DAVA İLE DERTLENMEK!      

Dünyada siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda yaşanan hızlı değişimlere karşı kendi kimlik ve kültürünü koruyamayan toplumlarda değişim ve dönüşüm hızlı oluyor. Bugün çevremizi kuşatmış projelerle; insanlık dışı sapkınlıklar, yerlerde sürünen ahlaki değerler, insan vicdanına sığmayan olaylarla sarsılıyoruz. Toplum olarak nereye sürükleniyoruz, neler kaybediyoruz, bize düşen görev ve sorumluluklarımız nelerdir?  Fert ve yöneticiler olarak neler yapabileceğimizi düşünmeyecek, sorumluluk taşımayacak, gerekli çalışma yapmayacak mıyız!…

Son senelerde bütün kahırlığı ile yaşadığımız problem ve felaketler, insanlığın, İslam coğrafyasının ve ülkemizin içerisinde bulunduğu durumu nasıl izah etmeliyiz? Ne yaptık veya neyi yapmadık da bugün böyle bir durumla karşı karşıyayız?  Toplumsal bir muhasebe ve murakabe yapmak zorunda değil miyiz? Burada aklı devreye sokarak, geleceğe dair yeni bir sayfada neleri oluşturabileceğimizi düşünmeyecek miyiz? Elbette düşünmeliyiz…

Günümüze bakarsak sorumluluğu, davayı, ideali, varoluşumuzun hakikatini, varoluş gayemizi unuttuk… Hak ve hakikatlerin yerine sanal ve sahtelerinin piyasada revaçta olduğunu, millet olarak bizi yok etmek isteyenlerin planının olduğunu unuttuk…

Yaşanan problemin çözümünde ellerini uzatmayanlar, maharet olarak dillerini uzatıyorlarsa kaybetmiş ve ziyana uğramışlardır.

İnsani erdemlerin yitirilmesi, hassasiyetlerin sekteye uğratılması, umut kıvılcımlarının tüketilmesi, vicdan tellerinin kırılması, bu ülkenin geleceğine dair endişeler taşıyan herkesi yürekten yaralıyor ve kahrediyor. İnsanlık hasletlerinden nasipsiz, ülkenin nerelere sürüklenmekte olduğunu göremeyecek kadar kör ve sağır vicdanlar artık uyanmalıdır!

Dava ile dertlenmeliyiz!

Davası olanın derdi de çok olurmuş. Derdi olmayana kim ne yapsın ki. İslamın derdiyle dertlenmemiş, vatanın, milletinin, birbirinin derdiyle dertlenmeyen insan neye yarar ki… Din, devlet, vatan, millet, bayrak diye bir derdi olmayana kim niye düşman olsun ki…Bu ülkede birilerinin umurunda olmasa da bu değerleri dert edinenler var… Bu toprakların hem üstünde hem de altında davası, ülkesi, milleti, dini için dertlenenler var.

Tek vücut, tek yumruk olarak bu ülkenin derdiyle dertlenmeliyiz. Derdi olan insan okumalı, araştırmalı, sorgulamalı, kendini, toplumunun kültürünü ve dostu, düşmanını tanımalıdır. Dostun gayreti, inancının emrinde mücadele edip haine, zalime dur demek, mazluma umut vermek olmalıdır. Dert; İslam’dır, vatandır, millettir, devlettir, bayraktır. Dert kendinin ne olduğunu ve ne yapmak gerektiğini bilmek, uyanmak, uyarmak, kendine gelmektir.

Dava adamının veya Müslümanın derdi dünyevi olamaz! “Derdi dünya olanın dünya kadar derdi olur.” sözünü hatırlayarak sorumluluğumuzu yerine getirmeli, insanımızın, insanlığın derdiyle gönüllerimizi dertlendirmeliyiz. Gerçek dertli ve sevdalı olmalıyız…

Dünya mücadele alanı, mücadele edenler kazanır. Samimi Müslüman, inancının gereği her alanda her yerde mücadele etmekle görevlidir. “Fitneden fesattan eser kalmayıncaya, din Allah’ın oluncaya kadar mücadele ediniz.” (Enfal 39) ayeti hatırlanmalıdır.                                                                       Bu devletin bu milletin, inancın bu topraklarda hem derdi var hem de dertlileri vardır…

Davayı, idealizmi, idealist olmayı unuttuk!

Dava nedir, idealist olmak ne demektir, dava adamının görevleri nelerdir?                                             Dava sahibinin mücadelesi, dert sahibi bir gönle sahip olup sorumluluğu taşımaktır. Biz bu gerçeği göz ardı ettik. Dava ne kadar büyükse çile ve dertte o kadar büyük olur. Davası olmayanın istikameti de olmaz! En tehlikeli hastalıklar, farkına varılmayan, suni gündem, sahte algılar ve problemlerle oyalanıp sonunda acılarda saklı olanlardır.

İdealist, gerçekliğin temelde düşünsel, ruhsal ve fiili olduğuna inanarak kararlı, dürüst, iradeli şekilde mücadele eden ülkesini, milletini seven, değerlerine bağlı insanlar idealist insanlardır. İdeallerine ulaşmaları için sistemli, düzenli ve kararlı şekilde hayatlarının sonuna kadar uğraşırlar, mücadele ederler.

İdealist ile dava arasında ortak bağ vardır. Hayatlarını bir davaya vakfedenlerin hareket noktaları idealleridir. Dava ruhuna sahip olanlar hayatlarını ideallerine göre program altına alır, his ve düşüncelerini, ideallerinin istikametinde disipline eder, arzu ve isteklerine yine bu çerçeve içinde gem vururlar. Onların yaşadıkları hayat, kendi hayatları değil, ideallerinin gerektirdiği hayattır. Onların ruh, kalp ve kafaları bu hayat tarzına göre şekillenir. Bizim dilimizde onların ifadesi idealist, daha ciddi sesiyle “Dava Adamı”, daha samimi söyleyişiyle de “Dertliler…

Sözlükler dava için birçok tarif yapsalar da insanlar davayı bir değer ve inanç manzumesi olarak anlamışlardır. Aynı zamanda dava; insanın ve insanlığın kurtuluşuna vesile olacak, dünyanın barış içinde huzurlu bir hayat sürmesini sağlayacak yegâne yol olarak görülmüştür.! Haksızlıkları ortadan kaldırmak için hedefleri olan bir fikri harekettir dava! İyinin, güzelin, hayrın, doğrunun ve faydalı olanın hayata hâkim olmasının kelimelerde anlam bulmasıdır dava…

Hayatın alanlarında ideal eksikliğini yaşıyoruz. Gençlerde ideal yok deniyor, neden?   Çünkü hayatın içinde, evde, okulda ve medyada bir ideal anlayış ve düşünce yok ki… Maalesef çocukların işiteceği, duyacağı, şahit olduğu idealden konuşulmuyor. İdeal konuşmalarımız arasında da yok desek yeridir… Gerçekten de idealist insanlar toplumda sayıları az olsa da hayatta daima dikkat çekerler.

Bir gencin, bir öğretmenin, bir anne babanın ideali, hatta bir devletin ideali olmalı.  Bu konuda medyanın sorumluluğu olmalı. Bize sunulan, peşinden koşulan idol ve kahramanlar bizim olmayandan olmamalı. Ne var ki, medyada yer alan dizilerde, ideali olan değil de bol bol aldatan, âşık olan ve kavga eden kahramanlarımız var. İdeali peşinde değil de çıkarları ve hazları peşinde koşan bu kahramanlar gençlerimize nasıl ideal aşılayabilir ki…                                                                                              İdealist insan mücadeleden, yaşamdan zevk alan insandır… Dünyayı, ahretin tarlası olarak görendir. Allahtan başkasının önünde eğilmeyen, her şeyi Allah rızası için yapandır.

Dava adamı olmak!

Dâva Adamının lügatinde kırılma, darılma, bıkma, umutsuz olma kelimeleri yoktur. Bir dava adamı kavga adamı olamayacağı gibi bir kavga adamı da bir dava adamı olamaz… Dava iyinin, güzelin, doğrunun ve faydalı olanın yeryüzüne hâkim olmasıdır. Peki, dava tamam da dava adamı kimdir, nasıldır?  Sorumlu dava adamı olmak kolay değildir. Sorunlu birey değil sorumlu birey olmalıyız. “Problemin çözümünde görev almayanlar problemin kendisi olurlar.” (Goethe)                                                                                                                                                                                             İnandığı değerler uğruna önüne çıkan engeller karşısında hayatının her anında ve her yerde Hak uğruna mücadeleden yılmayan, vazgeçmeyen insandır dava adamı.

Dava adamı; İnandıklarını öncelikle yaşayan ve yaşatılması için çabalayan insandır. Haksızlar karşısında dik durarak, gidilen yolun yanlış olduğunu korkusuzca haykıran insandır.                           Dava adamı; kemiyetin keyfiyete galip gelemeyeceğinin bilincinde olarak kalabalıktan korkarak, onlardan veya onların yanında olan değil, yalnız kalsa da doğrunun yanında olandır.  Dava adamı; geçmiş olaylardan dersler çıkararak geleceğe yön veren insandır. Tufanı görmeden karada gemisini yapan Hz. Nuh (a. s), yanacağını düşünmeden ateşe atılmayı göze almış Hz. İbrahim (a. s) olan, Hz. Yusuf (a. s) gibi davası uğruna yıllarca hapiste çile çekmeyi önceden kabullenmektir…                                                                                                                                                                                     Müşriklerin İslam davasından vazgeçmesi teklifine, Hz. Peygamber (s.a.v), “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseler, ben yine bu davadan vazgeçmem.” İfadesinde anlam bulmasıdır dava…                                                                                                                                                                               Dava adamı; makama, mevkie, mala itibar etmeden, dünyevi beklentileri olmadan hareket eden, dünyevi endişeleri aşmış insandır. Devlet çeşmesinden kana kana su içerken o çeşmeden kovalar dolusu suyu aşırmayan insandır. Hz. Ebubekir gibi sadık, Hz. Ömer gibi adaletli olmaktır.                                                                                                                                                                                          Dava adamı; “Müminlerden öyle erler vardır ki, Allah’a (C.C) verdikleri sözde sadakat ettiler, kimi adağını ödedi, kimi de şehit olmayı bekliyor. Onlar asla verdikleri sözü değiştirmediler.” (Ahzab Suresi; 33/23) ayeti mucibince yeri geldiğinde inandığı değerler uğrunda ölüme gözünü kırpmadan giden insandır.

Bir davaya gönül vermiş adamı, içerden ve dışardan kuşatan ilkeler vardır. Dava adamı, gözünü, kulağını, elini, dilini, gönlünü, davasına aykırı olan her şeyden muhafaza etmekle mükelleftir. Aksi takdirde, onun “dava adamlığı” slogandan öteye geçemez.                                                                 “Gerçek şu ki, İman edip de yalnız Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun(Şeytanın) bir hakimiyeti yoktur.” (Nahl 16/99)                                                                                                                Asıl dava adamları; Allah’ın emirlerine uyup, Resulün yolundan gidenlerdir!…

Dava adamı olmak için çok bilgili yahut çok kuvvetli veyahut çok zengin olmaya da gerek yoktur. Dava adamı olmak için her şeyden önce, kişinin davasında samimi olması gerekir. Samimiyet, dava adamlarının esası ve temel özelliğidir! Dava adamı olmak, sahabe gibi yaşamaya bağlıdır. Dava, fedakâr insanların omuzlarında kemale ulaşır. İman ve iradenin kuvvetli olması, bir dava adamının dava yolundaki en büyük azığıdır. Bu iki haslet olmazsa dava sahibi olunmaz.

Müslümanın her zaman bir derdi olması gerekir. Bu dert, onu harekete geçirecek inancı, insanlık adına bir şey yapabilecek, sorumluluğunu hatırlatacak, davasını omuzlayacak bir anlayış ve idrak içeresinde olan bir dert olmalı. “Var oluşuna bilinçle katılmayan toplumlar, yok oluşlarına seyirci kalırlar”

Dava adamının derdi akıl sahibi olmak, insanlığını unutmadan dertlenmektir. Dert sahibi olmak gaye ve hedefini iyi anlayıp harekete geçmektir. Dert sahibi olmak problemler karşısında çözüm üretebilmektir. Dert sahibi olmak, ilme sarılmak okumak, araştırmaktır. Dert sahibi olmak İslamın derdiyle, mümin kardeşinin, mazlumların sorunlarıyla hemhal olmaktır. “Emri bil maruf nehyi anıl münker.” yapmaktır…                                                                                                                                            Gerçek ve asıl dert, ferdi dertten ziyade toplumsal derttir… Bu sorumluluğu taşıyan her kişi derdi için çalışmaya, çözüm üretmeye başlayacaktır.

            İslam sözle, sloganlarla yaşanmaz, fiiliyatla yaşanır!

Şurası bir gerçektir ki, hakiki problemler farkına varılmadan, çözüm üretilemez. Adaletsiz bir dünyayı inşa için zulmettik, haksızlık yaptık, insanlığımızı unuttuk. İnsanı yaratanı, hakkı, hukuku unutarak gün be gün savrulduk. Söylemden eyleme geçmeyen fikirlerle avunduk. Şimdi eylem zamanı.

Tüm Müslümanların bildiği üzere, en büyük ve en yüce dava, Allah’ın dininin yeryüzünde galip gelmesi ve tüm şirki unsurların ortadan kalkması için verilen ilahi mücadeledir. Dava; Hakkı, hukuku, adaleti sağlama, medeniyetimizin yeniden inşadır. Kavgayı da ayrıştırmayı da bir tarafa bırakıp, birlik olma, dayanışma vaktidir. Vatanımıza, milletimize, devletimize, ailemize sahip çıkma vaktidir.

İnanmış insanın davası asla; şan, şöhret, makam, mevki davası olmamış, olamaz. “Davamız Müslüman Türk Milletinin varlık ve Beka davasıdır!’ O halde; “Millet ızdırap içerisinde iken onun evlatları rahat edemez.” (A. Edibali). Bizim davamız; çıkar, kuru kavga, kısır çekişme ve oy hesabı değil, ‘Bir medeniyetin inşası ve diriliş hamlesi!’  davasıdır. Kendimizi, Müslüman coğrafyasını gördükçe bizlerin ne kadar ağmaz, vurdumduymaz olduğumuzu maalesef söylemeliyiz. Oysaki bizim bir sorumluluğumuz, omuzlanacak bir davamız yok mudur?

Milli ruhun dirilişi, medeniyetimizin ihyası bizle, bu milletle olacak. Bizim kızıl elmamız; milletimizin yücelişi, mazlumların umudu, zalimlerin korkusudur.                                                                                  Ey Müslüman Türk insanı sen düşersen millet düşer, siper düşer. İnsanlık ölür, mazlumların gözyaşı dinmez. O halde kalk silkelen, titre kendine dön. “Bir nal bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan savaşı kaybeder.”  Sen şefkatli kucağında hürriyeti besleyensin, sensiz barışın kartalı olmaz. Dünya huzura kavuşmaz. Sorumluluğunu yerine getir, mücadeleye katıl.

Dava insanının Gayesi;

“Bir medeniyet inşası için kültür taşıyıcısı, rehberlik görev ve misyonuyla aklı, düşünmeyi ve gerçeklerle Türkiye’yi, yeniden kültürüne ve değerlerine göre inşa etmek, Muhteşem Türkiye yapmak” arzusunda olmalıdır. İslam’ın gayesine ve milli ideallere inanan, bilimsel düşünceyi önemseyen imanlı, cesur, fedakâr ve milletin müdafaasında kararlı fertler yetiştirmek vazifemiz olmalıdır.

Hayallerini büyük tutanlar, insanlığı kucaklayacak, çağlara damga vuracak nesiller yetişmesi için hep çalışırlar. Bunun için hayallerimiz ve hedefimiz büyük olsun. Biri çoban biri şair aralarında şöyle konuşma geçer. Şair çobana; “Yum gözlerini. Gökyüzüne bak, neler görebiliyorsun?” Gözlerim kapalı nasıl görebilirim ki” der. Çoban şaire döner: “Sen yum gözlerini gökyüzüne bak. Neler görüyorsun” Şair şöyle cevap veriyor: “neler görmüyorum ki…”

Bu ülke ve hedefler, dava insanlarının omuzlarında yükselecektir. “Mücadele, kıyamet gününe kadar devam edecektir.” Değişim ve gelişmenin unsuru evvela insan olduğuna göre, ülkemizin gelişmesini, kalkınmasını evvela fert düzeyinden ele alıp işe başlamalıyız. Islahat evvela insandan başlamalı ve böylelikle toplumla neticelenmelidir.

Davanın şuurunda, hayattan dersler çıkararak, paylaşarak bizlere daha güzellik ve hayırlar getirmesini düşünerek, umut penceremizi daima açık bırakalım, idealler peşinde koşalım…

1 Comment

Yorum Yapın

Navigate