Almanya Örneğinde Yurt Dışındaki İlahiyat Eğitimimiz

 

İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Nurettin Gemici ile yurt dışındaki Müslümanların ilahiyat eğitimi hakkında görüştük…

Yurt dışındaki ilahiyat eğitimi meselenin köklerini Türklerin, işçi olarak  Almanya’ya göç ettikleri 1960 yılı sonrasında aramak gerekir. Göçün devam ettiği yıllarda öncelikli olarak meselenin ekonomik yönü düşünülmüş, sosyal hiçbir tedbir alınmamıştı.

Bu konuya ilgili makalemde de işaret etmiştim. Şimdi rahmetlik olan Semih Tezcan Hoca’nın naklettiği bir olay o dönemde göç meselesine nasıl bakıldığını ortaya koyar. 1960’larda Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Hamburg’da bir toplantıda konuşma yapıyor. Semih Tezcan, Büyükelçi’ye “Buradaki gelen kişilerin eğitimi ne olacak?” diye sorar.  O zat, “Çok güzel bir soru sordunuz delikanlı. İnşallah konuşmadan sonra özel görüşelim.” diyerek, tabiri caizse topu taca atar. Toplantı bittikten sonra Büyükelçi Tezcan’ı ikaz ederek; “Niye milleti bu şekilde tahrik ediyorsunuz? Şuanda bizim herhangi bir hazırlığımız yok. Yapacak durumumuz da yok. Ama duruma göre bakacağız… Bu kişilerin Almanya’da ne kadar kalacakları belirli değil…” der. Özetle bugünler biraz da 1960’lardaki Türkiye ile izdüşümüdür.

Almanya’ya Gidenlerin İhtiyaçları Uzun Süre Birincil Mesele Olarak Görülmedi

Almanya’daki okullarda çok din dersine geçilmedi. 1980 Anayasa’sına kadar devletin, Almanya’daki insanların birincil problemleri ihtiyaç öngörülmemiştir. Devlet Planlama Teşkilatı’nın raporlarında da şunu gördüm. Yurtdışına kalifiye eleman göndermemesi isteniyor. Çünkü o dönemde Türkiye’nin ihtiyacı var. Mümkün olduğu kadar az sayıda kalifiye eleman gönderilmeye çalışılmıştır. Gidenlerinin çoğunun Anadolu köylerinde yaşayan teşkil eder.

Giden insanlar ilk bocalamalarının ardından 70’lere doğru “Süleymancılar” diye bilinen hareketin öncüleri tarafından Almanya’da “Kültür Merkezleri” adı altında oluşturulan birtakım merkezlere yönelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Almanya’daki gurbetçilerin dini eğitimi konusuna müdahil oluşu oldukça geçtir. Bir takım dini cemaatlerin devlete baskı yapmaları sonucunda belli bir döneme kadar, Diyanet İşleri Başkanlığı; Ramazan aylarında geçici olarak görevlendirilen hocalar göndererek sorunu çözmeye çalışmıştır.

Din Eğitimi Uzun Süre Diyanet’in Kontrolünde Olmadı

12 Eylül’den sonra gazetelere de düştüğü için bilinen bir mesele var. Diyanet İşleri Başkanlığı; “Rabıta-i Alem’i İslamiye” aracılığıyla 30’a yakın din görevlisini Almanya’nın değişik yerlerinde görevlendirilmişti. Tabi bu kişilerin sunduğu din eğitimi çoğunlukla yetersiz kaldığı için aileler de Almanya’da kişisel gayretlerle kendi kendilerine okumalar, öğrenmeler gerçekleştirmeye çabaladı…. 1983-84 yılında Avrupa’da Diyanet İşleri, daha doğrusu İDİP olarak kısaltılan, Diyanet İşleri Türk İslam Birliği ile ilgili çalışmalar olmuştur. Bu yapının arkasında Millî Görüş Teşkilatı yer alır. Diğer grupların çalışmaları oldukça zayıftır. Nur Cemaati veya başka cemaatlerin, tarikatların etkileri daha zayıf… MGT etrafındakiler temel dini eğitimden ziyade, toplu ibadetler ve Hac, kurban organizasyonları ile ilgilenirler… Çocuklara yönelik camide yapılan eğitimler bugün dahi istenen seviyede değildir. Bunun sebebi de eğitimin klasik usulde verilmeye çalışılmasının çok başarılı olmamasıdır.

Uluslararası İlahiyat Projesi

Yukarıda anlatılan olaylardan sonra 2010’lardan sonra başlatılmış yeni bir proje var: Uluslararası İlahiyat Projesi. Bu proje kapsamında, Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinde öğrenim gören uluslararası öğrenciler, eğitimlerinin ardından vatandaşı olduğu ülkede görevli tayin edilmeye başlandı. 2011-2012 tarihi itibariye 5-10 kişi ile başlayan bu görevlendirmeler yıllar içinde artarak devam ediyor.

Yurt dışından gelen öğrencilerin, ilk gelen ilk üç dört yıl boyunca gelen öğrencilerin %70’e yakını bayan öğrencilerdi. Buradaki sakınca özellikle bayan erkek ayrımıyla ilgili değildir. Sorun cami içi hizmetlerin çoğunlukla erkekler tarafından yürütülmesinden kaynaklanıyor. Kadınların vaize veya Kur’an Kursu öğretmeni olarak çalıştığı için üç erkek öğrenci, bir kız öğrenciye denk olarak düşünülebilir. Son zamanlarda katılımcıların sayısı yarı yarıya olarak dengelendi. Bir başka sorun da Türkiye’ye eğitim için gelen öğrencilerin hepsinin dönmek eğilimde olmalarıydı. Bir kısmı yüksek lisans, doktora vb. çalışmalar sebebiyle burada kalmış, bir kısmı da evlenerek Türkiye’ye yerleşmiştir. Bir kısmı Türk vatandaşlığı da almak suretiyle çift vatandaşlı olarak çalışmaya başlamıştır. Bu tür fireler, programda öngörülmüştü. Proje, bazı ıslah edilecek yanları olmakla beraber yeni bir açılım olarak düşünülebilir.

Almanya’da Yaşayan Türkler İçin Yeni Bir Yol Belirlenmesi Gerekiyor

Son 15 senede din hizmetlerinde daha ciddi adımlar atılabilirdi. Fakat kurumun eskiliği sebebiyle istenilen seviyede değildir. Almanya’da, Alman Devleti tarafından okullarda okutulması kabul edilen din dersleri uzun süre Diyanet işleri tarafından incelenmemiştir. 80’lerden itibaren sürekli gündeme getirilen bir başka konu da “Almanya’daki Müslüman çocukların sadece Türk kökenli olmadıkları gerekçe gösterilerek din eğitiminin ortak dil olan Almanca ile yapılmak istenmesidir. Bu konuya uzun süre Türkiye’deki yöneticiler tarafından itiraz edilmemiştir. “Çocukların asimilasyonunu hızlandıracak bir süreç” diye kabul edildiği için, buna rağmen ders de verilmemiştir. Alman Devleti’nin İslam dini eğitim programına alternatif olarak Diyanet’in yaptığı çalışmalar da istenilen anlamda verimli olmamıştır. Bu çalışmaların hiçbirisinde istenilen sonuca ulaşılması için profesyonelce çalışılmamıştır. Aksaklıklar halen sürmekte.

“Almanya’daki Müslümanların dini eğimi” gündemli bir çalıştay yapılmak suretiyle hem Almanya’dan hem Türkiye’den uzmanların katılımı ile yeni bir yol belirlenmesi gerekiyor. Yıllar sürekli geçiyor, artık insanlar zorunlu eğitim de alamadıkları için hiçbir din eğitimi alamıyorlar. Almanya’daki Müslüman ailelerin çocukları en basit dini eğitimi dahi almıyorlar. Pek çok gencin, İslam’ın şartları konusunda dahi bilgileri yok. Haram, helal konusundaki hassasiyetleri eskiye bakarsak çok aza inmiş durumda. Domuz eti, içki gibi şeylere mesafeliler ama İslam’ın genel kabulüne göre rağbet görmeyen gayrimüslimle evlilik de Almanya’da yaşayan Müslümanların karşılaştıkları yeni sorunlardan birisidir. Her ne kadar bazı kimseler cevaz vermiş olsa da konuya “asimilasyon” tehlikesi göz önünde bulundurularak yeniden bakıldığında, oldukça sorunlu bir tablo olduğu görülecektir. Almanya’da yapılması gereken daha pek çok iş var.

– TİKA ve Marif Vakfı’nın Diyanet İşleri Başkanlığı’na katkıları oluyor mu? Kurumlar arasında koordinasyon var mı?

Türkiye, Almanya’daki Müslüman Türkler ile ilgili olarak ne yapacağı hakkında çok net bir ayrım yapabilmiş değil. Bir yandan eğitim faaliyetleri sürdürmek istiyor ki; Marif Vakfı dışında Avrupa’nın hiçbir yerinde teşkilatlanma şansı yok. Almanya, kendisi dışında Türkiye de olabilir, başka bir devlet de olabilir, devlet güdümünde olan, devletin arkasında olduğu kuruluşlardan ziyade, orada oluşturulmuş kuruluşların faaliyet göstermesine müsaade ediyor… Her ne kadar Türkiye ile ilgili irtibatları bilseler de Almanya yasalarına bağlı bir resmi kuruluş tarafından çalışmaların sürdürülmesi yöntemi tercih edilmeli. Bu yöntem daha akıllıca olur. Alman devleti tarafından ortaya koyulan faaliyette herhangi bir kanuna aykırılık tespit edildiğinden Alman erkinin müdahale hakkının olması istenildiği için faaliyetlerde Alman devletinin kabul ettiği kurumlar tercih edilmeli. -Marif Vakfı için demiyorum- Diyanet İşleri’nin koordinasyonlar ile biraz daha yarı bağımsız hale getirilmesi düşünülebilir. Türkiye’nin kurumları kontrol etme geleneğini en azından yurt dışındaki yapıya kavuşturarak kontrollü hale getirmeleri gerekiyor. Alman makamları tarafından sürekli bir şekilde denetlenmek, bir takım ithamlara maruz kalmak durumu oluyor. Almanya’ya giden görevlilerin çoğunun Almanca yapılarının olmaması, yeterli olmaması, -sadece din görevlilerinde değil, Alman ateşelerin, müşavirlerin-  işi zorlaştırıyor, güçleştiriyor.

Marif Vakfı’nın belki Afrika, Asya veya Balkan ülkelerindeki etkinliği olabilir. Ama Avrupa’da etkinliğe ulaşması için çok mesafe kat etmesi lazım. Bir de orada ayrıca, Almaya’daki üniversitelerde İslam İlahiyatında Türk kökenli Müslüman kişiler var ki bence daha sık işbirliğine giderek bir ortak yol benimsemek gerekiyor. Öbür türlü dini hizmetlerin verilmesi ve din hizmetlerinin yürütülmesi çok problemli ve ileride pek çok sorunlar doğuruyor.

Elimizde çok kesin rakamlar olmamakla beraber yurtdışı işçi ailelerinde boşanma oranları çok fazla. Evlilikler çok erken yaşlarda yapılıyor. Boşanmalar daha hızlı ve daha sık gerçekleşiyor. Tabii ki belli bir kültür oluşmadığından… Onların sadece dini konularda değil, milli ve kültürel alanlarda da belli bir seviyeye getirmek gerekiyor. Hakeza, Türkiye için de geçerli. Ama oralarda biraz daha hassas davranmak gerekiyor.

Almanya’da, çift dilli eğitim ve etkinlik kamplarının mutlaka organize edilmesi gerekir. Almanya’daki Müslüman cemaatten, genç kesimden katılımcılarla kültürel organizasyonlar düzenlenmeli. Türkiye’nin turizm ülkesi olması avantajını kullanarak yaz aylarında spor ve deniz etkinliklerinin yapılabileceği kamplarda gençlere sahih ve doğru bir eğitim verilmelidir. Bu kamplarda verilen eğitim sayesinde, Batı’da özellikle çok tepki çeken selefi ve radikal akımlara gençlerin kapılmamaları için iyi bir şekilde erken yaşlardan itibaren donatılmaları gerekiyor.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yapabileceği en önemli görevlerden birisi yurtdışındaki gençlere yönelik eğitim ve etkinlik kamplarının düzenlenmesidir. Devlet de buna bütçe ayırabilirse belki de Marif Vakfı’nın yapabileceği pek çok şeyden daha hayırlı olabilir. Almanya’daki eğitim sistemi içerisinde senenin üç-dört farklı zamanında tatil olduğu için gençlerin eğitiminin bu kamplarda yapılması daha doğrudur. Bu kamplarda verilen sadece dini bir eğitim olmamalı. Bizim milli kültürümüzün çok kıymetli eserleri var… Ahmet Hamdi Tanpınar, Nihat Sami Banarlı, Mehmet Akif Ersoy, şairler, yazarlar… Milli Kültürümüzü anlatabilecek konuşmacılar çağrılarak yurtdışındaki gençlerle birebir temas ettirmek… Akademisyen olabilir, yazar olabilir… Tanınmış yazarlardan bir kısmı konuşmacı olarak gelebilir. Bu kampların kültürel boyutu ihmal edilmezse ikisi birbirini tamamlayan güzel bir organizasyon olur.

-Aktardığınız bilgiler için teşekkür ederiz.

Yorum Yapın

Navigate