KIBRIS’I FETHETMEK

Üç Rüya Üç Gerçek

Hazreti Muhammed Aleyhi’s Selam bir rüya gördü. Hazreti Paygamber ve ashabı Medine’de idiler, Mekke henüz fethedilmemişti. Ve Rasül-i Ekrem, ashabıyla birlikte Kabe’yi tavaf ediyordu rüyasında. Bu, aslında bir müjde idi. Peygamberlerin rüyaları, rüya-yı sadıka idi; görülen o rüya aynıyla gerçek oluyordu. Bunu herkes biliyor ve öylece inanıyordu.

Paygamber Aleyhi’s Selam, rüyasını müminlere tebşir etti. Bu, öylesine bir sevinç dalgası oluşturdu ki müminler sevinçlerinden uçuyorlardı. Böyle bir rüya Beyt’i tavaf adecekleri anlamına geliyordu ama bir müjde daha vardı bu rüyada. Müminler Beyt’i emin bir şekilde tavaf edeceklerine göre bu eminlik Mekke’nin fethini de içinde barındırıyordu besbelli.

Allah’ın kutlu nebisi haber saldı; hazırlanın, Beyt’i tavafa gidiyoruz. 1400 sahabi çoktan hazırlanmıştı bile. Yola revan oldular. Fakat Mekkeli müşrikler bu kutlu yürüyüşe ket vurmak istediler. Onların Beytullah’ı tavafına izin vermediler; korktular. Allah Rasülünün elçisi Hazreti Osman’ı tutsak ettiler. Bunun üzerine 1400 sahabi, Rasülullah’a bağlılıklarına, azim ve kararlılıklarına dair söz verdiler Hudeybiye’de.

Her şeyi müminler aleyhine kullanma gayretinde bulunan münafıklara yine yeni bir gün doğmuştu (?). Hani müminler Kâbe’yi tavaf edeceklerdi? İşte edememişler ve gerisin geri dönüyorlardı. Oysa Allah’ın Rasülü, rüyasında Kabe’yi tavaf edeceklerini görmüştü ama o yıl değil.

Alemlerin Rabbi olan Allah, rasülünü teselli ve tasdik etti; Fetih Suresi inzal buyuruldu. “Mescid-i Haram’a inşaallah emin bir şekilde saçlarınızı traş etmiş ve kısaltmış olarak korkusuzca gireceksiniz.”  Münafıkların yeri göğü velveleye verdikleri bir zaman diliminde Allahü Rabbü’l âlemin, rasülünü açıkça doğruluyor ve ona müjdeler veriyordu. Onun içindir ki Fetih Suresi, Allah rasülüne yer ve gök arasındaki en sevimli suredir.

Hudeybiye’den bir yıl sonra kaza umresi, ondan bir yıl sonra Hayber’in fethi, ondan bir yıl sonra da Mekke’nin fethi nasip oluyordu.

Rasülullah, bir rüya daha gördü Medine’de, yakın akrabası olan Hazreti Ğumeyse/Ümmü Haram’ın evinde. Ümmü Haram, Peygamberimizin babası Abdullah’ın teyzesi ya da kendisinin süt teyzesi idi. Yüreği İslam’a vurgun bir hanım sahabiye idi. Onun hanesinde hafif bir uykuya dalan Hazreti Peygamber gülümseyerek uyandı. Bu durum Ümmü Haram’ın dikkatini çekmişti. Tebessümünün sebebini sordu Allah rasülüne. Paygamberimiz bir gurup İslam kara ordusunun gaza yürüyüşünü gördüğünü, onların aslanlar gibi yürüyüşlerine sevindiğini anlatıyordu. Ümmü Haram, kendisinin o ordu içinde olup olmadığını soruyordu Hazreti Peygambere. O da olmadığını söylüyordu. Sonra Rasülullah tekrer uykuya dalar gibi oldu. Yine tebessümle uyandı. Bu sefer Hazreti Peygamber, bir deniz İslam ordusundan bahsediyordu. Ve o ordunun içinde Ümmü Haram da vardı.

Hazreti Osman’ın hilafeti zamanında Şam Valisi bulunan Muaviye’nin girişimleriyle ilk tebessümle uyanışın müjesi olan kara orduları Kostantıniyye’ye revan olmuş, ikinci tebessümle uyanışın müjdesi olan deniz ordusu ise Kıbrıs’a revan olmuştur.

Kostantıniyye Seferi ile fetih gerçekleşmemiş ama fetih seferi başlatılmıştır. Hazreti Halid B. Zeyd Ebu Eyyub el-Ensari’nin seksenli yaşlarına bakmadan i’la-yı kelimetullah ve rıza-yı Bari için yollara revan olup surların dibinde ilahi bir misyonun temsilcisi olarak ruhunu teslim etmesi, fetih yürüyüşü silsilesinin pratik dinamiklerinden biri olmuştur. Hazreti Peygamber’in İstanbul’un fethiyle ilgili hadisi, bu rüyayı sarih bir dille terennümünden başka bir şey değildir.

Son rüyanın ortaya çıkardığı gelişmeler de olmuştur. Şam Valisi Muaviye, Kıbrıs’a çıkartma için Halife Hazreti Osman’dan izin isteyince, Hazreti Osman, İslam ordusunun ilk deniz seferi olacağından Vali Muaviye’ye dikkatli olması, gönüllülük esasına göre asker alınması ve eşini de seferde yanında götürmesi koşuluyla izin vermiştir. İşte burada geçen gönüllülük ilkesinden hareketle Ümmü Haram sekseni aşkın yaşına rağmen İslam ordusunun ilk deniz seferinde bir nefer olarak bulunmuştur. Bununla ilgili kitaplık çaptaki nutkumuzu tutup konuyu ariflerin irfanına havale ediyoruz.

Yaşlı sahabiye, İslam ordusunun çıkarması esnasında binitinden düşerek ağır yaralanıyor ve bunun sonucu olarak orada şehit oluyor. Kıbrıs fethediliyor; artık İslam beldesi olan Kıbrıs’da Hala Sultan rahat uyuyabilir.

Allah’ın sevgili rasülünü Medine’de misafir eden Halid B. Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari’nin manevi atmosferi bugün İstanbul’da milyonları, Ğumeyse Ümmü Haram’ın manevi atmosferi da Kıbrıs’da yüzbinleri misafir ediyor.

Mekke, İstanbul ve Kıbrıs; Hazreti Peygamber Aleyhi’s Selam’ın müjdesidir. Üçü de aynı ilahi misyonun kilometre taşlarıdır. Üçünün kaderi aynıdır. Muhteşem Türkiye’de üçünün arasındaki bütün yapay engeller kaldırılıp atılacak ve aralarındaki bağ ortaya çıkarılacaktır Allah’ın izni ve lütfu ile. Mekke, İstanbul ve Kıbrıs bizim gönül ve vatan coğrafyamızın vazgeçilmez burçlarıdır.

“Kan kan kan…

Kıbrıs,  Kudüs, Türkistan” haykırışlarımız; hamasi nutuklar değil;  belleğimize ve yüreğimize kazıdığımız unutulmazlarımızdır.

İnişler Çıkışlar

Fetihten sonra inişler ve çıkışlar oldu. 1571 yılında Kıbrıs, Osmanlı orduları tarafından tekrar asli hüviyetine kavuşturuldu. Rumların “Saliha Kadın” dedikleri Hala Sultan’ın mezarına türbe ve yanına tekke yapıldı. Kıbrıs’da pek çok sahabi ile birlikte Hazreti Peygamber’in yakını Hala Sultan vardı. Osmanlı donanması Larnaka açıklarından geçerken 4 top atışıyla selam durarak geçiyordu saygıyla. 4 top; 3 İhlâs, bir Fatiha anlamına geliyordu.

Osmanlı’nın zayıf döneminde İtalyanlara “emanet” edilen Kıbrıs, emanete ihanet sonucu sırasıyla İngilizlere, Rumlara/Yunanlılara intikal etti.

1959 yılında Fatin Rüştü Zorlu’nun çabaları sonucu Türkler Kıbrıs’da garantör statüsüne kavuştular. Bu, önemli bir aşamaydı. 60 ihtilali sonunda onun da ipe gönderilmesini anlamak için geçmişte yaşananlara bakmak açıklayıcı olabilir.

Cengiz Topel, Kıbrıs’da Türklere yapılan mezalime dayanamadı; jetini jet hızıyla adaya sürdü, dünyanın dikkatini buraya çekmesini bildi, şehadet mertebesine ulaştı (Ağustos 1964).

Ada bir türlü durulmuyordu. 1974’de Ayşe tatile çıktı. Tatilin seyrini en azından Larnaka’ya kadar uzatmak niyetindeydi. Birleşmiş Milletler, tarihinin en hızlı kararlarından birini alarak çıkarmanın sonlandırılmasını/Ayşe’nin tatilden dönmesini deklare etti. Larnaka’daki Hala Sultan, Ayşe’sine kavuşamadığı için şimdi mahzun. Bunu gözlerden ırak tutmak için şimdilerde Maraş’ı dillerine doluyorlar. Maraş, yüzyılların mührünü taşıyan Türk yurdudur. Fazla kaşıyan olursa bir Sütçü İmam da oraya çıkar.

“Türkiye’nin Kıbrıs davası diye bir davası yoktur.” diyen yöneticilerin ve bu mantalitenin iş başında olduğu süreçte Aykut Edibali adında bir adam çıktı ve Türkiye’nin Kıbrıs Politikası Ne Olmalıdır kitabını yazdı. Kıbrıs Türklerine ve mücahitlerine umut ve heyecan verdi, yöneticilere yol gösterdi.

1990’lı yıllarda Bosna Hersek’de insanlığın yüz karası bir dram yaşanırken Türkiye, kendisine kapatılan hava sahasını, Kıbrıs üzerinden İtalya, Bosna Hersek hattıyla etkisiz hale getirdi. Kıbrıs/KKTC, Türkiye’nin dünyaya açılan kapısı oldu.

KKTC’nin ve Denktaş’ın varlığına tahammül edilemiyordu. Annan Planı ile ipleri tümden ele geçirme planları kuruldu. Planı kabul ettirmek için Türklere güzel masallar anlatıyorlardı. Sürecin en gözde masalları Annan Planı ve Kıbrıs masalları üzerineydi. Zerre miktarı irfanı olana kullanılan slogan her şeyi anlatıyordu: Yes be annem. “Yes be annem” ayrıntılarına girmek istemediğimiz bir aşağılama ve kendini inkâr psikozu idi.

Bu süreçte Şeyh Edebali’nin yiğit ve bilge  torunu Aykut Edibali ve bir gurup arkadaşı Hala Sultan’ın hatırasına sahip çıktılar. Kıbrıs’a giderek Kıbrıs Türkünün ve mücahitlerin safında yer tuttular. Annan Planının; Türkleri imha ve yok etme planı olduğunu anlattılar. Türklerin olduğu yerde ancak huzur ve güven olacağını, Türklerin gelecekten endişe duyan  Rum komşularına dahi anlatmakta zorluk çekmediler: Siz, Allah’ın bizlere emanetisiniz. Sizlerin hakkını korumak da bizim asli görevimizdir (2006 ve 2016).

Avrupa Birliği sevdası, pek çok milli konumuzu karatmaya devam etmektedir. Bu konular, bilinçli bir şekilde gündemden uzak tutulmaktadır. KKTC bunlardandır.

“Gâvur Kıbrıs”; bizimle ve bizim dünya görüşümüzle asla ilgisi olmayan bir yaftadır. Hala Sultan’ın içinde bulunduğu ordu da 1571’deki Osmanlı ordusu da adaya çıkartma yaparken bu yaftayı silmek için çıkarma yaptılar. Onların gayesi i’la-yı kelimetullah’dı. O beldeye İslam’ı ilk tanıtanlar o deyimi kullanmadılar, şimdi biz kullanacağız, öyle mi? Kaldı ki; bizim yapmamız gereken, ata yadigarı secdeli toprakların hukukunu savunmak, korumak olmalı, değil mi?

Fetih Bir Süreçtir

Maddi fetih, manevi fetihle teyit edilmedikçe akamete uğramaya mahkûmdur.

Üç garantörden biri olan İngilizler, adayı adeta bir İngiliz üssü haline getirmek için ellerinden geleni arkalarına koymamışlardır. Adada belirgin bir İngiliz kültür ve hegemonyasının varlığı inkar edilemez. Türkiye, adada kültürel bir gayrette pek bulunmamıştır, dense abartı olmayacaktır. Bir kaç istisnai durum olmuştur ama bunlar yeterli değildir. 1959 yılında içlerinde Arif Nihat Asya’nın da bulunduğu 80 kadar öğretmen anavatandan yavruvatana gönderilmiştir. Arif Nihat Asya oradaki duygu atmosferini rubailer şeklinde kaleme dökmüştür. Kıbrıs Rubaileri böyle ortaya çıkmıştır.

Sonraki yıllarda adaya belirli aralıklarla öğretmen ve din görevlisi gönderilmesine devam edilmiştir. Ancak, bunun sağlıklı bir değerlendirilmesinin yapılması ve anavatan-yavruvatan arasındaki kültürel birliğin sağlanması, devam ettirilmesi ve pekiştirilmesi ivedilikle ve özenle sağlanmalıdır. Bu anlamda Kıbrıs’ın fethi bir süreçtir ve bu süreç devam etmektedir.

Geleceğimizi Aydınlatan Meş’aleler

Bir tur vesilesiyle Bursa’nın tarihi mekânlarını görme, tanıma fırsatımız olmuştu. Rehberimiz, sıradan bir rehber değildi. Milli konulara vukufiyeti vardı. Bu durum bizleri gerçekten sevindirmişti. Onun samimi ve doyurucu açıklamaları, kendisiyle tanışıp sohbet etmemize vesile oldu. Konumuzla ilgili olduğu için onun anlattığı bir hadiseyi aktarmak isterim. Şimdi söz rehberin:

-“Milli Eğitim Bakanlığı bir gurup okul yöneticisini Türkiye’nin tarihi ve turistik yerlerini gezdirmek amacıyla KKTC’den Türkiye’ye davet etti. Program çerçevesinde Bursa da yer alıyordu. Bursa’da onlara rehberlik yapmak için iki öğretmen görevlendirildi. Onlardan birisi bendim. Gurupla yola çıktığımızda rehber arkadaşıma;

-Önce siz mi anlatırsınız, ben mi anlatayım, dedim.

-Siz buyurun hocam, deyince ben, ziyaret ettiğimiz yerlerle ilgili değerlendirmelerimi anlatmaya başladım. O, sadece teknik bilgiler vereceğimi düşünerek anlattığım bilgilerden oldukça etkilenmişti. Kıbrıslı öğretmenlerin şaşkınlığı ise çok daha fazla idi. Onlar;

-Bunları ilk kez duyuyoruz, gerçekten ilginç, hayret verici. Bunları daha önce niye duymadık, diyorlardı.”

Bursalı milli bilinç ve duyarlılığa sahip öğretmen arkadaş, gördüğümüz tarihi mekânın kim tarafından, hangi amaçla, nasıl yapıldığını anlatıyordu. Ecdadın sahip olduğu bu ruhi derinlik, insanı gerçekten hayretler içinde bırakıyordu.

Fetih, insanla hakikatin arasındaki engeli kaldırmaktır. Bu, bir süreçtir ve fetih devam etmelidir, devam ediyor.

Bursalı rehberimizin, Muhteşem Türkiye ülküsünün serhat şairi ile arkadaş olması, bizi şaşırtmadı ama sevindirdi. Tur guruplarına anlattıklarının tarihi bir malumat olmaktan çıkıp geleceğimizi aydınlatan meş’aleler olması, Muhteşem Türkiye yürüyüşünün artarak devamıyla mümkündür. Onun bu muhteşem yürüyüşe, bu muhteşem yürüyüşün ona ihtiyacı var. Hemen, bugün.

Yadigâra Sahip Çıkmak

Yeşil adanın etrafı bugünlerde didik didik aranıyor, taranıyor. Onun görünen kıymetlerinden başka görünmeyen kıymetlerinin de olduğu belli. Belki de bizim “Ver kurtul” formülümüzün ne kadar saçma ve ahmakça olduğunu, hayatın cilvesi, bize garip bir şekilde anlatıyor.

Kıbrıs, Anadolu’dan giden vatan evlatlarının şehit kanlarıyla sulanmış mukaddes bir vatan parçasıdır. Ne Kıbrıs bizi, ne de biz Kıbrıs’ı terk ederiz. Ata yadigârına sahip çıkmak, namus borcudur.

Yorum Yapın

Navigate