Kader anlayışındaki hatalı düşünce imanı zedeler

Kader anlayışının yanlış değerlendirilmesi, sorumsuzluklarımızın kadere bağlanarak işin içinden çıkılmaya çalışılması iman açısından bir takım imanî problemlerin oluşmasına sebep olmaktadır.

Bu işin doğasında vardır diyerek hiçbir zaman sorumsuzluklarımızı takdire bağlamamalıyız. İnsan hayata gözünü açtığı andan itibaren ölüm hayatın doğasında vardır. Her canlı doğar, yaşar ve zamanı gelince de ölür. Nasıl olsa öleceğim diyerek bir kenara çekilip ölümü beklemek nasıl doğru bir yaklaşım değilse, gerekli tedbirleri almadan, çalışma ve güvenlik kurallarına dikkat etmeden yapılan çalışmalarda meydana gelen felaketler karşısında da bu işin doğasında var demek doğru değildir.

Sahip olduğumuz tarladan verimli ürün alabilmemiz gerekli şartları yerine getirebilmemize bağlıdır. Tarla benim Rabbim dilerse verir dilerse vermez diyerek tarlanın bakımını ihmal eder, zamanında tohumunu, gübresini atmaz isek alamadığımız ürünün sorumlusu olarak Allah böyle takdir etmiş diye kendimizi teselli edemeyiz.

İş kazasından tarladaki ürüne, imtihandaki başarı – başarısızlıktan trafikte yaşanan olaylara kadar misalleri çoğaltmak mümkündür. Önce sebepler yerine getirilir sonra da Rabbimizden beklentilerimizin yerine gelmesi için takdiri beklenir.

Rabbimizin emir ve yasaklarına uygun bir imana sahip olmak, Rabbimize karşı kulluk vazifelerimizi doğru bir şekilde yapabilmek için kader anlayışımızdaki yanlışların düzeltilmesi gerekir. Sorumluluklarımızın gereklerini yerine getirmeden sorumsuzluklarımızı takdire bağlamamalıyız.

İnsanların iman ve küfrü tercihleri kendi iradeleri iledir

Kader, Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesidir.  Ezelden ebede kadar olmuş ve olacak şeylerin hepsinin zamanının, yerinin ve nasıl olacaklarının Allah tarafından ezelde bilinmesi ve bu bilgiye uygun olarak takdir ve irade edilmesidir.

Kader, Allah’ın ilim ve irade sıfatları ile ilgilidir. Allah ilim sıfatı ile olacak şeyleri bütün teferruatı ile bilir irade sıfatı ile de takdir eder. Kaza ise ezelde takdir edilen şeylerin zamanı ve yeri geldiğinde meydana gelmesidir. Kaza, Allah’ın kudret ve tekvin sıfatları ile ilgilidir.

İnsan irade sahibi bir varlıktır. Rabbimiz elçileri ve hidayet kaynağı olarak gönderdiği kitapları ile insanları tevhide çağırmış, hak yolu göstermiş, şeytanın peşine düşmekten sakındırmıştır. Tercihlerine göre iman ve küfrün ahiretteki sonuçlarını bildirmiştir. Nankörlük ederek küfründe inat eden cezasına katlanır, iman ederek şükreden, salih amel işleyen ise ödüllendirilir. İnsanların iman ve küfrü tercihleri kendi iradelerine bırakılmıştır. Rabbimiz insanların iradelerini hangi yönde kullanacaklarını bildiği için ilmi ezelisi ile onların mü’min mi münkir mi olacağını yazmıştır. Rabbimiz yazdığı için; Ahmet mü’min, Abraham Yahudi, George Hristiyan olmamışlardır. Ahmet’in iradesini imandan yöne kullanacağını ilmi ezelisi ile bildiğinden onun için imanı yazmıştır. Diğerlerinin de isyan yolunu tercih edeceklerini bildiği için onların tercihleri doğrultusunda da onlara küfrü yazmıştır. Kulların iradeli fiillerinde; kul seçimini yaparak teşebbüs eder,  o seçime göre kulun istediğini Allah yaratır sonuç kula ait olur. İmanı da küfrü de tercih eden insandır, tercihi doğrultusunda yaratan ise Allah’tır.

Günümüzde astronomi ilminin gelişmesi ile güneşin ne zaman tutulacağı nerelerden daha net görüleceği yıllar öncesinden bilinmekte ve takvimler yazılmaktadır. Güneşin tutulması takvimlerde yazıldığından dolayı değil beşer olarak sahip olduğumuz sınırlı ilmimizle, güneş ve ayın hareketlerini yaptığımız hesaplamalar ile yazılmıştır ve günü gelince de tutulmuştur. Güneşin tutulmasını beşeri ilmimizle biz nasıl önceden bilerek yazıyor ve o da gerçekleşiyorsa Allahu Teâla’nın da ezeli ilmi ile insanların iradelerini hangi yönde kullanacaklarını bildiği için ona göre yazmakta ve o yazıya göre de fiiller meydana gelmektedir.

Allah her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmıştır

Rabbimiz (CC) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve orada rızık arayanların ihtiyaçlarına uygun olarak rızıklar takdir etti.” (Fussilet 10)

“O, güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.

“Şüphesiz gece ve gündüzün ardarda değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yeryüzünde yarattığı şeylerde, Allah’a karşı gelmekten sakınan bir toplum için pek çok deliller vardır” (Yunus 5-6)

“O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).” (En’âm 96)

“Aranızda ölümü biz takdir ettik; sizi benzerlerinizle değiştirmemiz ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi yeniden var etmemiz hususunda bizim önümüze asla geçilemez.” (Vâkıa 60-61)

Ayetlerde belirtildiğine göre Allah her şeyi amacına uygun bir şekilde yaratmıştır. İnsanların yaratılışını, rızıklarını, yaşayacakları zaman dilimini ve ölüm vakitlerini tayin etmiştir.

İnsan iradesini kullanmakta serbest bırakılmıştır

“Kader konusuyla bağlantılı görülen ilâhî sıfatlardan irade hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de yapılan açıklamalara göre Allah dilediğini yapar ve dilediği şekilde yaratır. O dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceğini bildirmiş, iman edeceklere hidayet vermeyi, inkâr edenlerin de sapıklıklarını sürdürmesini murat etmiştir. Eğer isteseydi herkes iman ederdi, ancak insanların kendi irade ve tercihleri olmadan iman etmelerini dilememiş, onları serbest bırakmıştır.

Kader probleminin odak noktasını oluşturan insanların fiilleri konusunda Kur’an’da dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği, itaat ve isyanın insanın iradesine bağlı kılındığı, kişilerin işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme girecekleri, iyi işlerinin lehlerine, kötü işlerinin aleyhlerine olduğu ve Allah’ın kullarına asla zulmetmediği ifade edilmiştir. (1)

Rabbimiz (cc) buyuruyor:

“De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin.” (Kehf 30)

“Şüphesiz biz ona (doğru) yolu gösterdik. İster şükredici olsun ister nankör.” (İnsan 3)

“O gün hiçbir kimse en ufak bir haksızlığa uğramaz. Siz orada ancak yaptıklarınızın karşılığını alırsınız.” (Yasin 54)

“Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Nisa 170)

“Hani Mûsâ kavmine, “Ey kavmim! Allah’ın size gönderdiği peygamberi olduğumu bilip durduğunuz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini (doğru yoldan) saptırdı. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Saf 5)

Allah’ın bir kaderinden diğer bir kaderine kaçıyoruz.

Hicretin on yedinci senesinde Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh komutasındaki İslâm ordusu, Şam”a gelen Hz. Ömer ile Suriye-Hicaz sınırındaki Serğ Köyü”nde buluşur. Ebû Ubeyde, Şam civarında veba salgını olduğunu bildirir. Hz. Ömer de durumu görüşmek üzere muhacir ve ensarı toplar ve istişarelerde bulunur. Kimisi, “Sen bir görev için çıktın, bundan geri dönmeni uygun görmüyoruz.” derken kimisi de, “İnsanları tehlikeye atmanı doğru bulmuyoruz.” der. Hz. Ömer, istişarelerine devam eder ve son olarak Mekke fethine katılmış muhacirlerle, Kureyş’in ileri gelenlerini toplar. Bu son istişareden ittifakla geri dönme ve insanları veba tehlikesine atmama görüşü çıkar. Bunun üzerine Hz. Ömer, Medine’ye geri dönülmesi emrini verir. Fakat ordu komutanı Ebû Ubeyde, bu durumu kader inancıyla bağdaştırmamış olacak ki halifeye, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer, Keşke bunu sen söylemiş olmasaydın Ey Ebû Ubeyde. Evet, Allah’ın bir kaderinden diğer bir kaderine kaçıyoruz.” diye cevap verir ve şöyle devam eder: “Develerini otlatmak için, biri verimli diğeri kıraç iki yamaçlı bir vadiye götürsen ve onları ister otu bol yerde ister çorak yerde otlatsan, sonuçta her iki yerde de Allah”ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diye sorar.

Bu sırada, daha önce bir işi için aralarından ayrılmış olan Abdurrahman b. Avf çıkagelir ve “Bu konuyla ilgili bende bir bilgi var.” diyerek Hz. Peygamber”in şöyle buyurduğunu nakleder: “Şayet bir yerde veba hastalığı olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Bir yerde veba hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayın.”

Son pişmanlık fayda vermeyecektir

Mü’mine düşen görev yüce kitabımızda belirtilen emir ve yasaklara uymak, Allah Rasulünün uygulamalarını dikkate alarak kulluk vazifesini yerine getirmektir. İradesini şeytanın adımları arkasında gidenlerin yolunda kullanmamaktır. Cenab-ı Hak insanın iman veya inkar hakkında tercihini kula bırakmıştır. İnsan hayrı tercih ederse onun için hayrı, şerri tercih ederse onun için de şerri yaratır. İnsan yaptığı yanlış tercihin sorumlusu olarak Allah’ı göstererek, ne yapalım Allah böyle takdir etmiş diyerek işin içinden çıkmamalıdır. Bu savunma mekanizması ile bu dünyada kendisini kandırabilir Ama hesap gününde kendisine haber verilen gerçeklerle karşılaştığı zaman “Ey Rabbimiz! Biz azgınlığımıza yenik düştük ve sapık bir toplum olduk.” “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer (tekrar günaha) dönersek şüphesiz kendimize zulmetmiş oluruz.” (Mü’minun 106-107) pişmanlığı kendisine fayda vermeyecektir.

Hesap gününe samimi bir iman ile varmak temennisi ile…

  • Yavuz,Yusuf Şevki, Kader md.,TDV İslâm Ansiklopedisi, XXIV, 58-63.

Yorum Yapın

Navigate