle 1960 sonrası dönemde Türk uzmanlar tarafından yürütülen Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırması Raporu (MEHTAP, 1963), İdarenin Yeniden Düzenlenmesi İlkeler ve Öneriler (İYD, 1972) Kamu Yönetimi Araştırma Projesi (KAYA, 1991) gibi yapılan kapsamlı ve detaylı reform çalışmaları bulunmakla birlikte, bu çalışmaların başta dünyanın ve sonra Türkiye’nin içine girdiği iktisadi ve idari krizlere denk düştüğü ve mevcut yapının bu düzene eklemlenme çabaları olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.
İkinci Dünya savaşı dönemi sonrasında oluşan yeni düzende Türkiye’ye de bir rol verilmiş ve günümüzün Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak nitelendirebileceğimiz ancak kapsam bakımından çok daha geniş ölçekli olan Marshall Planı ile Türkiye başta askeri alanda işbirliği olmak üzere, ekonominin ve idarenin yeniden yapılandırılması bağlamında Amerikancı reçetelerin etkisi altına girmiştir. Mevcut yönetim pratiğinin personel sitemi başta olmak üzere 1950 sonrası yabancı uzmanların projeleri ile oluşturulduğu ve temellerinin atıldığı görülmektedir. ABD’den gelen bir uzman topluluğu tarafından hazırlanan raporlarla, Türk kamu yönetiminin merkeziyetçi yönetim yapısından kaynaklanan sorunlara dikkat çekilmiş yerel yönetimleri önceleyen bir model içine girilmesi, Federalizme geçilmesi tavsiye edilmiştir.
Ekonomik Bakımdan Bağımlı Ülkelerin Bağımsızlığından ve Egemenliğinden Söz Edilemez…
Geçmişte yabancı elçilikler, Birleşmiş Milletler Kalkınma Örgütü ve ABD yardımları bağlamında ilerleyen reform politiği bugün için Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu gibi uluslararası örgütler eliyle yürütülmekte ve desteklenmektedir. Özellikle 1940’lı yıllardan sonra ABD ile yapılan ikili anlaşmalar neticesinde ABD ülkemize yerleşmiş ve NATO’ya girmemiz ile birlikte Ordumuz ve savunmamız NATO denetimine girmiş diyebiliriz. Özellikle Kıbrıs gibi milli konularda ABD olduğu gibi NATO da karşı çıkmıştır. 1959 yılından beri girmek istediğimiz Avrupa Birliği ise Kurtuluş Savaşı ile kazandığımız milli egemenliğimizi elimizden almak istemektedir. Avrupa senedinin altına imza atan yetkililerimizin neye hizmet ettikleri tartışmalıdır.
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki Kurtuluş Savaşı’nı kazanan ve bize bağımsız vatan bırakanlar ekonomik bağımsızlık için özel sektörün yapamadığı ağır sanayiyi kurmuşlar ama 1950’lerden sonra gelen siyasiler ikballeri ve hayalleri için Türkiye’nin ulusal egemenliğini ve ulusal bütünlüğünü bölecek adımlar atmaktan çekinmiyorlar. Özellikle Avrupa Birliğine girmek ve Özelleştirmeler ile ülkemizde egemenliğin neresindeyiz sorusunu sormadan edemiyoruz. Çünkü ekonomisi bağımlı olan ülkelerin bağımsız egemenliğinden söz edilemez. Saygılarımla.
…………
1- Türkiye’nin İdari Reform Politiği, Hüseyin Yayman, Ankara – 2005
2- İlkin Selim, “Birinci Sanayi Planının Hazırlanışında Sovyet Uzmanların Rolü”, AÜSBF Dergisi, 1981
3-Boratav Korkut, “İktisat Tarihi 1908-1980”, Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cem Yayınevi, İstanbul, 1989
4-Dorr Raporu, Türkiye’nin İktisadi Bakımdan Umumi Bir Tenkidi, Köy Öğretmeni Basımevi, 1933
5-Şaylan Gencay, Türkiye’de Kapitalizm, Bürokrasi ve Siyasal İdeoloji, TODAİE Yayını, Ankara,1974