ADALET HEPİMİZE LAZIM : BANA , SANA, ONA

Bir gün…

Allah Resulünün en çok sevdiklerinden iki Müslüman ..

Ebu Zerr-i Ğifari ve Bilal…

Her nedense bir tartışmaya tutuşmuşlar, meselenin ne olduğu unutulmuş gitmiş,

gündeme bile düşmemiş. Ama gündeme düşen Ebu Zerr-i Ğifari’nin ağzından düşen, düşüveren o söz:

“-Kara kadının oğlu!”

İşte tarihler kaydetmiş bu sözü. Ebu Zer, Bilal’a bunu söyledi diye.

Ebu Zerr gibi bir Müslüman nasıl söyler böyle bir sözü, bir Müslüman kardeşine

Bilal gibi birine hem de…

Peygamberimizin göz bebeği sahabelerinden ilk Müslümanlardan ki , neler çektiğini o iman dolu göğsünde ne acılar ne yükler taşıdığına herkesin şahit olduğu…

Her gün beş vakitte iman dolu sedasıyla seslene Hakka ve felaha davet eden o sesin sahibine… Söylenir mi?

Hiç kimseye söylenmez de, BİLAL’E HİÇ SÖYLENMEZ…

Şu an kendinizi Bilal’ın yerine koyunuz.

Size böyle bir hitapta bulunuldu… Ne yaparsınız?

Duygu ve düşünceleriniz ne meyanda olur? Düşününüz…

Gelelim biz BİLAL’in ne yaptığına…

Boynunu bükerek gider, sindiremez bu sözleri ve Hakk’ın sevgili elçisine dert yanar:

“-Ya Rasullallah !

Anamın kara kadın olması benim suçum mu ki ,Eba Zerr bana böyle dedi ..

Alnında bir damar vardır sevgili elçinin. Sinirlendiği zaman kabaran. Herkesin

buna şahit olduğu. Kolay sinirlenmez ama bu gibi durumlarda buna şahit olanlar

bilirler.

O damarın kabardığına yine şahit olunur, o anda çağırtır Eba Zerr’i, Bilal ise

melül mahzun çekip gitmiştir bile.

Onun melül, mahzun hali öylesine dokunmuştur ki sevgili elçinin, şöyle düşünmüştür muhtemelen:

“Ben ne tebliğ ediyorum, EBU ZERR ne diyor ?”

Ebu Zerr gelir çağrı üzre.

Görür ki nebi kızgın ve dahi öfkelidir.

Şu hitabı duymak yerin dibine girdirmiştir muhtemelen onu:

-“Sende cahiliye kırıntıları kalmış ey Eba Zerr!

O sözü ilk sarf ettiği anda pişman olmuştur aslında Eba Zerr, ne ki söz ağızdan

çıkan ok misali, geri dönmüyor ki. Ne cevap vermiştir sevgili peygamberimize Ebu

Zerr bilemeyiz ama, tarihler Ebu Zerr gibi bir şahsiyeti çok güzel meziyetleriyle de

kaydetmiştir…

O ki; daha İslam gelmeden önce tevhit arayışı içinde olan bir kimlik.

İslam’ın ilk yıllarında duymuştur hak daveti, önce kardeşini göndermiş durumu

öğrenmiş, ardından taa Gifar kabilesinin yaşadığı o uzak yurttan kalkıp hakkın

elçisine iman için Mekke’ye gelmiş.

İslam’ın gizli tebliğ edildiği ilk yıllarda tebliğ ve kimlikler gizlendiği için temkinli

davranır.

Üç gün sadece zemzemle karnını doyurur.

Sonrasında Resule Hz. Ali vasıtasıyla ulaşır ve İslam’a kucak atar…

Öyle ki ilk defa Kâbe’de İslam’a kucak açtığını haykıran ve akabinde de bir ton

dayak yiyen odur.

 

Neredeyse öldürülecek, linç edilecekken, Hz. Abbas’ın müşriklerin elinden aldığı

bir değerli kişiliktir Ebu Zerr.

Ne ki, tüm bu anlatılan ve anlatamadığımız daha bir sürü özellikleri yanında söylediği o söz.

“-Kara kadının oğlu!”

Hayır, işte bu hazmedilebilen bir söz değildir.

Bu söz İslam’ın ruhuna ters, bu sözü Ebu Zerr’in söylemesi de hiçbir şeyi değiştirmez.

Hak haktır… O zaman Ebu Zerr, hatasını derhal telafi etmelidir.

Hakk’ın sevgili elçisi bunu söyledi mi, ima mı etti bilemeyiz amma,

-SENDE CAHİLİYYE ADETLERİNDEN KIRINTILAR VAR!

Bildiğimiz şey, Ebu Zerr’in özrünün tarihe geçtiği…

Zamanımızda bir kuru özür dilemeyi bile nefsine ar gören bin bir türlü hata işleyip de gurur ve kibrinden dolayı özre yanaşmayan insanlara örnektir bu.

Gider Ebu Zerr gecenin alacakaranlığında Bilal’ın kapısına. Nasıl olsa az sonra

sabah namazı için davete, ezan okumaya çıkacaktır ,koyar başını Bilal’in

kapısına bekler, bekler …

Sabah ezan vakti gelende, Bilal kapıdan tam çıkacağı sırada ayağına bir şey takılır. Bunun bir insan olduğunu hisseder.

-Kimdir o? diye seslenir.

Sesi tanır hemen tabii ki. Ebu Zerr’ dir bu.

-Ey Bilal! Üstüme basıp beni çiğnemeden kalkmam buradan .

Şaşıran Bilal eğilir kaldırır onu yerden, kucaklaşırlar ve dava biter…

Düşünün şimdi, özür dilemenin zorluğunu ve affetmenin, affedilmenin hafifliğini.

Biz yapabiliyor muyuz bunları diye nefsimize sormalı.

**

Bu mesajları dinleriz de nefsimize hangilerini yapabiliyoruz diye sığaya çekme aklımıza bile gelmez.

-“Ey nefis! Titre ve Rabbine dön. Ona yönel, hatalarını telafi et. Tövbe et, yenilen

.”

İltimas yok asla, ne ailesine ne sevdiklerine. Kızgınlığı sadece ihlal edilmesidir hakkın, adaletin, tebliğin.

Bir seferinde de, yine en sevdiği sahabelerden Üsame ki, Hz Zeyd ile ana bildiği, elinde büyüdüğü Ümmü EYMEN BEREKE’nin oğludur Torunlarından ayrı tutmaz onu, çok sever .

Amma velâkin; yapmaması gereken bir iş yapar.

Düşmanı olan kişiye bir sefer anında kılıcını kaldırdığında, o kişi o anda:

-“La ilahe illallah.” deyiverir.

Bir an duraklar Üsame, ancak sonrasında gaflete düşer ve:

-Bu adam ölümden korktu da ondan Kelime-i tevhidi söyledi…

Ve kılıcını kaldırdığı gibi adamı öldürüverir.

Dönüşte durum efendimiz (SAV)e rapor edildiğinde, bu durum da dile getirilir.

O andaki öfkesi de yine alnındaki damarın kabarmasına sebep olur.

-Demek bir adamı Rabbim Allah dediği halde öldürdün ha!

-Korktuğundan öyle söyledi ya Rasulallah!

-Adamın kalbini mi yardın?

-Adamın kalbini mi yardın?

Sözleri devamlı tekrar eder Efendimiz…

Belki de Üsame yer yarılsa da içine girsem diye düşünmüştür. Ki duygularını dilegetirecektir daha sonra .

-Resûlullah (sav.), bu sözü bana o kadar tekrarlayıp durdu ki

“Keşke, o gün yeni Müslüman olmuş ve adamı da ben öldürmemiş olsaydım!’diye içimden temenni ettim.

Çok sevdiği, torunu gibi bilip bağrına bastığı kişi Üsame de olsa efendimiz içinönemli olan Allah’ın emridir.

Zamane zaafımızdır ama, bu zaaf hep vardır ve var olagelecektir muhtemelen.

Araya hatırlı kişiler sokarak iltimas isteme zaafı.

Böylece cezadan kurtulma, nimete erme, affa ulaşma arzusu.

İşte bu bağlamda Üsame bir kez daha hata yapar.

Onu çok zorlarlar ve bunu yapmak istememesine rağmen, onu öne sürmüşlerdir.

Konu; bir kabileden hatırı sayılır birinin kızı, Fatıma adında bir kadın, hırsızlık yapmış ve bu suçu sabit olmuş, yani yakalanmış bunu yaparken.

Hatırlı ailenin kızı ya,  gariban olsa neyse.

-Bu kadın bu cezayı almamalı derler, Üsame’ye.

Peygamberimiz seni sever, bu konuyu onunla sen görüş, kadını affettir kabilinden

sözlerle onu piyon olarak ileri sürerler.

Üsame, yanlış iş yaptığını bile bile o kadın hakkında ricacı olur.

Ceza uygulanmamasını ister.

Verilen cevap günümüze ders olmalı.

Dinleriz de, kuzu gibi dinleriz.

İşin ucu bize değince adalet gerekmez adeta.

Herkese eşit uygulansa adalet dediğimiz şu şey!

İnsanlar suç işler mi?

Bir şekilde sıyırırım diye suçu göz kırpmadan işleyebilir mi insan?

Cevap açık, net.

Çağlar öncesinden muhteşem adalet dersi:

-“Kızım Fatıma dahi olsa, cezasını verirdim !”

“Sizden öncekiler şu sebeple helâk oldular, Onlar, şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman, hırsızı serbest bırakırlar. Güçsüz bir kimse hırsızlık yapınca da, ona ceza uygularlardı.

“Kızım Fatıma dahi”, deyişi bize kızı Fatıma anamıza seslenişini hatırlatır:

-“Kızım, babanın peygamber olması seni kurtarmaz!”

Peygamber babasından dua isteyen kızına cevabı da ibret olmalı değil mi bizlere:

Resûlullah [sav] buyurdu:

“Ya Fatıma, kalk, namaz kıl. Sakın, babam peygamber diye ihmal etme. Allah’ın rahmeti olmadan ben de bir şey yapamam.

Hakk’ın sevgili elçisi böyle söyler ,böyle uygular ,lakin biz ,ah biz ..

İllaki iltimas, illaki iltimas

Halbuki bilmeliyiz artık : İLTİMAS YOK ,İLTİMAS YOK ,İLTİMAS YOK .

HİÇ KİMSEYE YOK .

NE KIZINA, NE ÜSAME’YE,NE EBU ZERR’E NE DE BAŞKA BİRİNE .

BİLMELİYİZKİ, KABİRLER AÇILDIĞINDA ÇIKAN KAFATASLARI BİR SULTANA MI AİTTİR YOKSA BİR GARİBANA MI .

BİLİNMEZ Kİ !

Yorum Yapın

Navigate