“ HABİBİM! BİZ SENİN İSTİKBALİN NAMINA PARLAK BİR FETİH VE ZAFER (KAPISINI) AÇTIK. BÖYLECE ALLAH, SENİN GEÇMİŞ VE GELECEK GÜNAHINI BAĞIŞLAR. SANA OLAN NİMETİNİ TAMAMLAR VE SENİ DOĞRU BİR YOLA İLETİR VE SANA ŞANLI BİR ZAFERLE YARDIM EDER.(FETİH SURESİ 1-3)
“KOSTANTİNİYYE MUTLAKA FETHEDİLECEKTİR. FETHİN KOMUTANI NE GÜZEL KONUTANDIR, ASKERLERİDE NE MUTLU ORDUDUR.” Diye ümmetine şerefli yüce bir hedef gösterip fethi müjdeleyen Allah’ın Rasulüne Salat-u Selam olsun.(Camius-Sağır, Cilt:2, Sayfa:104)
Allah’ın Resulü, Habibi, Peygamberler zincirinin son halkası, rahmet Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v ) insanlık ve İslâm için tehlike olarak gördüğü Bizans’ın başşehri Kostantiniyye’nin fethedilmesini ümmetine hedef olarak göstermiştir. Peygamberliğinin yanında eşsiz devlet adamı ve dâhi bir komutan olarak Hz Peygamber, ümmetinin ufkunu genişletmiş ve asırlar sonra gerçekleştirilecek hedefleri belirlemiştir. Hz. Peygamber biliyordu ki, dünya çapındaki başarılar kısa zamanda elde edilemezdi. Bunun için çok çalışmak ve önemli hazırlıklar yapmak gerekiyordu. Dolayısıyla Müslümanları, geleceğe hazırlıyordu. Hendek Savaşı sırasında Bizans’ın, İran’ın ve Yemen’in fethedileceğini haber vermişti. Verilen müjde birer birer gerçekleşmiş, Rasulullah’ın haberi doğrulanmıştır.
Hz. Peygamberin hedef olarak gösterdiği Bizans’ın başkentinin fethi için Hz. Peygamberin kayın biraderi ve vahiy kâtiplerinden olan Muaviye hazretlerinin hilâfeti zamanında, 670 Miladı ve 49 Hicri tarihinde İstanbul’u muhteşem bir orduyla karadan denizden kuşatarak İslam’ın ihtişamını, izzetini ve şanını cihana duyurmuştur. Bu fetih ordusuna Ashaptan, Ebu Eyyüb El Ensari hazretleri ile birlikte Hz. Ömer’in, Peygamberin amcası Abbas’ın ve Zübeyir b. Avvam’ın oğullarının da katıldığı orduyla İstanbul, tarihte ilk defa karadan ve denizden kuşatılmıştır. İslâm ordusu İstanbul’u alamamıştır ama hicret’ten sonra Hz. Peygamberi evinde yedi ay misafir eden Ebu Eyyüb El Ensarî Hazretlerini şehit vererek, orada bırakarak tekrar gelmek üzere İstanbul’dan ayrılmıştır. Şehit Ebu Eyyüb, lisan-ı haliyle ‘’Ben Peygamberimizi evimde misafir ettim, haydin İstanbul’u alarak İslâm-ı bol şehir yapın, böylece siz de beni evinizde misafir edin.” diyordu. Bu ilk kuşatmadan sonra,1453’e kadar Müslümanlar Hz. Peygamberin işaret buyurduğu hedefi gerçekleştirmek, bir bakıma da Ebu Eyyüb El Ensarî Hazretlerinin duygularına tercüman olmak için İstanbul’u fethetmek üzere yirmi dokuz sefer düzenlemiş ve kuşatmış iseler de başarılı olamamışlardır.
Muaviye’nin kuşatmasından sonra bunların en önemlilerinden biriside Emevi Halifesi Süleyman b. Abdul-Melik zamanında 120 bin kişilik bir kuvvetle 710 miladî yılında yapılan muhasaradır, ikinci önemli kuşatma da Yıldırım BAYEZİT döneminde,1391-1395, 1396 ve 1400 miladî yıllarında yapılan kuşatmalardır.
RÜŞVET, FETHİ 53 SENE GECİKTİRMİŞTİR
Yıldırım Beyazıt 1400 yılındaki son kuşatmasında İstanbul Kayser’inden İstanbul kalesinin teslim edilmesini istedi. Kayser “eman” diledi ve sulh teklif etti. Bunun için vezirlere (Bakanlara) kıymetli hediyeler gönderdi. Vezir-i Azam (Başbakan) Ali Paşa’ya içi altın dolu on balık gönderdi. ( Kısas-ı Enbiya, Tevarih-i Hulefa, Peygamberler Tarihi, Cilt:4, Sayfa:318-319) bunun üzerine Ali Paşa’nın Yıldırım’ı ikna etmesiyle Bizans’la barış antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre İstanbul’da bir Türk Mahallesi kurulacak, kurulan bu İslâm mahallesine Göynük ve Taraklı yenicesinden ehl-i İslâm yerleştirilecek. Hâkimi padişah tarafından tayin edilecek bir de Türk mahkemesinin kurulmasını, bir cami yapılmasını, imamın Yıldırım Bayezid adına hutbe okumasını ve Bizans’ın Osmanlı Devletine ödediği haracın artırılmasını sağlayarak, böylece İstanbul’un fethine daha çok yaklaşılmıştır.
TİMURLEK’ÎN SALDIRISI DA FETHİ GECİKTİRDİ
Yıldırım Beyezit’ın Timurlenk ile yaptığı savaşta yenilmesi üzerine Bizans, Osmanlı Devleti ile yaptığı bütün antlaşmaları tek taraflı olarak feshederek, antlaşma gereği İstanbul’da kurulan İslâm mahallesini, Türk mahkemesini ve yapılan camiyi ortadan kaldırmıştır.
Batılılar tarih boyunca bizimle yaptıkları hiçbir anlaşmaya uymamışlar
Batılılar tarih boyunca bizimle yaptıkları hiçbir anlaşmaya uymamışlar ve taahhütlerini yerine getirmemişlerdir. Batıyı tanımayan politikacılar, onlarla ilişkilerinde başarılı olamazlar.
Şöyle ki; 1974 Kıbrıs zaferimizden sonra Yunanistan NATO’dan çekilmiştir. Yunanistan 1982 yılında tekrar NATO’ya dönmek istediğinde, Dışişleri yetkililerimiz haklı olarak Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmaktan vaz geçmeden tekrar NATO üyeliğine dönmesinin onaylanmayacağını söylemiştir. Bunun üzerine NATO Genel Sekreteri Amerikalı General, Kenan Evren Paşa’ya “Asker sözü veriyorum, NATO’ya dönen Yunanistan karasularını 12 mile çıkarmaktan vazgeçecektir.” diye söz vermiştir. Buna rağmen, NATO’ya dönen Yunanistan, karasularını 12 mile çıkarma tehdidinden vaz-geçmemiştir.
Yakın tarihimizde, 2004 yılında, Türkiye Cumhuriyeti “ne baskı yapan AB, “Kıbrıs’taki vatandaşlarınızın Annan Plânı ve Avrupa Birliği üyeliği için evet demesini sağlayın, biz de Kuzey Kıbrıs’a uygulanan ambargoları kaldıralım.” sözünü vermişlerdir. Kıbrıslı Türkler’ in kahir ekseriyeti Annan Plânına (kaldı ki bu plân gereği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, topraklarının yüzde ellisini kaybediyordu) ve Avrupa Birliğine evet demişlerdir ama ambargolar bu güne kadar hâlâ kalkmamıştır.
2009 Nisanında Danimarka Başbakanının NATO Sekreteri olması için Türkiye Danimarka’da yayın yapan bölücü Roj TV nin kapatılmasını ve Hz. Peygamber’e karikatür ile hakaret edilmesinden dolayı Danimarka Başbakanının İslam aleminden özür dilemesini, aksi taktirde tarafımızdan NATO genel sekreterliğinin onaylanmayacağını bildirmiştir. Diğer NATO üyeleri “Siz evet deyin, Roj TV kapatılacak, başbakan da İslam âleminden özür dileyecektir.” Sözünü verdiler.
Türkiye, Rasmussen’in Genel Sekreterliğine evet dedi ama ne Roj TV kapatıldı ne de İslâm âleminden özür diledi.
İSTANBUL’UN FETHİNİ SAĞLAYAN VE KOLAYLAŞTIRAN SEBEPLER
Atalarının hatıralarına saygı gösteren, koruyan, kadirşinas bir millet olduğumuz için her sene Fethin yıldönümünü kutlamayı şerefli bir borç biliriz. Milletçe bu sene de (2019) Fethin 566. yılını coşkuyla kutlayacağız. Gönül arzu eder ki, çağ kapatıp çağ açan ve tarihini akışını değiştiren İstanbul’un Fetih günü olan 29 Mayıs tarihi milli bayramlarımız arasına alınsın ve resmi tatil olsun.
İSTANBUL’UN FETHİNİN BAŞLICA SEBEPLERİ
Allah-u Teâlâ Hazretlerinin cihad emri Hz Peygamber (S.A.V.)’in İstanbul’un fethiyle ilgili kutlu müjdesı, imparatorluğun yiğit kurucusu Osman Gazinin vasiyeti, fethin manevî mimarları olan Fatih’in Hocaları Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrevlerin duaları, fetih ordusuna kazandırdıkları moral güç Osmanlıların fetihten önce Balkanlardaki Hıristiyan ahalinin kalp ve gönüllerini fetih için hazırlaması ve genç hükümdar Fatih Sultan Mehmet’in zeka ve cesaretiyle birlikte teknikle birleştirdiği iman gücüdür.
Şimdi bunları tek tek ele alıp açıklayalım.
1-Allahu Teala hazretleri cihad edenlerle ilgili olarak;
‘’Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza iletip başarıya ulaştıracağız. Şüphesiz Allah mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.’ (Ankebut 69) buyuruyor.
Bir başka Ayet-i kerimede de Cenab-ı Hak müminlere yardım ve fetih vaat etmektedir:
‘’Hoşunuza gidecek (cihad edenler için) bir şey daha var: Allah’ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele’’(Saf 13)
Cenab-ı Hak yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de fetih ve fütuhattan 16 yerde bahsederek, müminlerin dikkatini bu konuya çekmektedir.
2-Hazreti Peygamber (s.a.v.)’in genel olarak fetih ve özel olarak İstanbul’un Fethi ile ilgili kutlu müjdesi ve duası:
Hz. Peygamber (s.a.v.);
“Çok yerler fethedeceksiniz, Allah sizin yardımcınız olsun. Sizden biriniz oklarıyla (silahlarıyla) oynamaktan ve eğitim yapmaktan usanmasın’’buyurmaktadır.
(Riyazü’s Salihın, cilt: 2, sayfa: 563, Hadis no: 1338)
Hz. Peygamber İstanbul’un fethiyle ilgili olarak da; “Konstantıniyye mutlaka fethedilecektir. Fethin komutanı ne güzel komutandır. Askeri de ne mutlu ordudur.” buyurmuştur. (Camius- Sağır, cilt: 2, sayfa: 104)
3-İmparatorluğun yiğit kurucusu Gazi Osman Şah Hazretleri;
“Hakk’ın bir kemter kulusun İstanbul’u aç gülzaryap” diyerek Konstantıniyye’nin (İstanbul’un) alınmasını hedef gösteriyordu.
Osmanlı imparatorluğunun yiğit kurucusu Sultan Osman Gazi Hazretleri fethettiği ve fethedeceği yerlerin; kasaba, ilçe ve illerin önemini ve çocuklarına vasiyetini şiirinde şöyle dile getirmiştir:
Osman Ertuğrul oğlusun
Oğuz Kağanın neslisin
Hakk’ın bir kemter kulusun
İstanbul’u al gülzar yap.
4-İstanbul’un manevi mimarları, fatih Sultan Mehmet’in hocaları Akşemseddin, Molla Gurani ve Molla Hüsrev bizzat fetih ordusunda muharasa esnasında,fetih müyesser oluncaya kadar zafer için dua yapılmış ve fetih ordusunun moral gücünü yükseltmiştir.
Fetihten bir gün önce, 28 Mayıs’ta bütün askerin oruç tutması, maneviyatın fetih üzerindeki rolünü göstermektedir. (Büyük İstanbul Albümü, Rıza Serhatoğlu, sayfa: 37)
Hz. Peygamberin İstanbul’un fethi ile ilgili verdiği kutlu haber asırlar sonra gerçekleşmiş ve ümmeti Muhammedi, dolayısıyla biz Müslüman Türkleri ziyadesiyle sevindirmiştir.
5- Osmanlı’nın, sergilediği adaletiyle Hıristiyan ahalinin sevgisini kazanması ve gönlünü fethetmesidir. Öyle ki; son Bizans Başbakanı Noturas, Hıristiyan ahali adına;
“İstanbul’da, Ayasofya’da Kardinal şapkası görmektense adaletli Türklerin sarığını görmeyi tercih ederim» demiştir.
Dehasıyle, cesaretiyle, imanını teknikle birleştirerek fethi gerçekleştiren, Hz. Peygamberin müjdesine nail olan genç hükümdar Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u niçin fethettiğini yazdığı bir şiirinde şöyle dile getiriyordu:
“İmtisal-i Cahidu “fillah” olubdur niyetim
Din-i İslâm’ın mücerret gayretidir gayretim.
…
Ey Muhammed mucizat-ı Ahmedi muhtar ile
Umarım galib ola adayi dine devletim.”
Hz. Peygamberin övdüğü komutan olma şerefine nail olan, karadan gemileri yürüten, büyük çapta toplar döktüren, askeri dehasıyla, iman kuvvetiyle İstanbul’u fetheden Fatih, kurduğu müesseselerle İstanbul’u kültür sanat ve ilim merkezi haline getirmekle Cenab-ı Hakk’ın kendisine nasip ettiği fethin şükrünü böylece ödemiş oldu.
Ya Rabbi ! nereden nereye geldik, hangi hallere düştük. Dün gönüllerini ve kendi elleriyle kalelerini asil milletimize açanların, külahımıza saygı duyanların keplerini, hiç kimse bizi zorlamadan bugün okullarımızdaki mezuniyet törenlerinde masum gençlerimize giydirmek en büyük zevkimiz olmaktadır.
Hz. Peygamberin asırlar önce uyardığı ve ne yazık ki bugün de gerçekleşmiş olan acı bir haberden, bir mücizeden de bahsetmek istiyorum.
Hz Peygamber, ümmetini uyararak şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki siz, kendinizden önce gelen milletlerin yoluna karışı karışına, arşını arşınına tıpa tıp muhakkak uyacaksınız! (Bir derecede ki.) Şayet o ümmetler (daracık) keler deliğine girseler, siz de muhakkak (onlara uyarak) oraya gir(meğe çalış) acaksınız. (Ravi Ebu Sait der ki:) Biz: – Ya Rasûlallah! Bu ümmetler Yahudilerle Hristiyanlar mı? diye sorduk.
Rasûlullah: Onlardan başka ya kim olacak.” buyurdu. (Sahih-i Buhari,Tecrid-i Sarih, Cilt: 9,Sayfa: 189, Hadis no: 1410)
Ne yazık ki ümmet-i Muhammed son iki yüz yıla yakın bir zamandır Batının, yanı Hristiyan ve Yahudilerin ilmini, tekniğini ve sanatını alacağı yerde daha çok yaşayışını, kılık-kıyafetini, modasını, müziğini, yıl başı eğlencelerini, içkisini, kumarını almış ve hala da almaya devam ediyor.
Halbuki onlar ise, bizden geçmişteki göz kamaştıran ilmimiz Ve orijinal buluşlarımızdan başka bir şey almadılar, almıyorlar da. Biz kendimizi ve kendi değerlerimizi küçük gördüğümüz için onlara bir şeyler vermeye çalışmıyoruz. Onlar bizi sevmedikleri halde biz onları fazlasıyla seviyoruz. Cenab-ı Hak, onların hakkımızdaki niyet ve düşüncesini bize bildirerek uyarmaktadır:
“İşte siz öyle kimselersiniz ki onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise sizinle karşılaştıklarında “inandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden kahrolup geberin! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilendir.” (Al-i İmran Suresi, ayet: 119)
“Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan, and olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.” (Bakara Suresi, ayet: 120)
Yazımızı Akşemseddin’in yapmış olduğu; “Cenab-ı Hak’tan devletimizi ilelebet payidar etmesini, âdil devlet adamlarını başımızdan eksik etmej mesini niyaz ediyorum’’ duasıyla bitiriyorum