HİBRİT SAVAŞ KUTSAL MABET KAVGASI

Yahudi kabilesi Tevrat bilgilerine göre MÖ 1750 yıllarında Mezopotamya bölgesinde yaşamışlardır. Bu dönem Yahudi tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Yahudiler Hz. Nuh’un oğlu Sami’nin kavmi (Sam Kavmi) olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Yahudiler Tevrat’a göre kendilerinin Tanrı’nın seçilmiş kavmi olduklarına inanırlar. Diğer insanları ise Yahudi’ye hizmet eden hayvan diye nitelendirirler.

Fırat ve Dicle nehirlerinin uzandığı Mezopotamya ile Suriye arasındaki verimli topraklarda çobanlıkla geçinen Yahudi kabilesi Hz. İbrahim zamanında Babil’deki Ur şehrinden Kenan diyarına göç etmişlerdir. Muharref Tevrat’ın anlatılan efsanesine göre Nil’den Fırat’a kadar uzanan kutsal toprakların Tanrı tarafından İsrail Oğullarına verildiği efsaneye inanılır. Kenan bölgesine gelen Yahudiler buradaki yerleşik kabile Kenani’ler ile savaşmışlardır. Kenaniler’le baş edemeyen Yahudiler Mısır’a göç etmişlerdir. Hz. İbrahim’den sonra oğlu İshak ve İshak’ın oğlu Yakup zamanında yerleşik bir İsrail kavmi oluşmuştur. Mısırda İsrail Oğulları Hz. Yakup’un 12 oğlunun neslinden oluşan bir kavim olarak yaşamaya devam etmişlerdir. Aşer, Benyamin, Dan, Gad, İssakar, Levi, Naftali, Ruben, Şimeon, Yahuda, Yusuf, ve Zebulun adlarıyla anılan ve kardeşlerin oluşturduğu oniki kabile İsrailoğulları adını alarak İsrail kavmini meydana getirmiştir. Hz. Yusuf zamanında Mısırda güçlenen İsrailoğulları Firavun tarafından köleleştirilmiş ve ırgatlaştırılmışlardır. MÖ 1200’lü yıllarına gelesiye kadar Firavun idaresinde köle olarak kalan İsrailoğulları nihayet, Hz. Musa tarafından Mısır’dan çıkarılarak Sina dağına yerleşmişlerdir.

Kenan bölgesine gelen ve 12 kabileden oluşan Yahudiler, Hz. Davud tarafından güçleri birleştirilip Kudüs’ü fethetmiş, burayı başkent yapmışlardır. Hz. Davud’dan sonra, MÖ 965 te Yahudiler Hz. Süleyman tarafından yönetilmeye başlamıştır. Hz. Süleyman zamanında Yahudiler bolluk ve zenginlik içinde yaşamışlardır. Hz. Süleyman ilk Yahudi tapınağı olan (Beyt-i Makdis – Süleyman Mabedi) inşa ettirerek Kudüs’ü İsrailoğulları’nın kutsal şehri haline getirmiştir.

Hz. Süleyman’dan sonra İsrail ikiye bölünmüştür. İki kardeş arasında meydana gelen taht kavgası ile ülke Kuzeyde başkenti Samariye (Nablus) olan, güneyde ise, Kudüs şehri merkezli Yahuda krallığı oluşmuştur.

Yaklaşık 200 yıl yaşayan kuzeydeki Yahudi devleti Asurlular tarafından MÖ. 722 de yıkılmıştır. 350 yıl kadar varlığını sürdüren Yahuda (Juda) devleti de MÖ. 587 de Babilliler tarafından Kudüs işgal edilerek yıkılmıştır. Babillilerin Kudüs’ü işgali ile Yahudi toplumunu birleştiren kutsal mabet (Süleyman mabedi) yıkılmış, sağ kalan ve yakalanan Yahudiler Babil’e sürgün edilmişlerdir. Yaklaşık 70 yıl süren 1. Sürgün dönemi pers imparatorluğunun Yahudilere Kudüs’e yerleşme hürriyeti tanıması ile toparlanan Yahudiler MÖ. 515 de Kudüs’te kutsal mabedi yeniden inşa etmişlerdir. Yaklaşık 200 yıllık bu dönemde Makedonya Kralı Büyük İskender Mısır’dan Fırat’a kadar uzanan toprakları fethetmiştir. Hıristiyanlarla ortak yaşamaya başlayan Yahudiler Helen kültürü ile tanışmış oldular. Yahudi kültürü ile zenginleşen Helenizm Avrupa kültür ve hayatının temellerini oluşturmuştur. Helenizm’in doktrini Judao-grek Yunan ve Talmud felsefesinin kaynaşması ile oluşmuştur.

Hz. İsa’nın doğduğu yıllarda Avrupa’dan doğuya doğru Roma imparatorluğunun yükseliş çağı olmuştur. Suriye’ye kadar genişleyen Roma hâkimiyeti altında yaşayan ve Helenizm’den rahatsız olan Yahudilere, Romalılar dini özgürlükler vermişti. Zaman içinde Roma düzeninin uyguladığı ve özgürlüğün bedeli olan ağır vergi yükü ve uygulanan despot yönetim karşısında Yahudilerin bağımsız devlet kurma fikri kamçılanmıştır. Yahudilerin isyana yönelik davranışları karşısında MS 70 yılında Roma kuvvetlerinin General Titus yönetiminde Kudüs’ü yağmalayıp yok etmesi ve Süleyman Mabedini yıkması ile Yahudi toplumunun büyük bir sürgüne gönderilmesi kaçınılmaz olmuştur.

Yahudilerin kutsal mabedinin ikinci kez yıkılması ile başlayan ve 1948 yılına kadar devam eden dönem Diaspora Dönemi (Yabancıların Hâkimiyet Dönemi) diye adlandırılmıştır. Sürgün ve vatansız yaşam tarzına alışmış olan Yahudiler için Diaspora dönemi siyasi bir sonuç değil daha çok dini ve kültüreldir. Kutsal değerlerden uzaklaştırılma, kutsal topraklardan fiziki bağlarının kopartılması, katliamlar, farklı uygarlıkların ve devletlerin hâkimiyeti altına girilmiş olması Yahudi dünyasını derinden etkilemiştir. Kudüs’te iki defa yıkılan mabet neden kutsaldır? Taştan topraktan inşa edilmiş bir binanın kutsallığı inancı arkasına gizlenilmiştir. Bir toplum olarak ayakta kalmaya devam edebilmek için kutsallığı siper olarak kullanmak Yahudiliğin özünü oluşturmuştur. Kendi inanç ve kültürünü sözde bir kenara bırakarak, yabancı bir toplumun inanç ve kültürünü hayat haline getirme ve sürdürmek gibi bozuk bir karakterde yaşamak kolay değildir. Bu ikiyüzlü bir hayat tarzı olmasına rağmen, Yahudilerin hayatı böyle bir yükü taşımaya alışmış, bukalemunlaşmıştır. Bu şekilde, insani ilişkileri, hayatta kalabilmek için hayvanlaştıran, yaşam biçimine Yahudi tarihinde haskala yaşamı denmektedir.

İSPANYA VE YAHUDİLER

Batı dünyasında ülkelerin yönetimi kilisenin uhdesinde idi. Roma İmparatorluğu’nun resmi dini Katolik Hıristiyanlıktır. Hıristiyanlık dışında Yahudi inancına veya başka dine bağlı olanlar devletin baskı ve zulümlerine muhatap olmaktaydılar. Katolik kilise yasalarına göre Yahudilerin resmi göreve atanmaları yasaktı. Yahudiler bir takım resmi görevlere gelebilmek için din değiştirmiş gibi (konverso) görünüyorlardı. Böylece başarıları ölçüsünde devlet yapısı içinde kolaylıkla yükselebiliyorlardı. Dönmelerin büyük ekseriyetinin asıl dinlerine ve kimliklerine bağlılıklarını korudukları herkesçe kabul edilen ve bilinen bir gerçektir. Yahudiler ülkelerin özellikle ekonomik hayatları üzerinde kurdukları hâkimiyetleri ile kendilerini seçkin sınıfta toplamaktaydılar. X. Yüzyılda Asya ve Avrupa arasındaki en önemli ekonomik bağları kurmuş olmaları, zenginlikleri sayesinde hayatlarını koruyabilmekteydiler. Yahudi dönmelerinin Osmanlı topraklarını işgal etme yılları 1400 lü yıllara dayanır. Avrupa’da en etkin dönme Yahudi hareketliliği İspanya’da görülmektedir. 1390 lı yıllarda, yaklaşık 100 yıllık ispanya tarihinde devletin başındaki kadroların %90 ‘ı dönme (konverso) Yahudileridir. Devlet idaresi Katolik kilisesi yasalarına göre idare edilmekteydi. Kilise adına hareket eden yönetim, devlet otoritesini hâkim kılmak için her türlü baskı rejimini uygulamaktaydı. İspanya tarihinde 711 yılına kadar sürdürülen Cermen Vizigot siyasi sistemi toplumu bunalımdan kurtaramıyordu. Müslüman Emevi devleti 7. Asırda bütün kuzey Afrika topraklarını ele geçirmişti. Emevi halifesi Velid bin Abdulmelik zamanında, Musa Bin Nusayr Kuzey Afrika valisi idi. İslam’ın Afrika’dan, Avrupa’ya genişlemesi Musa Bin Nusayr’ın Tanca Valisi olan, Berberi asıllı Komutan Tarık Bin Ziyad’ı görevlendirerek, boğazı geçip, İber yarımadasına çıkmasıyla başlamıştır. Tarık Bin Ziyad İber boğazından gemilerini geçirip, 7000 askeri ile kaleyi kuşatmıştı. Bir kısım askerlerin bu kuşatmayı başaramayacakları düşünceleri vardı. Askerlerinin gerisin geri kaçma umutlarını ortadan kaldırmak için Tarık Bin Ziayd gemileri yaktırmıştır. Askerlerine şöyle demiştir: “Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman vardır. Nereye kaçacaksınız? Vallahi sizin için ancak sadakat ve sabır kalmıştır. Düşmanın silahı, teçhizatı ve erzakı boldur. Sizin silah olarak ancak kılıçlarınız, erzak olarak da düşmanın elinden alacağınız ve sahip olabilecekleriniz vardır.” İlk hamlede Müslüman orduları Carteya ve Algeziras şehirlerini teslim aldı. Tarık Bin Ziyad’ın avantajı halka zulmeden Vizigot krallığı karşısında, adaleti ile bilinen Müslüman yönetiminin tercih edilmesi idi. Fetih hareketinin başarılı olacağına inanarak, kilisenin zulmünden kurtulmak isteyen halkın beklentilerini göz önüne alarak Tarık Bin Ziyad cihada ve fethe devam etmiştir. ENDÜLÜS’ÜN SONUNA DOĞRU 1065 Yılından itibaren İber yarımadasında varlığını sürdüren Kastilya Krallığı ile Endülüs Müslümanları arasında uzun yıllar sürdürülen bir mücadele olmuştur. 8 asır devam eden Endülüs İslam devleti ile Hıristiyanların birleştiği Kastilya Krallığı arasındaki mücadele hiç kesilmemiştir. 1462 de Cebeli Tarık boğazını Kastilya Krallığı Endülüs’ten aldı. Daha kuzey doğuda 1035 yılında kurulmuş olan Aragon krallığı ile Kastilya arasında işbirliği sürdürülürken 1469 yılında Kastilya Kraliçesi İzabella ve Aragon Kralı II. Fernando’nun evlenmesi ile iki krallık 1474 de birleşerek tek bir ülke haline gelmiştir. Endülüs Müslümanları ile çetin bir mücadeleye giren Kastilya Krallığına en büyük destek İspanya’dan gelmiştir. İspanya Hazine bakanı Kabalacı Yahudi İsaac Abrabanel Müslüman katliamının yapıldığı savaşı 1,5 milyon altın duka ile finanse etmiştir. Endülüs devletinin sonunu getiren ikinci büyük finansör ise kral II. Fernando’nun vergi bakanı Kastilya Başhaham Yahudi Don Abraham Senior idi. Endülüs toprakları İspanya desteğinde Kastilyalılarca işgal edilme hazırlığında iken, 1487 yılında Büyük Endülüs Sultanı XII. Muhammed Ebu Abdullah ES-Sağır Osmanlı Sultanı Beyazıd’a ülkesinin karşılaştığı felaketi 104 beyitten oluşan bir şiir ile anlatmıştı. Birleşik Hırıstiyan ve Yahudilerin Müslümanlara saldırıları karşısında Sultan Beyazıd sessiz kaldı. 1489 dan 1492 ye kadar işgal altında bulunan Müslüman beldeleri zulüm, işkence ve katliamlarla inliyordu. Gırnata’nın işgalinden önce Kraliçe İsabella ve Kral II. Fernando Müdeccen Endülüslü Müslümanlar arasında 25 Kasım 1491 de Gırnata’da bir sözleşme imzalandı. Müdeccen Endülüslü Müslümanlar dini vecibelerini yerine getirmede, adet ve geleneklerini serbestçe yaşamalarında, kendi dillerini konuşmada, mal edinme ve ticaretlerinde hür olmalarını sağlayan bir anlaşmaya imza attılar. Gırnata (Granada) anlaşması yüz binlerce Müslüman’ın, Yahudiler ile birlikte yurtlarından sürülmelerini engellemiştir. 1492 yılında başlayan Engizisyon mahkemelerinin kararı ile Endülüs Müdeccen Müslümanları ile birlikte Yahudilerin yurtlarından sürülmelerini Kraliçe ve Kral II. Fernando’nun girişimleri engelledi. Gırnat’a emirliğinin yıkılması ile Endülüs Müslüman devleti ortadan kaldırıldı. İşgal altında sağ kalan Müslümanların (1501-1502) çığlıklarını ihtiva eden ikinci feryatnameye Beyazıd Han bir cevap vermedi. İspanyadaki kilise devletinin baskı ve zulümleri karşısında kaçan Yahudilere kucak açan Osmanlı, aynı zulüm ve işkence altındaki Endülüslü Müdeccen Müslümanlara bu duyarlılığı göstermemiştir. Sultan Beyazıd Endülüslü Müdeccen (Müdejar) Müslümanların feryatnamelerine bir cevap verme zahmetinde bile bulunmayarak, Endülüslü Müslümanları kaderlerine terk etti. Böylece Sultan Beyazıd Yahudilere gösterdiği şefkat ve merhameti Endülüslü Müdeccen Müslümanlara göstermedi. Sultan Beyazıd’ın II. Fernando’ya sadece bir mektupla Müslümanlara zulüm etmemesini istediği söylenmektedir. Endülüs kütüphanelerinde bulunan ve dönemin Endülüs tarihçisi ElMakkari’nin yazdığı Ezharu’r Riyaz adlı eserinde olaylar ayrıntıları ile yazılmıştır. İspanyolların işgal ettikleri topraklarda Hıristiyan tebaanın altında, belirli anlaşmalar çerçevesinde yaşayan Müslümanlara müdeccen (müdejar) deniliyordu. Bu Müslümanlar İspanyada bilim ve sanatta, ticarette önde giden, kültürlü, aydın seçkinlerdi. Osmanlı Konverso Yahudileri bu seçkin Müslümanlara tercih etti. İspanyol tarihçi Prof. Rodrigo de Zayas’un yazdıklarına göre Müdeccen Müslümanlar Yahudilere göre meslek ve sanatta, tıpta, mimaride, ticarette daha üstün durumda idiler. Eğer Müslümanlar Yahudiler ile beraber yurtlarından sürülerek sınır dışı edilip, Osmanlı Yahudilere değil Müslümanlara sahip çıksaydı çok büyük kazançlar sağlanacaktı. Aynı zamanda kabalacı Yahudilerin kutsal mabedin inşa edilip kutsal topraklara yerleşme planları bozulacaktı. Eğer Endülüs kurtulsaydı ipek ve baharat ticaret yollarının kontrolü Müslüman ülkesi Osmanlı ve Memlukların eline geçmiş olacaktı. Böylece Yahudilerin ticari politikalarına büyük bir darbe vurulmuş olacaktı. Endülüs Müslümanları Osmanlı devletinin ve İspanya krallığının kaderine hükmeden derin güçlerin marifeti ile tasfiye edildi. Osmanlı 1492 den sonra İspanyada baskı ve zulüm politikalarına maruz kalan Endülüslü Müslümanların feryatlarına cevap vermedi. Aynı Osmanlı siyaseti sürgüne gönderilen Yahudileri gemilerle taşımaya gitmişti. Ülkesini terk etmeyen bir kısım Müslümanlar kimliklerini gizleyerek yaşamaya çalışırken, yüz binlerce dinlerini değiştirmeyen Müslüman ateşlerde yakıldı, tarihte eşi görülmedik soy kırımın kurbanı oldular. Endülüslü Müslümanlar tarihlerinin en dramatik trajedisini yaşadılar. Bir kısım Müslümanlar Granada’da (Gırnata) kalırken bir kısmı da Sevilla ve Valencia’ya yerleştiler. İspanya’dan Osmanlı’ya getirilen Yahudiler Yavuz Sultan Selim zamanında Selanik ve Edirne’ye yerleştirilerek el üstünde tutulmuştur. Yahudiler İspanya vatandaşı iken Katolik idiler, Osmanlı’ya göçünce Müslüman(!) oldular. Granada işgali ile başlayan 2 Ocak 1492 de Beni Ahmer Hükümetine son verilerek, Endülüs İslam devletinin tasfiyesi olaylarının Kabalacı Yahudilerin kontrolünde geliştiği ortadadır. Bu tarihte yapılan Müslüman soykırımını kimse gündeme getirmemiş, ama 1492 yi Yahudi sürgünü olarak belgelenmeye çalışılmıştır. Endülüslü Müslümanlara Osmanlı’nın çaresizliğinden yardım edemediğini öngören bazı araştırmacıların Yahudilerden daha atak Siyonist olduğunu söylemek gerek. İspanya Kraliyet Arşivleri kayıtlarına göre, 1492-1609 yılları arasında 3 milyon Müslüman engizisyon mahkemelerinde yargılanıp, yakılmak suretiyle öldürüldüğü yer almaktadır. Bu bilgiler Engizisyon mahkemeleri sorumlusu İspanya Kardinali Richelieu’nun günlüklerinden Kraliyet Akademisi arşivlerine aktarılmıştır. Kraliyet arşiv kayıtlarına göre 22 Eylül 1609’da İspanya Kralı III. Felipe sürgün fermanı yayınlayarak Müslümanların ülkeyi terk etmelerini emretmiştir. Bu fermandan sonra 1609- 1614 yılları arasında 500 bin müslümanın Granada (Gırnata), Mallorca, Murcia ve Valencia şehirlerinden ayrılarak İspanyaya bir daha dönmemek üzere sınır dışı edilmiştir. Birçok cami, medrese, kümbet, köşkler, saraylar ve tarihi eserler, binalar yıkıldı veya tahrip edilip yakıldı. Kütüphaneleri dolduran bir milyon bilimsel eser yakılmıştır. Bu dönem Yahudilerin zenginlik ve refah bakımından altın çağı olmuştur. Bu tahribata sebep olan kara kararlar Katolik kilisesinin kararlarıdır. Ancak, dönemin Katolik Kilisesine hükmeden yöneticilerin dönme Yahudi olduklarını göz ardı etmez isek, alınan kararların arkasında dönme Yahudilerin olduğu gerçeği, Judaizm’in hedefi saklanamaz olmuştur. Bu dönemde Endülüs Devletinin yıkılması, Müslümanların dağıtılması, işkence ve katliamlar ile başlarına gelen felaketler Yahudi sermayesi tarafından finanse edilmiştir. Konversolar tarih boyu kiliseleri, dini ve siyasi kurumları ele geçirerek devletleri kullanmışlardır. Gizli ve derinden, birbirlerine kenetlenerek, işbirliği yaparak Talmud felsefi imanına bağlı kalarak hedeflerine yürümektedirler. Müslümanların kurumsal olarak zayıf düştüğü, bu gün ki ortamda içimizdeki İsrail’i sorgulamamız gerekmez mi? Saklanan Kabalist Sabetayist şeyhülislamlar, tarikat şeyhleri, imamlar, dini liderler, politik bağlantılar… Her işin sonu, onun kimliğini ele verir. Yolun sonu göründükten sonra artık geriye dönüş de mümkün olmaz. (devam edecek)

Yorum Yapın

Navigate