Hayat bazen hiç beklenmedik şekilde bir noktadan kırılıverir ve bilinmeyen bir yöne doğru akmaya başlar. Dünün önemli konuları bir anda ceviz kabuğunu doldurmaz oluverir. Bizi yoran ne varsa değersizleşir. İşte o zaman anlarız elimizdekilerin kıymetini.
Günlük koşturmacanın içinde hayatımızın olumlu yönleri, sahip olduğumuz güzellikler sıradanlaşır ve unutulur genellikle. Zihnimizi en çok; eksikliğini hissettiklerimiz, geçmişte olanlar ya da gelecekte olması muhtemel şeyler doldurur. Geçmişin hesaplaşmaları ve gelecek kaygısı ağır basınca yaşadığı günün kıymetini fark edemez insan. Ta ki elindekini kaybedene kadar.
Yaşadığımız günün ve sahip olduklarımızın kıymetini bilmek, şükürle olur. Şükür yaşanılan her ânın değerini fark etmektir. Bu farkındalık en olumsuz koşullarda bile kişinin yaşama sevinci duymasına, inancını canlı tutmasına neden olur. Şükür, insanın hem ruh hem de beden sağlığını ayakta tutar. Araştırmalar, şükretmenin mutluluk ve umut gibi olumlu duyguları güçlendirdiğini ve yaşam doyumunu artırdığını, fiziksel sağlığın da bu psikolojik iyilik halinden doğrudan etkilendiğini göstermektedir. Sahip olduklarımızı düşünüp, “bu günüme çok şükür” diyebildiğimizde beynimiz vücudumuza şu mesajı verir: “her şey yolunda, tehlike yok, rahat olabilirsin.” Sahip olamadıklarımıza, geçmişte yapamadıklarımıza, gelecekteki muhtemel sorunlara odaklandığımızda ise beynimiz vücudumuza: “Sorun var, tehlike altındasın, rahatlamamalısın” mesajı verir. Stres dediğimiz şey tam da bu şekilde yerleşir hayatımıza. Sıklıkla geçmişe takılmak depresyonu, geleceği fazla düşünmek kaygıyı artırır. Vücudun strese verdiği cevap; kalp hastalıkları, sindirim sistemi ve bağışıklık sistemi hastalıkları şeklinde sıralanır. Bu yüzden yaşanan her ânın hakkını vermek, sahip olduklarımızın farkına varmak beden ve ruh sağlığımız için koruyucu bir etkiye sahiptir. Başka bir deyişle; en büyük şükrümüz olan sağlığımız şükrettikçe çoğalır.
Sahip olduklarımızın içinde en değerli olanlar parayla satın alınamayanlardır. Özgürlük, sağlık ve sevgi gibi zenginlikler dünyanın bütün hazinelerine bedeldir. Bunları fark etmek, kaybetmeden kıymetlerini bilmek gerekir. Şükreden insan, bu bilinçle bakıp çevresindeki iyilikleri, güzellikleri görür ve minnet duyar. Şükrünü hem iyilik gördüğü insanlara hem de iyiliği var eden kaynağa dili, kalbi ve davranışları ile ifade eder. Yani sadece dile dolanmış birkaç cümlelik, sözlü bir eylem değildir şükür. Sağlığı için şükreden bedenini korumak ve onu iyi işlerde kullanmak durumundadır. Aldığı nefese şükreden, nefesini neye tükettiğini de düşünür. Varlığına şükrettiği insanların şükür sebebi olabilmek için çaba harcar. Sadece bireysel fayda sağlayan bir eylem de değildir şükür. Yaşadığı topluma, insanlığa karşı sorumlu olduğunu fark edebilecek akıl ve bilgiye sahip olan kişi; aklının, bilgisinin, gücünün şükrünü başka insanlara karşı sorumluluklarını yerine getirerek ifade eder. Böylece şükür, hem bireysel hem toplumsal bir iyilik hareketine dönüşür.
Şükretmek elbette sorunları, eksikleri görmezden gelmek değildir. Elindekinden daha iyisi için uğraşmaktan vazgeçmek de değildir. Her insan bulunduğu noktadan ileriye gitmek ister, mutluluk ve huzur arar fakat beklenti ve ihtiyaçların sonu yoktur. Tüm beklentilerin karşılandığı, tüm ihtiyaçların giderildiği bir günü beklemek, huzurla yaşanabilecek zamanları da kaçırmak olur. Şükretmek; hayatın inişli çıkışlı bir yolculuk olduğunu, hiç sıkıntı yaşamamanın ya da her istediğini elde etmenin mümkün olmadığını kabul etmektir. Şükretmek; İsteklerin bitmez, sorunların kaçınılmaz olduğunu, anlamlı bir yaşam için bunları göze almak ve mücadele etmek gerektiğini bilmektir. Bu mücadelede bize güç veren pek çok şey bulunduğunu fark etmek, fark ettiklerimizi verene teşekkür etmektir: Şükürler olsun Allah’a.
GÖL OLMAK
Yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Çırak döndüğünde, yaşlı usta ona bir avuç tuzu bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakini tükürmeye başladı.
“Tadı nasıl?” Diye soran yaşlı adama öfkeyle “Çok tuzlu” diye yanıt verdi.
Usta, çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerideki gölün kıyısına götürdü. Bu kez bir avuç tuzu göle atıp gölden su içmesini istedi.
Söyleneni yapan çırak ağzının kenarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu ustası:”Tadı nasıl?” Genç çırak bu kez “Ferahlatıcı” dedi.
“Tuzun tadını aldın mı?” diye soran yaşlı adamı,”Hayır” diye yanıtladı.
Bunun üzerine yaşlı adam suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: “Hayattaki acılar tuz gibidir. Sen küçük bir bardak su isen hayatın bütün acılarından, olumsuzluklarından etkilenirsin. Eğer kişiliğinle, gönlünle bu göl gibiysen hayatta karşılaşabileceğin bütün olumsuzluklar seni, bir avuç tuzun gölü etkilediği kadar etkileyecektir. Seçim senin; ya bardak olacaksın, ya da göl.”
(Hikaye alıntıdır.)