Tevhit anlayışındaki dezenformasyona dikkat

İslâm toplumlarında son zamanlarda inanç sisteminde yaşanan dezenformasyon yeni yeni akımların özellikle gençler arasında yaygınlaşmasına sebep olmaktadır.

Bir taraftan inandığını söyleyip diğer taraftan da inancı ile amellerinin birbirine muhalif olduğu Müslümanlar İslâm toplumlarında genellikle büyük bir grupta yer almaktadırlar.

Kainatın bir yaratıcısının olduğunu kabul ederek tek Tanrı inancına sahip olan, yaratıcının evrene hiçbir müdahalesinin olmadığını ve olmayacağını savunan, vahyi reddeden deizm anlayışına sahip olanlar sayıları az olmakla beraber her yıl oranları artarak İslâm toplumlarında taraftar bulmaktadırlar.

“Lailahe illallah” sözünü iman için yeterli görüp “Muhammedürresulullah” sözünü devre dışı bırakarak günümüzde yaşayan Yahudi ve Hristiyanlarla da diyalog kurmak için parçacı bir iman anlayışına sahip olanlar maalesef Müslümanların sahip oldukları tevhid akidesini bozmak için zehirlerini kusmaktadırlar.

Şu anda İslâm dünyasının durumu genelde bu düzeydedir. Müslümanlar sahip oldukları tevhit inancını sağlam bilgi kaynakları ile takviye etmez, akaidlerini düzeltmezlerse yakın bir gelecekte yeni yeni inanç problemleri ile karşılaşmaları kaçınılmaz olacaktır.

Rabbimize gerçek manada kul olmak ve iki cihan saadetini elde edebilmek, doğru bir Allah tasavvuruna sahip olmak için tevhit inancımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir.

İnsanlar yaratılmadan tevhit inancına sahiptirler

Tevhid: “Birlemek” “ Allah’tan başka ilâh olmadığına inanmak” demektir.

İnsanlar yaratılmadan önce Rabbimizin  “Ben sizin rabbiniz değil miyim” hitabı karşısında ruhlar “evet” diye cevap vererek tevhit inancına yaratılmadan önce sahip olmuşlardır. Yaratılış sonrası anne babanın, çevrenin veya sosyal statünün kazandırdığı anlayışlar ile insanlar istikametlerini bozmuşlar, zamanla Tevhitten uzaklaşmışlardır.

İnsanları tekrar doğru yola getirmek, tevhit inancından sapmaları önlemek için Rabbimiz zaman zaman gönderdiği elçileri ile hidayet yolunu göstermiştir. Rabbimiz buyuruyor:

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilah yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.” (Enbiya 25)

Kur’an-ı Kerim’de peygamberlerin kavimlerini tevhit inancına davet ettiği, Allah’tan başka hiçbir ilâhın bulunmadığı ve sadece O’na ibadet edilmesinin gerektiğini tebliğ ve telkin ettiklerini görürüz.

“Andolsun, Nûh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Şüphesiz ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum’ dedi.” (A’râf 59)

Yahudi ve Hristiyanlar başlangıçta tevhit dinine sahip olmalarına rağmen zamanla inançlarına şirki bulaştırarak sahip oldukları dini tahrif etmişlerdir. Kendilerine elçi olarak gönderilen peygamberlerini Allah’ın oğlu olarak tanıyarak ve ilah kabul ederek ruhlar aleminde verilen sözlerini unutmuşlardır. Rabbimiz buyuruyor:

“Yahudiler, “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hristiyanlar ise, “İsa Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkâr etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!

(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe 30- 31)

Yahudi veya Hristiyanların düştükleri hatalara düşmemek için son peygamber olarak gönderilen peygamber efendimiz mü’minleri uyararak şöyle buyurmuştur:

“Hıristiyanların Meryem oğlu İsa’yı insanüstü vasıflarla övdükleri gibi siz de beni övmeyin. Ben sadece Allah’ın bir kuluyum; benim için O’nun kulu ve resulü deyin” (Buhârî)

Peygamber efendimiz insanların tevhit inancından sapmamaları, şirk bataklığına düşmemeleri ve kulluk vazifelerinin tam olarak yerine getirilmeleri için gerek Rabbimizden aldığı ayetleri tebliğ ile gerekse hayatındaki uygulamaları ile örnek olmuştur.

Yüceltmeci veya indirgemeci bir anlayışla peygamber efendimiz değerlendirilmemelidir. Her iki anlayışta inancımızda tevhit akidesini zedelemektedir. Yüceltmeci mantıkla ele aldığımız zaman peygamberimizi ilahlaştırmakta indirgemeci anlayışta ise Rabbimiz ile insanlar arasında yalnız vahyi tebliğ eden, fonksiyonu olmayan bir elçi olarak görmekteyiz.

İnsan yalnız alemlerin Rabbi olan Allah’a itaat etmeli ve ona kulluk etmelidir. Ondan başka hiçbir mevcudu ilah olarak görmemeli, kutsamamalıdır.

Tevhit, insanı bir eylem ahlakına davettir

Fatiha Suresi ile Rabbimiz ile yapılan ahitleşmeyi tazeleriz

Günde beş vakit kıldığımız namazlarda kırk defa Fatiha suresini okumaktayız. Fatiha’nın başlangıç kısmı hamd ve senâ, son kısmı dua ve niyazdır. Arada kalan “yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım isteriz” ayeti ile kulluğun yalnızca Allah’a yapılacağını ve yardımın sadece O’ndan isteneceğini hatırlarız.

Fatiha özümsenmeden yapılacak okumalar, dualar noksan kalmaktadır. Övgüler Rabbimiz yerine bağlı bulunulan şeyhlere yönelmekte, tevhit inancı zedelenmekte, farkına varmadan Müslümanlar şirk bataklığına düşebilmektedirler. Dua için, yardım için hatta mahşer gününün sıkıntılarından kurtulmak için şeyhlerden, kutublardan medet beklenmektedir. Namaz kılan bir mümin günde en az kırk defa Fatiha suresini okuduğu halde Fatiha’nın mesajından uzak bir hayat yaşamaktadır.  Bir mü’min Fatiha suresini okumakla Bezm-i Elestte Cenâb-ı Hak ile yaptığı ahitleşmeyi tazelemiş olmaktadır.

Fatiha suresini okumakla ahdimizi dilimiz ve okuyuşumuz ile tazeliyoruz da anlayışımızda, yaşayışımızda da tazelediğimizi söyleyebiliyor muyuz? … İslâm toplumlarında bugün deizme doğru kayan gençliğin çocukluk dönmelerinde İslâm’ın temel bilgilerini öğrendiği kanaatindeyim. Gençler temel İslâmi bilgilerine rağmen, yakın çevrelerinde İslâm inancına mensup olanlar olmasına rağmen neden deizmi tercih ediyorlar sorusunu gündemimizde tutmalıyız. Hatalarımızı sorgulamalı, inanç dünyamızda yeni kaymaların önüne geçmek için tedbirler almalıyız. Gerekli tedbirler alınmazsa günümüzdeki birinci nesil olmasa bile ikinci üçüncü nesilden itibaren İslâm toplumlarının akidelerinde büyük sapmalar olacaktır.

Allah’ı değer koyucu otorite olarak kabul etmedikçe İslâmi bir tevhidden söz edilemez

Allah’ı her şeyin tek ve bir olan yaratıcısı olduğuna olan inancımızı bununla sınırlandırıp Allah’ı değer koyucu bir otorite olarak kabul ve ona boyun eğmeyi kabul etmedikçe, Rabbimizin emir ve yasaklarının hayatımızda aktif olarak yer almasını kabul etmedikçe, İslâm’ın kastettiği Tevhit ’den söz etmek mümkün olmaz.

Allah’ı her şeyin yaratıcısı yegâne ilah olarak kabul etmekle yetinip, O’nun otoritesinin taşıyıcısı olan vahiy ve peygamberliği dışlamakla, amellerimiz ile Rabbimize muhalefet etmekle Müslüman olmuş olmayız, olsak olsak “deist” oluruz.

Deizm inancı gençler arasında yaygınlaşıyor

Deizm; Tanrı’yı yalnızca ilk sebep olarak kabul eden, evreni bir Tanrı’nın yarattığına inanmakla beraber yaratıcının evrene hiçbir müdahalesi olmadığını ve olmayacağını savunan, vahyi, peygamberi, ahireti reddeden görüştür.

KONDA araştırma şirketinin 10 yıllık  (2008- 2018)  toplumsal değişim başlıklı araştırması Gerçekten düşündürücü.  Araştırmaya göre;

Kendini dindar olarak tanımlayanların oranı 10 yılda (2008- 2018)  yüzde 55’ten yüzde 51’e gerilemiş.

Kendini ateist olarak tanımlayanların oranı yüzde 1’den yüzde 3’e, kendini inançsız olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 1’den yüzde 2’ ye çıkmış.

“Tevhit basit bir gerçek değildir yani bir tek Allah’ın var olduğu hükmünü kabul etmek suretiyle bir durum tespitinden ibaret değildir. Bilakis tevhid bu tespite ek olarak bir eylemdir, bir harekettir. İnsanın Allah’ın kendisi için çizdiği yoldan yürüyeceğine dair bir taahhüttür, bir sözleşmedir. Önemli olan Allah’ın birliğine inanmak değildir. Asıl önemli olan, bu düzeni bozuk dünyada “Allah yolunda” mücadele ederek, bu imanı ispatlamaktır.  Hem de her düzeyde, yani iktisattan ahlaka ve siyasete, bilimden sanata kadar her alanda! Kısacası tevhit, insanı bir eylem ahlakına, bir ahlak isyanına, iç ve dış dünyasını Allah’ın iradesi doğrultusunda dönüştürmeye bir davettir.” (1)

Peygamber efendimiz insanları İslâm’a davet ederken yalnız bu tevhid cümlesinin yeterli olacağını söylemiş olsaydı bulunduğu bölgede iman etmeyen kimse kalmazdı. Amcası gelip ben bu sözü söyleyeyim ama bana bunun karşılığında ne var diyerek diğer insanlar nezdinde farklılığının olup olmayacağını soruyor. İstediği ayrıcalıklı cevabı alamayınca da iman etmiyor. İman kuru bir sözden ibaret olsaydı diliyle söyler ameli ile muhalefet ederdi.

Mekke’nin ileri gelenleri Ebu Talib’e gelerek yeğeninin davasından vaz geçmesini istiyorlar. Vaz geçmesi karşılığında da ne isterse verileceğini taahhüt ediyorlar. Verilen cevap, bir elime ayı bir elime de güneşi verseler ben davamdan yine vaz geçmem, oluyor. Dava kuru bir söz olsaydı, gelenlere Kelime-i Şehadeti getirin ne yaparsanız yapın denseydi hepsi bu sözü söylerlerdi. Biliyorlardı ki Kelime-i Şehadet getirmenin kendilerine önce ferdi sonra sosyal sorumluluklar yükleyeceğini biliyorlardı. Bunun için hayatlarına bir format çekilmesi gerekirdi. İslâm’ın yükleyeceği sorumluluk kendilerine ağır geleceğinden iman etmeye yanaşmadılar. İman sahibi olmak için sadece tevhidin sözle dile getirilmesinin bir anlam ifade etmeyeceğini ilk iman edenler de iman etmeyenler de biliyorlardı. Kişinin dünya ve ahiret saadetini elde edebilmesi, tevhid inancına bağlı imana sahip olmak için kişinin imanına, amel ve aksiyonu da şahitlik etmelidir.

Amellerimiz imanımıza şahitlik mi ediyor muhalefet mi ediyor? İmanımız ‘Elhamdülillah Müslümanım’ sözü ile sınırlı mı? İmanımız ile amelimiz uyumlu mu? İmanımızın hayatımızdaki etkisini ölçecek soruları çoğaltmak mümkün, bunlarla vakit kaybetmeden imanımızı kontrolden geçirmeliyiz.

 

  • Hayri Kırbaşoğlu, Ahir Zaman ilmihali, S.28

 

 

 

Yorum Yapın

Navigate